Editörden,

Hızlı gösterim modunda izleyenin dahi yetişmekte zorlanacağı Türkiye gündemi bu hafta da yoğun. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 38. Olağan Kurultayında çıkan sonucun, kamuoyunu epey bir süre daha meşgul edeceğini şimdiden söylemek mümkün. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13 yıl, 167 gün süren CHP genel başkanlığı ve ana muhalefet liderliği 5 Kasım gününün ilk saatlerinde sona erdi. Kurultayın ikinci turunda, 812 delegenin oyunu alan değişimcilerin adayı Özgür Özel, CHP’nin 8. genel başkanı oldu. Kuşkusuz bu değişime dair hususlar Özgürlük Gündemi’nin ilerleyen sayılarında daha detaylı olarak ele alınacaktır fakat her şeye rağmen bu değişim önemlidir, değerlidir. Zira Türkiye’deki siyasal partilerin büyük bir çoğunluğu nitelikli anlamda bir parti içi demokrasiden yoksundur. Lider sultasının hayli kesif olduğu Türk siyasal sistemi açısından, bir genel başkanın kurultay/kongre yoluyla değiştirilmesi sonucu ne olursa olsun kayda değer bir gelişmedir. Söz konusu gelişmenin daha kapsamlı bir şekilde Özgürlük Gündemi’nin gelecek sayılarında değerlendirileceğini tekrar vurguladıktan sonra bu haftanın Türkiye’sindeki diğer başlıklara geçebiliriz.

Hukukun üstünlüğü ilkesine zarar veren uygulamalara aşina bir ülke hâline gelen Türkiye, geçen hafta bir hukuk skandalına daha şahitlik etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin açık hak ihlali tespiti neticesinde tahliye edilmesi beklenen Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hâlen tutukludur. Özgürlük Gündemi’nin bu sayısında Doç. Dr. Ali Rıza Çoban, AYM’nin Can Atalay kararının alt mahkeme tarafından uygulanmamasına değinmektedir. Ömer Faruk Şen, Prof. Dr. Burak Bilgehan Özpek’in kaleme aldığı Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu’nun detaylarını bizlere aktarmaktadır. Özgürlük Gündemi’nin bu sayısındaki son başlık ise ekonomiye ilişkindir. Türkiye’nin yabancı yatırımcı çekmek adına Gri Liste’den çıkma çabaları Enes Özkan tarafından yorumlanmaktadır.

Daha keyifli sayılarda buluşmak dileğiyle…

* Dr. Nurettin Kalkan

Can Atalay AYM Kararına Rağmen Tahliye Edilmedi

Avukat Can Atalay, Gezi davasında diğer sanıklarla birlikte yargılanıp 18 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve hükümle birlikte tutuklanmıştı. İlk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararı Yargıtay önünde temyiz incelemesinde iken Türkiye İşçi Partisi tutuklu bulunan Can Atalay’ı Hatay’dan milletvekili adayı gösterdi ve 14. Mayıs 2023 tarihinde yapılan seçimlerde Atalay milletvekili seçildi. Bunun üzerine Atalay, Anayasanın 83. maddesi gereği yasama dokunulmazlığı kazandığını bu nedenle hakkındaki yargılamanın milletvekilliğinin sonuna kadar ertelenmesi gerektiğini belirterek Yargıtay’dan tahliye talebinde bulundu. Anayasa Mahkemesinin daha önce benzer durumlarda vermiş olduğu emsal kararlarına rağmen Yargıtay 3. Ceza Dairesi Atalay’ın yargılamanın durdurulması ve tahliye taleplerini reddetti. Bunun üzerine Atalay anayasal haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.

Daha sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinde Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün onanması yönünde görüş sundu. Anayasa Mahkemesi Atalay’ın başvurusunu 12 Ekim 2023 tarihli toplantısında gündeme aldığını duyurmasına rağmen Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28 Eylül 2023 tarihinde Gezi davasına ilişkin kararını açıkladı ve Can Atalay Hakkındaki mahkûmiyet kararını onadı. Böylece Atalay’ın Cezası kesinleşmiş oldu. Anayasa Mahkemesi 12 Ekim tarihli toplantıda bir üyenin dosyaya hazırlanamadığını belirtmesi üzerine başvurunun incelenmesini ileri bir tarihe ertelediğini duyurdu. Mahkeme nihayet 25 Ekim tarihinde Atalay’ın başvurusunu gündeme alarak kararını verdi.[1] Gerekçeli kararını da 27 Ekim tarihli Resmî Gazete’de yayımladı. 

Anayasa Mahkemesi daha önce vermiş olduğu Enis Berberoğlu,[2] Ömer Faruk Gergerlioğlu[3] ve Leyla Güven[4] kararlarına atıf yaparak Atalay’ın milletvekili seçildikten sonra tahliye edilmemesi nedeniyle seçme ve seçilme hakkı ile özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme bu sonuca ulaşırken Anayasanın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığının istisnasını düzenleyen hükmün Anayasanın 14. maddesine atıf yaptığını, bu madde kapsamındaki suçlardan daha önce yargılamasına başlananların dokunulmazlıktan yararlanamayacağını öngördüğünü ancak Anayasanın 14. maddesinde herhangi bir suç tipinin belirtilmediğini ve yalnızca hakkın kötüye kullanılması yasağının düzenlendiğini vurgulamıştır. Bu nedenle Anayasanın 14. Maddesinin yasama organına hangi suçların yasama dokunulmazlığından yararlanamayacağını düzenleme ödevi yüklediğini hatırlatan Mahkeme, böyle açık bir düzenlemenin bulunmadığı durumda yargı organlarının yorum yoluyla hangi suçların dokunulmazlık kapsamı dışında kalacağını belirleyemeyeceğini, böyle bir belirlemenin öngörülemez ve keyfi olacağını belirtmiştir. Bu nedenle anayasal haklara yapılan müdahalenin yasal öngörülebilirlik koşullarını taşımadığına karar vermiştir. Mahkeme ihlal tespiti yapmakla kalmamış, ihlalin nasıl giderileceğini de kararında vazıh bir şekilde açıklamıştır.   Buna göre;

“Anayasa Mahkemesince başvurucu hakkında tespit edilen hak ihlallerinin sonlandırılmasına ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak;

i. Yeniden yargılama işlemlerine başlanması,

ii. Mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması ve ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması,

iii. Başvurucunun hükümlü statüsünün sona erdirilmesi,

iv. Yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi

işlemlerinin yerine getirilmesi zorunludur”.[5]

Görüldüğü gibi AYM, yerel mahkemenin hangi kararları alması gerektiğini açıkça kararında yazmış ve kararın gereğinin yerine getirilmesi için bir örneğini ilk derece Mahkemesi olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Anayasa Mahkemesinin kısa karar sonucunu alan yerel mahkemenin derhal Atalay’ı tahliye etmesi gerekirken, yerel mahkeme önce gerekçeli kararı beklemiş, gerekçeli karar yayınlandıktan sonra beş gün boyunca herhangi bir karar vermemiş ve 31 Ekim tarihinde anlaşılmaz bir şekilde Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının Yargıtay 3. Dairesinin tahliye talebinin reddi kararıyla ilgili olduğunu belirterek dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bu davanın açılmasından itibaren devam eden hukuksuzluklar silsilesi nihayet Anayasa Mahkemesi kararının keyfi bir şekilde uygulanmaması ile zirve yapmıştır. Kesinleşmiş bir ceza ile ilgili yeniden yargılama yapma yetkisinin yerel mahkemede olduğu açıktır. Buna rağmen Anayasanın 153. maddesi gereği yasama, yürütme ve yargı organları için bağlayıcı olan AYM kararını uygulamamak için yapılan manevraların bir hukuki yoruma dayandığını söylemek mümkün değildir. Olağan bir hukuk devletinde bu tür keyfiliklerin mutlaka bir hukuki sonucunun olması gerekir.

 * Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu

Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu 2023 Yayınlandı

Özgürlük Araştırmaları Derneği 2015’ten beri yıllık Türkiye’de Basın Özgürlüğü raporları yayınlıyor. Prof. Dr. Burak Bilgehan Özpek’in düzenli olarak kaleme aldığı bu raporlarda Türkiye’de basının ve gazetecilerin karşılaştığı sorunlar, engellemeler ve özgürlük konularında derinlemesine bilgi sunarak, medyanın güncel durumuna dair genel bir bakış açısı sağlamaktadır. Geçtiğimiz hafta yayınlanan Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu 2023 Raporu’nda da basın özgürlüğüne dair önemli konuları ele alarak Türkiye’de medyanın karşılaştığı sorunlara ışık tutuyor. Özpek, raporu “yasal çerçeve,” “iktisadi bağımlılık” ve “kutuplaşma ve linç” başlıkları altında üç ana bölüme ayırmıştır.

Raporun ilk bölümünde cezaevindeki gazeteci sayısının geçtiğimiz seneye kıyasla düşmüş olsa da sayının hala yüksek (37) olduğunu ve bunların ekseriyetini Kürt gazetecilerin oluşturduğunu belirtiliyor. Bu gazeteciler arasında Mercan Yanardağ ve Barış Pehlivan gibi kamuoyu tarafından bilinen isimler var. Bu bölümde ayrıca 2023 yılında herhangi bir basın kuruluşunun yasal yollardan kapatılmadığı belirtilmekte, fakat yine de yaşanan mali krizler nedeniyle birçok ulusal ve yerel gazetenin kapandığını veya dijital mecralara kaydığını vurgulanmaktadır. Bu yıl her ne kadar bir basın kuruluşu mahkeme kararıyla kapatılmamış olsa, bizim bültenlerimizde de sıklıkla değindiğimiz, birçok yayın kuruluşuna idari para ve yayın durdurma cezaları verilmiştir.

Kanalları yayın politikasına göre “muhalif” ve “iktidara yakın” olarak kategorilere ayıran Özpek, muhalif yayın politikasına sahip kanalların 53 kez cezalandırılırken iktidara yakın yayın politikası izleyen kanalların yalnızca 5 kez cezalandırıldığı verisini paylaşıyor. Muhalif kanallara kesilen idari para cezası 17 milyon 335 bin TL iken, iktidara yakın kanallara yalnızca 1 milyon 674 bin TL idari para cezası kesildi. Rapor ayrıca RTÜK’ün geleneksel medyanın dışına taşarak Netflix, Disney+ gibi dijital platformları da hedef aldığını ve bu platformlara milyonlarca lira idari para cezası kestiği belirtiyor. Bu bölümde son olarak yasakların web siteleri ve sosyal medya platformlarını da etkisi altına aldığını ve 700 binin üstünde alan adının ve 55 bin tweet’in yasaklandığın ve bu sayıların özellikle Şubat ayındaki depremlerden sonra ivme kazandığını vurguluyor.

Raporun ikinci bölümü iktisadi bağımlılık ilişkisine odaklanıyor. Özpek, kamu kaynakları tarafından desteklenen medya kuruluşlarının esasında hükümetin araç olarak kullandığı bir propaganda makinesi olduğunu ve basın özgürlüğünün teminatının “medyanın ticarileşmesi ve serbest piyasa koşulları içinde sadece müşterilerine karşı sorumlu olması’ gerektiğini belirtmektedir. Ne var ki, Türkiye’de geçtiğimiz yıllarda kamu kuruluşları ve iktisadi teşekkülleri verdikleri reklamlarda piyasa mantığından bağışık tercihler yapmışlardır. Örneğin, hükümete yakın AHaber ile görece daha bağımsız yayın politikası yürüten Habertürk’ün geçtiğimiz iki yılda üç büyük kamu bankası olan Halkbank, Ziraat Bankası ve Vakıfbank’tan aldıkları reklam saniyelerini karşılaştıran Özpek, iki bankanın Habertürk’e hiçbir reklam vermediğini, iki kanala da reklam veren Halk Bankası’nın ise A Haber’e binlerce kat daha fazla saniye reklam verdiğini ortaya koymaktadır. CHP ile Halk TV arasında ortaya çıkan ticari ilişkiye de yer veren Özpek, muhalif medyanın her ne kadar çoğulculuğa hizmet etse de ticari bir medya kuruluşları olarak bağımsız bir şekilde hareket ettiklerini söylemenin zor olduğunu belirtmektedir.

Raporun üçüncü bölümü 2023 yılında, özellikle seçimlere yaklaşırken artan kutuplaşma ve linçe yer vermektedir. Kutuplaştırma, seçimlere kadar hükümetin sistematik olarak kullandığı, yalan ve montaj olan birçok haber ve görselin medya kuruluşları ve siyasetçiler eliyle yaygınlaştırıldığı bir yöntem ve strateji oldu. İktidar partisinin böylelikle kararsız seçmeni korkutup desteğini kendine çekmeyi amaçlayan bu stratejisinin hedefine ulaştığını gözlemledik. Öte yandan, kutuplaşmanın kutuplar içinde de gerçekleştiğine dikkat çeken Özpek, muhalif medya ve kamuoyu içinde de eleştiri kültürünün yok edildiğini belirtiyor. Neticede, “kutuplaşma aslında kendisini tamamlamış olduğu çünkü iki kutup da birbirini andıran bir yapıya büründü, birbirine benzedi.”

 * Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi

Gri Listeden Çıkma Çabaları

Özgürlük Gündemi’nin daha önceki sayılarında da belirtildiği gibi Türkiye bir süredir dış yatırım çekmekte zorlanan bir ülke konumundadır. Bu durumun en önemli sebeplerinden biri de Mali Eylem Görev Gücü’nün (Financial Action Task Force – FATF), Türkiye’yi daha sıkı izlenmesi gereken gri liste kategorisine dahil etmesidir. Gri liste, kara para aklama ve terörizme finansmanına karşı yeterli güvenceye sahip olmayan, bu konuda eksiklikleri bulunan ülkelerin ilan edildiği küresel bir listedir. FATF’ın 2021 yılındaki kararı sonucunda ise Türkiye’ye bu listeye alınmıştır. Bu riski almak istemeyen yabancı yatırımcılar da haliyle Türkiye’ye uzun vadeli yatırımlar yapmaktan kaçınmakta yahut yatırım planlarını ertelemektedir. Buna rağmen Mehmet Şimşek’in göreve gelmesiyle birlikte yabancı yatırımcı çekmek adına birtakım olumlu gelişmelerin yaşandığı ve bu minvaldeki girişimlerin gözlendiği de bir vakıadır. Maliye Bakanı Şimşek, her şeyden önce bazı seleflerine nazaran yabancı yatırımlar başlığının Türk ekonomisi için hayati olduğunun ve söz konusu yatırımlar için izlenmesi gereken politikaların çok daha iyi farkındadır. Aslında buradaki temel sorun, uzunca bir süredir yabancı yatırımcılarla mesafeli olan ve Türkiye’nin dış politikasını da söz konusu mesafeyi daha da açacak bir şekilde kurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hamlelerinin rasyonel zemine oturmaması idi. Bu yüzden Şimşek göreve getirildiğinde birçok analist kendisinin bağımsız hareket alanının kısıtlı ve bakanlıktaki ömrünün sınırlı olacağından endişe etmekteydi. Ancak gerek Maliye Bakanı Mehmet Şimşek gerekse Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, Türkiye’nin yabancı yatırımcı çekme kabiliyetinin yeninden istenilen düzeye ulaşması için oldukça yoğun bir mesai harcadı. Hatta İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın çete ve suç örgütlerine karşı başlattığı amansız mücadele politikasını ve dış politikada yaşanan kısmi eksen değişimlerini de bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Nihayetinde Türkiye, bölümün başında da ifade edildiği gibi Gri Liste’den çıkış yapmak için topyekun bir seferberliği halihazırda başlatmış durumdadır. FATF’ın belirlediği yasal mevzuat çerçevesinde sorumluluklarını yerine getirmediği için Gri Liste’ye alınan Türkiye için esasen bu kategoriye hiç düşmemek, çıkmaktan çok daha kolay işti. Yapılması gereken FATF’ın kritik olarak kodladığı bazı başlıklarda ivedilikle adım atmaktı. Bunların başında da siyasi nüfuz sahibi kişilerin (Politically Exposed Person – PEP) kara paraya yönelik hareketlerinin izlenmesini hedefleyen düzenlemenin yapılması gelmekteydi. 2022 yılının sonlarına doğru Resmî Gazete’de yayımlanan bir tebliğ ile PEP konusundaki sıkıntılar giderilmiş oldu.[6] Geriye yalnızca FATF’ın yasal düzenleme yapılmasını önerdiği 40 başlıktan yalnızca bir tanesi kaldı. Eğer bu da tatbik edildiğinde FATF ile Türkiye arasındaki tüm sorunlar neredeyse tamamen çözüme kavuşmuş olacak. Öte yandan FATF’ın son Türkiye izleme raporunda, “FATF, Türkiye’nin eylem planında ilerleme kaydetmeye devam ettiğini not eder; ancak verilen tüm süreler artık dolmuştur. FATF, Türkiye’yi yukarıda belirtilen stratejik eksikliğin giderilmesine yönelik eylem planını mümkün olan en kısa sürede uygulamaya devam etmesi konusunda teşvik eder[7] şeklinde bir durum değerlendirmesi yapıldı.

Yukarıda altı çizilen bütün bu pozitif gelişmelerden Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözdüğü anlamı çıkarılmamalıdır. Kuşkusuz Türkiye’nin sorunları çok daha girift, köklü ve yapısaldır. Gri Liste’den kurtulma çabaları son tahlilde olumlu ve iyi niyetli adımlar olarak değerlendirilse de hukuk güvenliğini sağlama ve rasyonel mali çerçeve geliştirme konularına Türkiye çok daha sağlam bir iradeyle odaklanmalıdır.

 * Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi


[1] Şerafettin Can Atalay (2) [GK], B. No: 2023/53898, 25/10/2023.

2 Kadri Enis Berberoğlu (2) [GK], B. No: 2018/30030, 17/9/2020.

3Ömer Faruk Gergerlioğlu[GK], B. No: 2019/10634, 1/7/2021.

4 Leyla Güven [GK], B. No: 2018/26689, 7/4/2022

5 Şerafettin Can Atalay (2) [GK], B. No: 2023/53898, 25/10/2023, para.117.

6 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/11/20221117-2.htm

7 İngilizce metin: The FATF notes Türkiye continued progress across its action plan; however, all deadlines have now expired. The FATF encourages Türkiye to continue to implement its action plan to address the above-mentioned strategic deficiency as soon as possible.

Önceki İçerikProf. Dr. ERGUN ÖZBUDUN’UN ARDINDAN
Sonraki İçerikKARBON NÖTR TURİZM VE SERBEST PİYASA