Ülkelerin demokratikleşme skorlarını ölçen bütün indeksler, Türkiye’nin son yıllarda gerilediğini ve otoriterleştiğini göstermektedir. Türkiye’nin indekslerdeki yerinin gerilemesi ve otoriterleşme eğilimi, özgürlükler ve insan hakları konularını derinden etkilemektedir. Endişe verici bu durumun etkilediği alanlardan biri de şüphesiz basın özgürlüğüne ilişkindir. Bu çerçevede, Özgürlük Araştırmaları Derneği olarak International Democratic Initiative (IDI) ve Friedrich Naumann Foundation(FNF) desteğiyle Türkiye’nin basın özgürlüğüne ilişkin durumunu ele aldık. Burak Bilgehan Özpek'in yazarlığında yayınlanan "Türkiye'de Basın Özgürlüğü (2019-2020) Raporu”, 2019 senesinin 1 Ocak gününden, raporun tamamlandığı 21 Haziran 2020 tarihine kadarki süreçte Türkiye’deki medya özgürlüğünün durumunu ele almaktadır.

“Türkiye’de Basın Özgürlüğü (2019-2020) Raporu”nda basın kuruluşları ve gazeteciler üzerindeki baskının anlaşılabilmesi için üç değişken kullanılmıştır. Bunlardan birincisi “yasal çerçeve” olarak adlandırılmış ve kamu otoritesinin şiddet uygulama tekeline yaslanarak basın kuruluşları ve gazeteciler üzerinde kurduğu baskıyı göstermektedir. Gazetecilerin tutuklanması, medya kurumlarına el konulması, yayın yasakları ve sosyal medya kısıtlamaları bu çerçevede ele alınmıştır. İkinci parametre olarak “bağımlılık çerçevesi”, hükümet ile basın kuruluşları arasındaki iktisadi bağımlılık ilişkisini incelemektedir. İlgili parametre, kamu kurumlarının reklam politikasının piyasa ekonomisi ile uyumsuzluk gösterdiği ve medya sahiplerinin yayın politikasının siyasal iktidarın lütfuyla diğer sektörlerde alınan ihalelerin gölgesinde belirlendiği savını güçlendirmektedir. Diğer bir parametre ise popülizm kavramı çerçevesinde ele alınan kamusal tartışmanın kalitesine ilişkindir. Medyadaki kutuplaştırıcı dil, yalan haber (fake news) sayısı ve komplo teorilerinin yaygınlığı bu parametrenin durumunu anlamaya çalışılırken başvurulan kavramlardır. Çalışmanın son bölümünde ise medya özgürlüğü adına yaşanan olumlu gelişmeler ele alınmış ve bazı çözüm önerileri sunulmuştur.

Özellikle Gezi Parkı Protestolarından sonra gazeteciler ve basın kuruluşları üzerindeki baskı artmış, yargı kurumları hükümetin siyasi gündemini gözeterek hareket etmeye başlamışlardır. Bu durum, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, Çözüm Süreci’nin bitmesiyle, daha da genişlemiş, 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrası ise zirveye ulaşmıştır. Türkiye’nin OHAL (Olağanüstü Hal) koşullarında sandığa giderek Başkanlık Sistemi’ne onay vermesi üzerine bürokratik sistem üzerindeki Cumhurbaşkanlığı etkisi dramatik bir şekilde artmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı zamanda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı olması, devletin tüzel kişiliği ile AK Parti’nin siyasi gündemi birbirine karışmıştır. Diğer bir ifadeyle, AK Parti’nin siyasi ikbaline zarar verebilecek herhangi bir söylem veya politika devlete karşı işlenmiş bir suça veya ulusal güvenliğe yönelik bir tehdide dönüşmektedir. Ekonomik krizin başladığı 2018 yılının yaz aylarından bu yana ulusal ölçekte yayın yapan Vatan Gazetesi, AMK Gazetesi, Habertürk Gazetesi, Star Gazetesi ve Güneş Gazetesi yayın hayatına son vermiştir. Öte yandan, ekonomik krizin birçok yerel gazeteyi de etkilediği de gözlenmiştir. Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Yılmaz Karaca, 2019 senesi içerisinde 1150 yerel gazeteden 125’inin maddi imkansızlıklardan ötürü yayın hayatına son verdiğini açıklamıştır.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 7 Nisan 2020 tarihinde yaptığı açıklamaya göre 85 gazeteci ve medya çalışanı cezaevindedir. İlginç olan, 15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati ve Kürt medyasına odaklanan tutuklamaların Kemalist ve milliyetçi yazarlara da sıçramasıdır. İfade Özgürlüğü Derneği tarafından 2019 yılında yayınlanan Engelli Web raporuna göre, bu seneye değin Türkiye’de toplam 245.825 web sitesi engellenmiştir. Sadece 2018 senesinde bu rakam 54.903 olmuştur. Bu dönemin en olumlu gelişmesi, Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu tarafından 29 Nisan 2017 tarihinde erişimi engellenen Wikipedia’nın Anayasa Mahkemesi’nin 26 Aralık 2019 tarihinde verdiği karar ile yeniden erişime açılmış olmasıdır.

Yayın yasağı koymak iki şekilde mümkün olabilmektedir. Birincisi mahkemeler, yani yargı erki aracılığıyla; ikincisi ise yürütme erki, yani Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) verilerine göre 1 Ocak 2019 ile raporun yazıldığı 21 Nisan 2020 tarihine kadar mahkemeler tarafından 197 yayın yasağı getirilmiştir. Bu yasaklar arasında dikkat çeken, özellikle Suriye operasyonu sırasında yaşanan gelişmelerin ve kayıp haberlerinin halka ulaştırılmasını yasaklayan kararlardır. Cumhurbaşkanlığı tarafından getirilen yayın yasakları arasında ise RTÜK’ün verilerine göre en son 2018 yılındaki Çorlu Tren Kazası yer almaktadır.

1 Ocak 2019 tarihiyle 20 Nisan 2020 tarihleri arasında RTÜK yayıncı kuruluşlara toplam 1734 adet yayın durdurma, para cezası ve uyarı cezası vermiştir. Bu cezalar arasında en dikkat çekeni, ülkenin en çok izlenen ana haber bülteni olan Fox TV’ye verilmiş olandır. Twitter Transparency’nin 6 aylık periyodlar halinde hazırlanan raporuna göre Türkiye, yılın ilk yarısında, dünya çapında içerik yasaklama talebinde birinci sıradadır. Türk mahkemeleri 388, diğer yetkili makamlar ise 5685 içerik yasaklama talebinde bulunmuştur. Twitter bu taleplerin sadece yüzde 5’ine olumlu yanıt vermiştir. Ancak belirtilmelidir ki, sosyal medya kısıtlaması sadece devlet tarafından talep edilmemektedir. Özellikle “troll” olarak tarif edilen ve hükümet yanlısı görüşleriyle dikkat çeken hesaplar adeta sosyal medya devriyesi gibi davranmaktadır. Bu kişiler, muhalif görüşleri bastırma, sindirme ve yıldırma gibi taktiklere başvurdukları gibi twitter kullanıcılarını Emniyet Müdürlüğü’ne ihbar etme gibi görevleri de ifa etmektedirler.

Medyanın finansmanı konusu, medyanın ne denli özgür olduğunu ve siyasi iradenin resmi görüşlerine alternatif seslerin ne denli yüksek çıktığını anlayabilmek için önemli bir göstergedir. Türkiye’de son dönemde gazete satışları oldukça azalmıştır. Bunun sebebi, dijital dönüşüm olarak gösterilse de medyaya duyulan güvenin azalması ve okurların kendilerini ifade edecek gazete bulamamaları da tirajların azalmasında etkili olmuştur. Hükümeti destekleyen gazetelerin bayii satışları ile açıkladıkları tirajları arasında oluşan uçurumun nedeni belediyeler, kamu kuruluşları ve Türk Hava Yolları gibi kamu tarafından yönetilen kurumların yaptığı alımlar olduğu düşünülmektedir. 23 Haziran 2020 yerel seçimlerin sonucunda bazı büyükşehir belediyelerinin el değiştirmesi gazete tirajları arasındaki ilişkiyi gösteren başka bir değişken olmuştur. Çünkü belediyelerin el değişimiyle birlikte gazetelerin tirajlarında bir değişim gerçekleşmiştir. Siyasi değişimler ile tiraj rakamları arasındaki bu ilişki, medyanın finansmanı konusunda kamu gücünün ve bu gücü kullanan siyasi iradenin ne denli etkili olduğunu göstermektedir.

İlliberal demokrasilerde hükümetlerin medya üzerindeki kontrolleri serbest piyasayı oldukça etkilemektedir. Siyasi iktidarın, medya üzerinde, iktisadi araçlar vasıtasıyla kurduğu kontrolü anlamanın en kolay yolu reyting oranı ile reklam gelirleri arasındaki orantısızlığı tespit etmektir. Ancak 2018 yılında Televizyon İzleme Araştırmaları Kurumu (TİAK) tarafından reklam harcamalarının raporlanmaması doğrultusunda bir karar alınmıştır. Alınan bu kararla TİAK tarafından yayınlanan reyting oranlarının verisine ulaşılabiliyor iken, hangi televizyon kanalına hangi şirketin ne kadar reklam verdiği verisine ulaşılamamaktadır. Şeffaflıktan kaçınmak ve veri akışını bloke etmek reklam bütçelerinin harcanması konusunda oldukça manidardır.

Otoriter yönetimler, medyayı kontrol ederken sadece bilgi akışını değil aynı zamanda kamusal tartışmanın niteliğini de manipüle etmeyi amaçlarlar. Bunu yaparak, vatandaşlar ile toplumdaki alternatif seslerin ve yorumların buluşmasını önlemeyi amaçlamaktadırlar. Özellikle, iktidarın seçimler ile belirlendiği illiberal ve popülist otoriterliklerde, hayatın her anı temposu yüksek bir siyasallaşmanın baskısı altında geçer.  Türkiye’de gerek geleneksel medyada gerekse sosyal medyada toplumu kamplara ayırma ve onların arasındaki medeni diyaloğu tahrip etmek için kutuplaştırıcı bir dil kullanma oldukça yaygındır.

2019 senesinin 1 Ocak gününden, raporun tamamlandığı 2020 21 Haziran tarihine kadar, Türkiye’deki medya özgürlüğünün durumu olumsuz görünümünü korumakta ve gittikçe kötüleşmektedir. Sosyal medya platformlarının hala açık olması, internet medyasının gittikçe daha fazla izleyiciyle buluşması ve son yerel seçimlerde birçok büyükşehrin muhalefet partisi adayları tarafından kazanılması, dolayısıyla hükümet yanlısı basın kuruluşlarına belediye üzerinden para aktarılamaması, geride bıraktığımız dönemin olumlu sayılabilecek gelişmeleridir.

Önceki İçerikBülten #6: Özgürlüklerin Covid-19 Ile Imtihanı
Sonraki İçerikBülten #9: Özgürlüklerin Covid-19 Ile Imtihanı