İlk olarak vergilendirmenin genel ekonomik etkisini açıklamak istiyorum. Bu, vergilendirmenin prakseolojik bir analizidir ve bu haliyle diğer ekonomistler tarafından halihazırda söylenenlerin ötesine geçmesi beklenmemelidir. 

Vergilendirmenin ekonomik etkileriyle ilgili söylenecek yeni şeylerin olmadığını ifade etmek, var olanların pek çok kişi için önemli olacağını söylemek değildir. Aslında, birkaç popüler iktisat kitabını inceledikten sonra söylemem gereken şeyleri bugünün ekonomistleri ve ekonomi öğrencileri ilk defa duyacak gibi gözüküyor. Bu metinler, çeşitli vergi şemalarının ve bunların tarihsel gelişiminin tanımlayıcı bir sunumunun ötesinde, vergilendirmenin ekonomik etkileriyle ilgilendikleri ölçüde, vergilendirmenin genel etkilerinin ne olduğuna değinmezler. Ayrıca, bu metinlerin vergilendirme sorununa ilişkin tartışmalarında, belirli vergilendirme biçimlerinin ekonomik etkileri hakkında söyledikleri genelde kusurludur.

Ancak, bu durum yalnızca entellektüel bir yozlaşma sürecini yansıtmaktadır. Vergilendirmenin ekonomisi hakkında anlaşılması gereken her şey 150 yıl kadar önce  Jean Baptiste Say gibi önemli bir figürün “Politik Ekonomi İlmihali” adlı eserinde doğru ve ikna edici bir şekilde aktarılmıştır.

Vergilendirme tartışmasını kitaplarının genel yapısı içinde rastgele yerlere koyan günümüzün ders kitabı yazarlarının aksine, Say, olguyu başından beri doğru bir şekilde “Servet Tüketimi” genel başlığı altına yerleştiriyor.

Daha sonra, vergilendirmeyi, bu tür mülklerde somutlaşan servet oluşumunda zorunlu olarak bir azalmaya ve genel yaşam standardının düşmesine yol açan, mülkiyetin edinilmesine ve üretimine yönelik bir saldırı ve cezalandırma olarak tanımlıyor ve açıklıyor:

Vergilendirmenin, ulusal ürünün bir bölümüne el koyarak ulusal zenginliğe katkıda bulunduğunu ve zenginliğinin bir bölümünü tüketerek ulusu zenginleştirdiğini iddia etmek apaçık bir saçmalıktır[2].

Vergilendirme, kamu tüketimini veya harcamalarını karşılamak amacıyla ulusal ürünlerin bir kısmının bireylerin elinden alınıp hükümetin eline verilmesidir. Vergi, katkı payı, harç, özel tüketim vergisi, gümrük vergisi, yardım, sübvansiyon, hibe ya da karşılıksız hediye gibi hangi adı taşırsa taşısın, gerçekte ister bireysel ister kurumsal nitelikte olsun, bireylere, masrafları kendilerine ait olmak üzere yapmayı uygun görebileceği tüketimi karşılamak amacıyla o an için iktidar tarafından yüklenen bir yüktür; kısacası, gerçek anlamda bir vergidir[3].

Bu tür temel bilgiler unutulmuş veya en azından eskisi kadar açık görünmediğinden, ilk görevim olarak Say’ın temel argümanı ve onun geçerliliği için yeniden prakseolojik bir açıklama sunmama izin verin. Bunu yaparken vergilendirmenin mülk ve servet oluşumunu engellemesi gerekmediğini göstermeyi iddia eden bazı popüler anti-tezleri çürüteceğim. Bu genel açıklamanın ışığında, standart ders kitaplarındaki vergi analizindeki temel mantık hatasını göstereceğim.

Vergilendirmenin – her şeyden önce – mülkün ve servet oluşumunun yok edilmesinin bir aracı olduğu, vergilendirmenin anlamının basit bir mantıksal analizinden anlaşılması gerekir.

Vergilendirme, belirli bir fiziksel varlığın(bugünlerde özellikle olmasa da çoğunlukla para) ve bu servetin değerini, bu varlığı ilk olarak elinde bulunduran ve bundan gelir elde etmiş olabilecek bir kişi veya kişilerden bu varlığı şu an elinde bulunduran ve bundan kazanç elde eden kimselere zorla, sözleşmesiz transferidir. Bu varlıklar asıl sahiplerinin eline nasıl geçti?

Bunun daha önceki başka bir vergilendirme eyleminin sonucu olduğunun reddettiğimizde ve yalnızca henüz tüketilmemiş veya tüketim sonucu değer kaybetmemiş (vergi toplayan kimseler bir başkasının değersiz bir varlığını değil hala bir değeri olan varlığını ister) varlıkların vergilendirilebileceğini göz önünde bulundurduğumuzda geriye yalnızca üç olasılık kalıyor: 

Bunlar, ya doğanın verdiği bazı malları kısıtlı olarak düşünerek ve onları başka hiç kimse görmeden önce aktif olarak kendi mülkiyetine getirerek yapıldı; önceden sahip olunan mallardan kişinin emeğiyle onları üreterek; veya önceki sahiplenen veya üreticiden gönüllü, sözleşmeye dayalı satın alma yoluyla.

Sadece bu tür faaliyetler yoluyla değerli – ve dolayısıyla vergilendirilebilir – varlıklar elde edilebilir ve arttırılabilir. İlk temellük eylemleri, daha önce kimsenin olası bir gelir kaynağı olarak algılamadığı bir şeyi gelir sağlayan bir varlığa dönüştürür; üretim eylemleri doğaları gereği daha az değerli bir varlığın daha değerli bir varlığa dönüştürülmesini amaçlar; ve sözleşmeye dayalı her mübadele, belirli varlıkların, sahip olduklarına daha az değer verenlerin elinden daha çok değer verenlerin eline geçmesi ve yeniden yönlendirilmesiyle ilgilidir.

Buradan, herhangi bir vergilendirme biçiminin, bir kişinin ilk temellükten, üretimden veya sözleşmeden elde etmeyi bekleyebileceği gelirde bir azalma anlamına geldiği sonucu çıkar. Bu faaliyetler, tüketim ve/veya boş zaman için kullanılabilecek kıt araçların – en azından zaman ve kişinin bedeninin kullanımı – kullanılmasını gerektirdiğinden, bunları gerçekleştirmenin fırsat maliyeti yükselir. Sahiplenmenin, üretmenin ve sözleşme yapmanın marjinal faydası azalırken, tüketim ve boş zamanın marjinal faydası artar. Buna bağlı olarak, ilk rollerden çıkıp ikinci rollere kayma eğilimi ortaya çıkacaktır[4].

Böylece vergilendirme, henüz tüketilmemiş değerli varlıkları üreticilerinden (terimin geniş anlamıyla temellük edenler ve yükleniciler de dahil olmak üzere) bunları üretmemiş kişilere zorla transfer ederek, üreticilerin mevcut gelirlerini ve şu anda mümkün olan tüketim düzeylerini azaltır. Dahası, değerli varlıkların gelecekteki üretimi için mevcut teşviki azaltır ve böylece gelecekteki geliri ve gelecekteki mevcut tüketim seviyesini de düşürür.

Vergilendirme, üretken çabalar üzerinde herhangi bir etkisi olmaksızın sadece tüketimin cezalandırılması değildir; aynı zamanda gelecekteki geliri ve tüketim harcamalarını sağlamanın ve muhtemelen artırmanın tek yolu olarak üretime de bir saldırıdır. Geleceğe yönelik, değer üreten çabalarla ilişkili şimdiki değeri düşürerek, vergilendirme etkin zaman tercihi oranını, yani başlangıçtaki faiz oranını yükseltir ve buna bağlı olarak üretim ve tedarik süresinin kısalmasına yol açar ve böylece insanlığı elden ağza geçinen bir varoluşa doğru iten amansız bir etki yapar. Vergileri yeterince arttırırsanız, insanlığı barbar hayvanların seviyesine indirmiş olursunuz.

Bu tür bir akıl yürütme her ne kadar basit görünse de, buna karşı bir dizi popüler itiraz bulunmaktadır. Örneğin, ekonomiyi yanlış bir şekilde, doğrulanması için her zaman ampirik kanıtlarla test edilmesi gereken (doğa bilimlerindeki duruma benzer şekilde) varsayımsal açıklamalardan başka bir şey üretmeyen ampirik bir bilim olarak düşünen ekonomistler tarafından aşağıdaki argüman sıklıkla duyulmaktadır: Ampirik olarak, vergi seviyesindeki bir artışa GSMH’de veya diğer üretken çıktı ölçütlerinde bir artışın (düşüşün değil) eşlik ettiği defalarca gözlemlenmiştir; dolayısıyla, yukarıdaki akıl yürütme, ne kadar makul olursa olsun, ampirik olarak geçersiz kabul edilmelidir. Aslında, bu türden bazı ampiristler daha da ileri giderek, bir zamanlar düşük yaşam standartlarına ve düşük vergi düzeylerine sahip bazı ülkelerin şimdi çok daha yüksek vergilerle çok daha büyük bir zenginliğe sahip olmalarının kanıtladığı gibi, vergilendirmenin aslında yaşam standardını yükseltmeye yardımcı olduğu gibi daha güçlü bir iddiada bulunmaktadırlar.

Her iki itiraz da basitçe kafa karıştırıcıdır. Deneyim mantığı yenemez ve gözlemsel kanıtların mantıksal akıl yürütme yasalarına uygun olmayan yorumları, bunların çürütülmesi değil, ancak bulanık bir zihnin işaretidir (ya da birinin aynı anda hem kırmızı hem de kırmızı olmayan bir kuş gördüğüne dair gözlemsel raporunu bir aptalın beyanı olarak değil de çelişki yasasının çürütülmesi olarak kabul eder miydiniz?)

Daha güçlü teze gelince, bu her zaman çok çekici olan post hoc ergo propter hoc safsatasının güzel bir örneğinden başka bir şey değildir. Yüksek vergilendirme ve zenginlik arasındaki korelasyonun düşük vergilendirme ve zenginlik arasındaki korelasyondan daha geç gözlemlenmesinden, artan vergilendirmenin zenginliği arttırdığı sonucu çıkarılmaktadır. Ancak bu şekilde akıl yürütmek, Say tarafından haklı olarak alaya alınan, zenginlerin fakirlerden daha fazla tükettiğinin gözlemlenebileceği; dolayısıyla zengin olmalarından yüksek tüketim düzeylerinin sorumlu olması gerektiği argümanı kadar ikna edicidir. [5] Nasıl ki tüketimin anlamından bunun imkânsız olduğu ve tam tersine zenginlerin yüksek tüketim seviyeleri nedeniyle değil, daha önce tüketimden kaçındıkları ve bunun yerine değer üreten eylemlerde bulundukları için zengin oldukları sonucu çıkıyorsa, vergilendirmenin anlamından da insanlığın daha yüksek vergi seviyeleri nedeniyle değil, böyle bir gerçeğe rağmen zenginleştiği sonucu çıkar.

Daha zayıf bir tez olan, vergilendirme ile üretken çıktı arasında zorunlu olarak negatif bir ilişki olduğu iddiasını en azından deneyimin çürüteceği tezi de doğru değildir. Yukarıda sunulan prakseolojik akıl yürütme, ampirist iktisatçıların yanlış bir şekilde çürütme olarak yorumladıkları şeyi hiçbir şekilde dışlamaz. Bu önceki tartışmada, vergilendirmenin etkisinin değerli varlıkların üretiminde göreceli bir azalma olduğu sonucuna varılmıştı – yani, hiç vergilendirme olmasaydı ya da vergilendirme düzeyi yükseltilmeseydi üretilecek çıktı düzeyiyle karşılaştırıldığında bir azalma. Değerli varlıkların üretiminin mutlak düzeyine ilişkin hiçbir şey söylenmemiş ya da ima edilmemiştir.

Aslına bakılırsa, örneğin GSMH’deki mutlak büyüme sadece daha önceki prakseolojik analizimizle uyumlu olmakla kalmaz, aynı zamanda verimlilikteki ilerlemelerin mümkün olduğu ve fiilen gerçekleştiği ölçüde tamamen normal bir olgu olarak bile görülebilir. Üretim teknolojisindeki gelişmeler sayesinde aynı girdiyle (maliyet açısından) daha yüksek bir çıktı ya da daha düşük bir girdiyle fiziksel olarak aynı çıktıyı üretmek mümkün hale gelmişse, artan vergilendirme ile değerli varlıkların artan çıktısının çakışması şaşırtıcı değildir. Ancak bu durum, vergilendirmeden kaynaklanan göreli yoksullaşma hakkında söylenenlerin geçerliliğini zerre kadar etkilemez. Zaman içinde değişse de verili bir teknolojik bilgi durumunda ve vergilendirme ne ise o olduğunda (değer üretme çabalarının cezalandırılması), üretken çıktı düzeyi, aynı bilgi ile ve hiç vergi olmadan ya da daha düşük vergi ile elde edilebilecek olandan daha düşük olmalıdır. Buradaki istatistiksel çalışmalar konunun tamamen dışındadır: ne güçlendirmeye yardımcı olabilirler ne de zayıflatmak için kullanılabilirler.

Bir miktar popülariteye sahip olan bir diğer teorik itiraz da vergi koymanın ya da artırmanın vergilendirilen varlıklardan elde edilen gelirin azalmasına yol açtığı; bu azalmanın söz konusu varlıkların marjinal faydasını diğer faaliyet biçimlerinden elde edilebilecek olana kıyasla artırdığı; dolayısıyla vergilendirmenin geliri düşürmek yerine aslında üretim eğilimini artırmaya yardımcı olduğu yönündedir. Parasal varlıkların vergilendirildiği olağan durum için bu, vergilerin parasal geliri azaltarak paranın marjinal faydasını artırdığını ve bunun da parasal getiri elde etme teşvikini artırdığını söylemektir.

Bu argüman, kuşkusuz, gittiği yere kadar tamamen doğrudur. Ancak, ileri sürdüğüm göreli yoksullaşma tezini geçersiz kılmak için herhangi bir şey yaptığına inanmak bir yanılgıdır. Her şeyden önce, kayıtları doğru tutmak adına şunu belirtmek gerekir ki, az önce sunulan argümanın öne sürdüğü gibi, göreceğimiz gibi yanlış da olsa, artan vergilendirmenin işkoliklikte orantılı bir artışa neden olduğu için üretilen değerli varlıkların nispeten daha düşük bir çıktıya yol açmadığı doğru olsa bile, değer üreten bireylerin gelirinin düştüğü yine de bir gerçektir. Öncekiyle aynı çıktıyı üretseler bile, bunu ancak şimdi eskisinden daha fazla emek harcarlarsa yapabilirler. Herhangi bir ek emek harcaması, boş zaman ya da tüketimden vazgeçilmesi anlamına geldiğinden (aksi takdirde aynı değerli varlık çıktısıyla birlikte yararlanabilecekleri boş zaman ya da tüketim), genel yaşam standartları daha düşük olmalıdır[6].

Vergilendirmenin değerli varlıkların üretken çıktısını etkilemeden bırakabileceği ve yalnızca tüketimi felce uğratabileceği varsayımının neden ölümcül derecede hatalı olduğu şimdi anlaşılmaktadır. Eğer vergilendirme kişinin gelirini azaltıyorsa (ki buna şimdiki tüketim ve boş zamandan elde edilen gelir de dahildir) ve zaman tercihinin evrensel gerçeği, yani insan aktörlerin şimdiki malları her zaman gelecekteki mallara tercih ettiği (sürekli tüketim olmadan yapamayacakları ve daha uzun süre Daha dolambaçlı üretim yöntemleri ancak ilgili bekleme süresi için tüketim malları biçiminde bir karşılık ayrılmışsa), o zaman zorunlu olarak bir kişinin etkin zaman tercihi oranının tam da bu eylem yoluyla yükseltilmiş olması (beklemenin faydasızlığının artmış olması) ve aksi takdirde seçeceği üretim yapısına kıyasla üretim yapısının uzunluğunu kısaltmak zorunda kalacağı sonucu çıkar. Buna göre, gelecekteki tarihlerde mevcut olacak değerli varlıkların üretimi, aksi durumda olacağından daha düşük olmak zorunda kalacaktır.

Eğer daha düşük vergilendirme ile ya da hiç vergilendirme olmadan geliri daha yüksek olsaydı ve zaman tercihi programı verilseydi (zamanın herhangi bir noktasında ne olursa olsun), daha uzun üretim süreçlerine yatırım yapacaktı. Sonuç olarak, gelecekteki değerli varlıklarının çıktısı kıyasla daha fazla olurdu[7].

Vergilendirmenin üretim üzerinde nötr bir etkiye sahip olabileceği tezindeki hata, zaman tercihinin dikkate alınmamasında yatmaktadır. Halihazırda incelenmekte olan argüman, vergilendirmenin iki yönlü bir sinyal anlamına geldiğine işaret etmekte oldukça haklıdır: bir yanda tüketim ve boş zaman lehine ve çalışma aleyhine işleyen ikame etkisi; diğer yanda vergilendirilen varlığın marjinal faydasını artıran gelir etkisi.

Ancak, bunu basit bir şekilde biri çalışmanın lehine diğeri aleyhine olmak üzere çelişkili sinyallerin karışık bir torbası olarak yorumlamak yanlıştır, bu nedenle vergilendirmenin üretim üzerindeki etkilerine ilişkin kategorik nitelikte hiçbir şey söylenemez ve vergilendirmenin değerli varlıkların daha düşük veya daha yüksek bir çıktısını sağlayıp sağlamadığı sorusu tamamen ampirik bir soru olarak düşünülmelidir[8].

Çünkü aslında vergilendirme sinyali, eylemleri zaman tercihi tarafından her zaman kısıtlanan kişilere gönderildiği kabul edildiğinde hiç de çelişkili değildir. Bu tür aktörler için yalnızca çalışmakla hiç çalışmamak arasında değil, aynı zamanda değerli bir varlığı az ya da çok zaman alan yollarla üretmek arasında da bir alternatif vardır. Her zaman, bir varlığı hızlı ve doğrudan, çok az bekleme süresi ile elde etmek, ancak daha az verimli üretim yöntemlerine başvurmak zorunda kalmak pahasına (daha dolambaçlı üretim yöntemlerinden daha hızlı elde etmek için balık yakalamak için çıplak ellerini kullanmaya karar veren ünlü balıkçı) veya daha verimli yöntemlerle elde etmek, ancak daha sonra meyve vermeleri için daha uzun süre beklemek zorunda kalmak (gelecekteki daha yüksek getirilerin cazibesine kapılarak daha uzun bir bekleme süresine katlanmaya karar veren ve önce bir ağ inşa eden balıkçı) arasında seçim yapmak zorundadırlar.

Bununla birlikte, bu seçenekler göz önüne alındığında, vergilendirmenin mesajı tamamen açık ve nettir ve artık ikame etkisinin herhangi bir gelir etkisine sistematik olarak hakim olduğu düşünülmelidir: Yalnızca bir şeye sahip olma ya da olmama seçeneği değil, aynı zamanda bir şeyden daha azına daha erken ya da daha fazlasına daha geç sahip olma seçeneği de varsa, vergilendirme yoluyla gönderilen çifte mesaj kolayca bütünleştirilir ve tek bir mesaja dönüştürülür: bekleme süresini azaltın; dolambaçlı üretim yöntemlerini kısaltın! Bu sayede değerli varlıklar, artan marjinal faydalarına paralel olarak daha erken elde edilecektir.

Aynı zamanda, bekleme süresinin kısaltılmasıyla, artan marjinal faydaya paralel olarak boş zamana daha fazla yer açılacaktır. Dolambaçlı üretim yöntemlerinin uzunluğunun azaltılmasıyla, vergilendirmeden kaynaklanan görünüşte çelişkili iki sinyal aynı anda hesaba katılmış olur. Vergilendirmenin üretim üzerinde sistematik olarak “tarafsız” bir etkisi olduğu iddiasının aksine, dolambaçlı üretim yöntemlerinin bu şekilde kısaltılmasının sonucu daha düşük bir üretimdir. Vergilendirme ve vergilendirmedeki her artış için her zaman ödenmesi gereken bedel, zorlayıcı bir şekilde düşürülen üretkenliktir ve bu da gelecekteki tüketim için sağlanan değerli varlıklar açısından yaşam standardını düşürür. Her vergilendirme eylemi zorunlu olarak daha yüksek sermayeli, daha üretken üretim süreçlerinden el-ağız-varoluşa doğru bir itme uygular.

Para varlıklarının vergilendirilmesi gibi çok tanıdık bir durum göz önüne alındığında, bu sonuçların geçerliliğini göstermek zor değildir. Bu tür varlıklar yalnızca gelecekteki tarihlerde başka değerli varlıkları satın alabilecekleri için edinilir ve elde tutulur. Kendilerine özgü bir kullanım değerleri yoktur (kağıt para örneğinde olduğu gibi) ya da bu kullanım değeri değişim değerine kıyasla önemsizdir (paranın küçük de olsa bir meta değerine sahip olduğu altın standardı örneğinde olduğu gibi). Daha ziyade, bunlara atfedilen değer gelecekteki satın alma güçlerinden kaynaklanmaktadır. Ancak paranın değeri gelecekteki diğer mevcut varlıkları temsil etmekten oluşuyorsa, parayı vergilendirmenin etkileri hemen ortaya çıkar.

En önemlisi, boş zamanın ya da tüketimin marjinal faydasını artırmanın yanı sıra, böyle bir vergi bu tür gelecekteki varlıkların marjinal faydasını da artırır. Teşvikler dizisindeki bu değişiklik, bir aktör için bu varlıkları daha az zaman alan üretim süreçlerinde daha hızlı elde etme girişimlerinin artmasına dönüşür. Artık gelecekteki varlıklara dolaylı olarak, daha önce para edinme yoluyla ulaşmaktan sistematik olarak daha kısa olan tek üretim süreci, bunları doğrudan takas yoluyla elde etme sürecidir. Dolayısıyla vergilendirme, takas ticaretinin, parasal mübadelelerin daha uzun dolambaçlı üretim yöntemiyle giderek daha fazla ikame edileceği anlamına gelir. Ancak bir kez daha, takasa giderek daha fazla başvurmak, ekonomik ilkelliğe ve barbarlığa gerilemek demektir.

Tam da takas amaçlı üretimin son derece düşük bir çıktı vermesi nedeniyle, insanlık bu gelişim aşamasını fiilen geride bırakmış ve bunun yerine, daha uzun bir bekleme süresi gerektirmekle birlikte, nakit bağına çekilen daha fazla ve farklı varlıkların çok daha büyük bir getirisini sağlayan dolaylı değişim amaçlı üretim sistemine giderek daha fazla başvurmuş ve bu sistemi genişletmiştir. Her vergilendirme eylemi, bu süreçte geriye doğru atılmış zoraki bir adım anlamına gelmektedir. Üretimi azaltır, işbölümünün kapsamını daraltır ve sosyal ve ekonomik entegrasyonun azalmasına yol açar (dolaylı parasal mübadeleler kurumu olmasaydı asla dünya çapında olamayacağını belirtmek gerekir).

Ayrıca, paraya her zorlayıcı el koymanın neden olduğu dolaylı değişim mekanizmaları yerine doğrudan değişim mekanizmalarının giderek daha fazla benimsenmesi yönündeki genel eğilimin, paranın kendisine ulaşma yöntemleri açısından da son derece önemli sonuçları vardır. Tıpkı parasal olmayan varlıklarda olduğu gibi, paranın marjinal faydasının boş zaman tüketimiyle birlikte artması, parayı daha az zaman alıcı yollarla elde etmeyi nispeten daha cazip hale getirmektedir. Değer üreten çabalar karşılığında, yani karşılıklı fayda sağlayan mübadeleler çerçevesinde elde etmek yerine, vergilendirme, üretim ve sözleşme gibi sıkıcı dolambaçlı yöntemlerden geçmek zorunda kalmadan daha hızlı ve doğrudan elde etme teşvikini artırır. Bu bir yandan, kişinin para varlıklarını vergi tahsildarından saklayarak artırmaya daha sık çalışacağı anlamına gelir. Öte yandan, ya hırsızlık denen yasadışı yolla ya da siyaset denen oyuna katılarak yasal yolla, zorlayıcı el koyma yoluyla paraya sahip olma eğilimi giderek artacaktır[9].

Günümüz ekonomi ders kitabı yazarlarının genellikle hiç ele almamayı tercih ettikleri vergilendirmenin etkilerine ilişkin bu genel ekonomik analizi tamamladıktan sonra, şimdi vergi tesadüfü başlığı altında vergilendirmenin etkileri hakkında tipik olarak ne söylediklerine dönmeme izin verin. Önceki analizimizin ışığında, bu tür açıklamalardaki ölümcül kusuru tespit etmek kolay olacaktır. Aslında, temelleri inceleme zahmetine katlanmayan birinin ayrıntılarla uğraşırken hataya düşmesi pek de şaşırtıcı olmayacaktır.

Vergi tesadüfü sorununun en sık tüketim veya satış vergisi örneğiyle açıklanan standart açıklaması şu şekildedir:[10] Bir tüketim veya satış vergisi konulduğunu varsayalım. Bunun yükünü kim taşımalıdır? Kabul edilmektedir – ve elbette bunun geçerliliğini tartışmak gibi bir niyetim yok – bir anlamda tüketicilerin yükü üstlenmesi gerektiği ve her zaman üstlendiği konusunda hiçbir şüphe olamaz. Çünkü böyle bir verginin spesifik sonuçları ne olursa olsun, ya tüketiciler aynı mallar için daha yüksek bir fiyat ödemek zorunda kalacak ve yaşam standartları bu nedenle bozulacaktır ya da vergi üreticilere daha yüksek maliyetler yükleyecek ve tüketiciler daha düşük üretim nedeniyle cezalandırılacaktır.

Ancak, ki bu konuda keskin bir fikir ayrılığına düşeceğiz, daha sonra bir verginin uygulanmasının tüketicilere birinci şekilde mi yoksa ikinci şekilde mi zarar verdiğinin açık bir ampirik soru olduğu ve cevabının vergilendirilen ürünlere olan talebin esnekliğine bağlı olduğu savunulmaktadır. Eğer talep yeterince esnek değilse, o zaman üreticiler tüm yükü daha yüksek fiyatlar şeklinde tüketicilerin üzerine yıkacaktır. Eğer talep oldukça elastikse, üreticiler vergiyi daha yüksek üretim maliyetleri şeklinde absorbe etmek zorunda kalacaklardır ve eğer talep eğrisinin bir kısmı inelastik ve bir kısmı da elastikse (bu durumun ampirik olarak en sık rastlanan durum olduğu iddia edilmektedir), o zaman yükün bir şekilde paylaşılması gerekecektir; yükün bir kısmı tüketicilere kaydırılırken bir kısmı da üreticilerin üzerine düşecektir.

Bu tür bir argümanın nesi yanlış? Daha önceki analizimde kullandığım terimlerden farklı terimlerle ifade edilmiş olsa da, daha genel bir düzeyde yanlış olduğu zaten gösterilmiş olan bir şeyi, biraz daha spesifik bir tartışma düzeyinde yeniden ifade ettiğini fark etmemek mümkün değildir: vergilerin üretken çıktıyı azaltabileceği veya azaltmayabileceği tezi; vergiler ile üretken çıktı arasında zorunlu bir bağlantı olmadığı tezi; ve üretime dokunulmazken bir verginin yalnızca tüketimi etkilemesinin ampirik olarak mümkün olduğunun düşünülmesi gerektiği tezi. Ders kitabındaki vergi tesadüfü açıklamasının yaptığı gibi, vergilerin tamamen ya da kısmen tüketicilerin üzerine kaydırılabileceğini varsaymak, basitçe bir verginin üretimi olumsuz etkilemeyebileceğini söylemektir. Çünkü eğer bir verginin herhangi bir miktarını tüketicilere kaydırmak mümkün olsaydı, bu miktar “üretim dışı bir vergi”, yani sadece tüketim üzerinden alınan bir vergi olurdu[11].

Tipik ders kitabı analizini çürütmek için, zaman tercihi ile kısıtlanmış insanlara uygulanan herhangi bir verginin, tüketim için ima ettiği olumsuz sonuçların ötesinde üretimi olumsuz etkilemesi gerektiği sonucuna varan önceki tartışmamıza geri dönülebilir. Ancak, temelde aynı noktaya değinmek ve böylece herhangi bir verginin hiçbir miktarının tüketicilere yansıtılamayacağı şeklindeki daha spesifik tezi ortaya koymak için burada biraz farklı bir tartışma yolu seçeceğim. Aksini varsaymak, açıkça imkansız olan bir şeyi varsaymaktır.

Verginin ileriye doğru kaydırılması doktrininin saçmalığı, bu doktrinin sürekli olarak hem üretici hem de tüketici rollerini üstlenen tek bir aktörün durumuna uygulanmaya çalışıldığı anda ortaya çıkmaktadır. Böyle bir üretici-tüketici için doktrin şu önermeye karşılık gelir: Gelecekteki bazı malları elde etmenin maliyetlerinde bir artışla karşı karşıya kalırsa – yani kendisinin maliyet artırıcı bir olay olarak algıladığı bir artışla – o zaman bu yüksek maliyetleri kendi üzerine kaydırır, öyle ki elde edilecek mala buna karşılık gelen daha yüksek bir değer atfederek karşılık verir, böylece eski kar marjını geri kazanır, böylece üretici rolünü değişmeden ve bozulmadan bırakır ve yalnızca tüketici rolünde kısıtlayıcı ayarlamalar gerektirir. Ya da, daha da sert bir şekilde formüle edilirse, değer üretme çabaları söz konusu olduğunda, vergi bir birey için herhangi bir fark yaratmaz, çünkü üretilecek malı buna uygun olarak daha fazla sevmeye başlar.

Basit bir akıl yürütme, böyle bir saçmalığa yol açan şeyin temel bir kavramsal karışıklık olduğunu ortaya koymaktadır: İleriye kaydırma doktrini, bir kişinin analizinde talebin verili olduğunu varsayması gerektiğini ve bunun aslında zamanın herhangi bir noktasında verili olduğu için varsayılması gerektiğini kabul etmemesinden kaynaklanmaktadır. Bunu gözden kaçıran her analiz kusurludur, zira talebin değiştiği varsayılırsa her şey mümkün olabilir: üretim artabilir, azalabilir ya da değişmeden kalabilir. Eğer ben bir çay üreticisiysem ve çay vergilendirilirse ve çaya yönelik talep çizelgesinin eş zamanlı olarak yükseldiği varsayılırsa, doğal olarak insanların artık çay için eskisinden daha yüksek bir fiyat ödemeye istekli olması mümkündür.

Ancak bu açıkça verginin ileriye doğru kaydırılması değil, talepteki bir değişikliğin sonucudur. Bu olasılığı vergi tesadüf analizi başlığı altında sunmak düpedüz saçmalıktır: bu aslında fiyatların talepteki değişikliklerden nasıl etkilendiğine dair tamamen farklı bir sorunun analizidir ve vergilendirmenin etkileriyle hiçbir ilgisi yoktur. Buradaki kafa karışıklığı, bir elmayla diğerinin iki ettiği ifadesini “Hayır, az önce bir elma daha ekledim ve bakın, burada iki değil üç elma var” diyerek “çürüten” birinin karşılaşacağı kadar büyük ölçektedir. Matematikte böyle bir saçmalıktan paçayı kurtarmak zordur; ekonomide ise daha az saçma olmayan bir doktrin ortodoksidir.

Ancak, bir verginin ileriye kaydırılıp kaydırılamayacağı sorusunu yanıtlamaya çalışırken mantıksal olarak talebin verili olduğunu varsaymaya kararlıysanız, her vergi yalnızca arz tarafını etkileyen bir olay olarak yorumlanmalıdır: tedarikçilerin elindeki arzı azaltır.12 Başka herhangi bir sonuç, en başından beri varsayılanın – bir verginin gerçekten konduğu ve üreticiler tarafından bu şekilde algılandığının – inkarı anlamına gelecektir. Bir vergi alındığında sadece arz eğrisinin kaydığını söylemek (talep eğrisi eskisi gibi kalırken), vergi yükünün tamamının aslında tedarikçiler tarafından üstlenilmesi gerektiğinden başka bir şey söylemek anlamına gelmez.

Elbette, arz eğrisinin sola kayması fiyatların yükselmesine neden olacak ve tüketiciler doğal olarak bu yüksek fiyatları ödemek zorunda kalarak ve böyle bir fiyata ancak daha az miktarda mal alabildikleri için zarar göreceklerdir.[13] Ancak hatırlanacağı üzere, tüketicilerin vergilerden kaçınılmaz olarak zarar göreceğinden hiçbir zaman şüphe edilmemiştir. Ancak, bu yüksek fiyatın vergi yükünün üreticilerden tüketicilere kaydırılması olduğunu düşünmek bir yanılgıdır. Aksine, tüketiciler burada “sadece”, malları için daha yüksek fiyatlar talep edilmesine rağmen, yükü taşımak zorunda olan üreticilere verilen zarar nedeniyle zarar görmektedir.

Bir girişimci gerçekten de vergi yükünün herhangi bir miktarını kendisinden alıp tüketicilerin üzerine kaydırabilseydi, neden gerçek zorlayıcı verginin gelmesini beklemek yerine gönüllü olarak kendi üzerine bir vergi koyarak bunu zaten yapmazdı diye sormak gerekir! Cevap açıktır: Girişimci fiyat belirleme faaliyetinde her zaman verili talep tarafından kısıtlanmaktadır. Herhangi bir girişimci tarafından belirlenen fiyat, gerçekte seçilenden daha yüksek bir fiyatın daha düşük bir toplam gelir getireceği beklentisiyle belirlenir. Aksi takdirde, daha yüksek bir fiyatın daha büyük bir gelir getirmesini beklerse fiyatı yükseltecektir. Bir girişimci, söz konusu herhangi bir fiyat aralığı bölgesinde talebin esnek olmayacağını beklediği sürece, bundan faydalanacak ve daha yüksek fiyatı seçecektir. Beklentileri tersine döndüğü ve bu fiyatın üzerindeki talep eğrisinin elastik olacağını tahmin ettiği için fiyatları yükseltmeyi bırakır ve belirli bir fiyatta karar kılar. Talep eğrisinin inelastik ve elastik kısımlarına ilişkin bu beklentiler, girişimcinin bir vergi ile karşı karşıya kalması durumunda hiç değişmez. O zaman da şimdi olduğu gibi daha yüksek fiyatların gelir kaybı yaratmasını bekler. Dolayısıyla, vergi yükünden kaçabileceğini iddia etmek açıkça söz konusu değildir. Aslında, azalan arzın bir sonucu olarak fiyat şimdi yükseliyorsa, bu yukarı doğru hareket talep eğrisinin elastik bir kısmına doğru olmalıdır ve bu nedenle girişimcinin bunun tam bedelini azalan gelir şeklinde ödemesi gerekir. Başka herhangi bir sonuç mantıksal olarak hatalıdır.

Girişimci ancak vergilendirme ile eşzamanlı olarak talepte bir değişiklik beklerse fiyatını zarara uğramadan değiştirebilir. Örneğin, talebin artmasını beklerse, öyle ki talep eğrisi şu anda geçerli olan fiyatın üzerinde elastik değil inelastik bir uzanım gösterecekse, cezaya maruz kalmadan fiyatı yükseltebilecektir. Yine, bu verginin ileriye kaydırılması değildir. Bu artan taleptir. Vergi olsa da olmasa da girişimci tam olarak aynı şekilde hareket edecektir. Verginin bu tür fiyat değişiklikleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Her halükarda vergi, vergilendirilen malların tedarikçileri tarafından münhasıran ve tam olarak ödenmelidir.

Yazar: Hans-Hermann Hoppe

Çeviren: Egemen Eray

Önceki İçerikÖZGÜRLÜK, HOŞGÖRÜ VE FARKLILIK
Sonraki İçerikSAĞ İTTİFAK VE DEVA PARTİSİ