İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısı İsmail Uçar’ın yargıda rüşvet iddialarıyla ilgili olarak Hakimler ve Savcılar Kurulu’na gönderdiği mektup Türkiye’de ‘’mahkemelerin adalet dağıttığı’’na ilişkin zaten pek de kuvvetli olmayan inancın iyice zayıflamasına yol
açacak gibi görünüyor.

Söz konusu mektup-raporda ilginç iddialar yer almaktadır. Buna göre, 2016’daki darbe girişimini izleyen yargıdaki tasfiyeden sonra, “Azalan hâkim-savcı sayısını ihtiyaca binaen hızla artırma yoluna gidilince yargı mensuplarındaki nitelik ister istemez irtifa kaybetti. Halkta yargıya karşı güvensizlik oluşmaya başladı.’’ Bu bağlamda ‘’kimi yargı mensupları … her türlü kirli işi yapmayı kendinde hak görmeye başladı.’’ Raporda Anadolu Adliyesinde ‘’iş takibi ve aracılık yapan, rüşvete tevessül eden yargı mensupları’’ndan, ‘’para karşılığı sulh ceza hâkimliklerinde erişimin engellenmesine dair kararlar verildiği(nden), usulsüz tahliyeler yapıldığı’’ndan, ‘’yargı içinde oluşmaya başlayan çete ve çetecikler’’den söz edilmektedir.

Başsavcı Uçar’ın raporu hakkındaki haber-yazının yayımlanmasından sonra Adalet Bakanı Yılmaz Tunç yazılı bir açıklama yaparak Uçar’ın mektubunda bahsettiği rüşvet iddialarına ilişkin soruşturma başlatıldığını duyurdu. HSK Teftiş Kurulu inceleme ve soruşturma izni verilmesi üzerine konuyla ilgili müfettiş görevlendirdi. Bir yandan, haklarında rüşvet iddiası olan yargı mensupları hakkında HSK müfettişleri inceleme yaparken, öbür yandan Başsavcı İsmail Uçar’ın talimatıyla sivil şüpheliler hakkında da ceza soruşturması başlatıldı.

Bu bağlamda savcılar şaibeli kararlara imza atan hâkimlerle temas kuran, para karşılığı tahliyelere ve haberlere erişim engeli getirilmesine aracılık eden avukat, bürokrat ve diğer şüphelilerin kimliklerini belirlemeye başladı. Ayrıca, yargıdaki ‘’rüşvet çarkı’’nın örgütlü bir suç olması ihtimali nedeniyle, soruşturmanın suç örgütlerine de uzanabileceği tahmin edilmektedir. Bu arada, son yıllarda alışkın olduğumuz üzere, kamunun olayın gelişimini takip etmesini zorlaştıracak şekilde, mahkeme kararıyla raporla ilgili haberlere ulaşım engellendi.

Görünüşte yargı düzeniyle sınırlı olan bu vahim yozlaşma örneği hakkındaki sınırlı bilgimize rağmen, yukarıdaki anlatımda yer alan kimi ipuçlarını bu konudaki önceki tecrübelerimizle birleştirdiğimizde, ucu kimi siyasî şahsiyetlere ve mafyatik örgütlere uzanabilecek büyük bir skandalla karşı karşıya olabiliriz.

Olayın siyasî yönü bakımından, Raporda yer alan, 2016’daki darbe girişimini takiben ‘’Fethullahçı’’ hâkim ve savcıların tasfiye edilmesi sonucu azalan hâkim-savcı sayısını ‘’hızla artırma ihtiyacı’’ ve ‘’yargı içinde oluşmaya başlayan çete ve çetecikler’’ ifadeleri anlamlı ipuçları olarak görünmektedir. Sözü edilen hâkim-savcı sayısını ‘’hızla artırma ihtiyacı’’nın AKP iktidarının yargıyı nasıl siyasallaştırdığına o zaman tanık olmuştuk.

Bütün ülkede AKP üye ve sempatizanları dışında herkesin susturulduğu bir ortamda, yargı kadrolarının, avukatlıktan devşirilenler, staj süreleri kısaltılan hâkim-savcı adayları ve bilâhare yazılı sınav sonuçları yerine mülâkat ‘’başarıları’’nın esas alındığı binlerce yeni atamayla doldurulduğu hatırlanacaktır.

Ancak, bunun etkisi hâkim ve savcıların niteliklerinde kaydedilen ‘’irtifa kaybı’’ndan ibaret değildir. Meslek mensupları arasında partizan sempatilere dayanan bir dayanışma ağı oluşmasını kolaylaştıran böyle bir yargı düzeninin, düşünce ve duygu birliği içinde olan partizan bir grubun iktidara dayanmanın verdiği güvenle çeteleşmeleri için fevkalâde elverişli bir zemin oluşturacağını öngörmek zor olmasa gerektir. Başka türlü, Türkiye yargısında partizan siyasî etkinin son 7-8 yılda olduğu kadar belirgin olması mümkün olmazdı.

Öte yandan yargı içinde oluşan çetelerin zaman içinde devlet dışındaki mafyatik örgütlerle ilişkiye girmeleri de şaşırtıcı olmaz. Nitekim, soruşturmanın ‘’suç örgütlerine’ de uzanma ihtimalinden söz edilmektedir. Eğer yargı içinde gerçekten de Başsavcı Uçar’ın dikkat çektiği oluşum halinde çeteler varsa, mafyatik ‘’sivil’’ çetelerin bunlara ulaşması da çok zaman almayacaktır. Tahmin edilebilecek nedenlerle, böyle bir ilişki her iki tarafın da yararınadır.

Esasen, bu gazetede 17 Mayıs 2021 tarihinde çıkan yazımda da belirttiğim gibi, yasadışı çetelerin kalıcı ve güçlü suç örgütleri haline gelmeleri de devletin bir şekilde katkısı olmadan mümkün değildir. Yakın geçmişte kimi mafyatik figürlerin ifşaatlarının ima ettiği gibi, bazı örneklerde bu tür örgütlerin yöneticileri bürokratik veya siyasî figürlerle içi içe geçmiş durumudur. Aynı yazıda bahsettiğim Alaattin Çakıcı örneği bu bakımdan tipiktir.

Sonuç olarak, eğer bu skandalın arka planı anlattığım gibiyse, yapılacak soruşturmanın bütün hakikati ortaya çıkaracağı gibi bir hayale kapılmasak iyi olur.


(Diyalog, 22 Ekim 2023)

Önceki İçerikLiberalizm, İklim Değişikliği ve Şehir Planlaması: İstanbul Örneği Üzerine Bir İnceleme
Sonraki İçerikBireysel Otomobil Piyasası ve Vergi Yükü
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)