“HSK’yı yeniden yapılandırarak çoğulcu bir yapı kurmayan ve yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını güvence altına almayan hiçbir reform söyleminin, hukuk devletinin yeniden inşasına katkıda bulunmayacağı açıktır.”
‘Özgürlük Gündemi’ adlı bültenin üçüncü sayısına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz!
Türkiye Siyaseti Üzerinde Mafya Gölgesi
Mafya Lideri Çakıcı CHP Genel Başkanını Tehdit Ediyor
Son yıllarda cezaevinden çıkan organize suç örgütü liderleri ilginç bir biçimde siyasete özel bir ilgi duymaya başladılar. Ne var ki, siyasete duydukları bu ilgi sivil olmaktan çok kaba kuvvet gösterisi ve amansız bir iktidar savunusu üzerine kurulu. 2000’li yılların başında etkisini yitiren mafya liderlerinin günümüzde tekrar görünürlük kazanmaları ve siyasi gündem yaratabiliyor olmaları, Türkiye demokrasisinin ne kadar gerilediğini gösteriyor.
Organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş olan Alaattin Çakıcı yazdığı bir mektupta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu açık bir biçimde tehdit etti. Bu, Çakıcı’nın ilk tehdidi değildi. Nisan ayında yürürlüğe giren infaz düzenlemesiyle ilgili olarak “Mafya liderlerini, uyuşturucu kaçakçıları serbest bırakıp düşünce suçlularını hapsetmekten vazgeçecek misin?” diye hükümete eleştiri getiren Kılıçdaroğlu’na Alaattin Çakıcı sosyal medya hesabından “Akıllı ol!” demiş ve CHP liderini tehdit etmişti. Yine iki yıl önce cezaevindeyken yaptığı bir basın açıklamasında Çakıcı, gazetecileri de tehdit etmişti. Bir organize suç örgütü liderinin ana muhalefet partisi başkanını bu kadar rahat bir biçimde tehdit etmesi ve herhangi bir hukuki yaptırımla karşılaşmamasıhakkında henüz hiçbir soruşturma başlatılmaması hukukun üst hukukun üstünlüğü ilkesinin hiçe sayıldığını gösterdiği gibi aynı zamanda muhalif siyasi liderlerin can güvenliği olmadığını göstermektedir. Her ne kadar Çakıcı’nın sözleri ile ilgili soruşturma başlatılmış olsa da Türkiye’de siyasi içerikli davalarda AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumu belirleyici oluyor. Bu bağlamda, konu ile ilgili olarak şimdiye kadar AKP’den ve Cumhurbaşkanı’ndan herhangi bir kınama gelmediğini de not etmek gerekir. Daha da kötüsü, Cumhur İttifakı ortaklarından MHP lideri Bahçeli’nin “Çakıcı benim dava arkadaşımdır” diyerek ona destek vermesi olmuştur.
Ne yazık ki, organize suç örgütü liderlerinin muhalefeti hedef alması artık istisnai olmaktan çıkmışıyor, sistematik hale gelmiştir.iyor. Nitekim cezaevinden çıkan Sedat Peker de hükümet yanlısı bir tutum almış, muhalifleri tehdit ederhedef alan beyanatlar vermişti. O kadar ki, Cumhurbaşkanı’na diktatör diyenleri en yakın bayrak direklerine ve ağaçlara asmakla tehdit etmişti. Kınamasız ve cezasız kalan bu tehditlerden anlıyoruz ki, Türkiye’de 1990’lı yılları anımsatan bir biçimde artan mafya görünürlüğü, hükümetin iradesinden bağımsız olarak değil tam tersine “hoşgörüsü” dahilinde gerçekleşiyor.
Muhalif Belediye Başkanları Üzerinde Baskı
Hükümet, muhalif belediye başkanları üzerinde kurduğu baskıyı her geçen gün artırıyor. İzmir Valiliği; İzmir Depremi ile ilgili olarak belediye başkanlarının, muhtarların ve diğer kamu görevlilerinin basın yayın organlarına konuşmamasını bildiren bir yazı gönderdi. Öte yandan, İçişleri Bakanlığı birçok uzman tarafından çevreye zararlı olduğu dile getirilen Kanal İstanbul Projesi’ne karşı çıktığı ve belediye imkanlarını halkı bu projeye karşı bilinçlendirmek için kullandığı gerekçesiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında soruşturma açtı. Muhalif belediye başkanlarına yönelik bu ve benzeri sansür ve soruşturmaların uygulanması esasında bu şehirlerde yaşayan vatandaşların siyasi iradesini hedef almaktadır ve sağlığını tehdit etmektedir.
Hükümetin hukuk reformu söylemi ne vadediyor?
Ekonomideki kötü gidişin derinleşmesi ve Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın istifasının ardından Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından art arda yabancı yatırımcı çekmek için hukuk reformu yapılacağı yönünde açıklamalar yapılmıştıryapıldı. Bu açıklamalarda ABD başkanlık seçimlerini Joe Biden’ın kazanmasının etkisi olduğu da söylenebilir. Türkiye’de mevcut hukuk düzeninin yabancı yatırımcı için öngörülebilir ve güvenceli bir hukuk ve yargı ortamı sunmadığı açıktır. Ancak hukuk ve yargıya ilişkin sorunlara böyle dar bir çerçeveden bakılması gerçekçi bir çözüm programı uygulanmasını olanaksız hale getiriyor. Zira hiçbir siyasi ve yargısal denge ve denetim mekanizmasının işlemediği bir ortamda tali yasa değişiklikleri ile herhangi bir iyileşme sağlanması mümkün değildir. Hukuk devletinin vazgeçilmez unsuru olan yargı bağımsızlığı 2010 yılından bu yana yapılan Anayasa ve yasa değişiklikleri ile ortadan kaldırılmış, yargı tamamen yürütmenin kontrolü altına alınmıştır. 15 Temmuz sonrası bireysel bir soruşturma yürütülmeden yapılan tasfiyelerle yargı mensupları arasında bir korku iklimi oluşturulmuştur. HSK’yı yeniden yapılandırarak çoğulcu bir yapı kurmayan ve yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını güvence altına almayan hiçbir reform söyleminin, hukuk devletinin yeniden inşasına katkıda bulunmayacağı açıktır.
Sokak röportajında hükümeti eleştiren vatandaş tutuklandı
Antalya’da sokak röportajı sırasında yönetimi ve politikalarını eleştiren ve Cumhurbaşkanının yargılanması gerektiğini söyleyen İsmail Demirbaş isimli vatandaş, röportajın sosyal medyada yayınlanmasının ardındandan göz altına alınmış ve daha sonra da tutuklanmıştır.. Demirbaş’ın Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla tutuklandığı öğrenilmiştir. Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla açılan soruşturma ve davalarda son yıllarda çok yüksek bir artış olduğu görülmektedir. 2014-2019 yılları arasında Türk Ceza Kanunu’nun Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddesi kapsamında 128.872 soruşturma başlatılmış, 30.738 kişi hakkında ise dava açılmıştır. İfade özgürlüğüne yönelik en büyük tehditlerden birine dönüşen 299. madde, AİHM içtihatlarına aykırı olduğu gibi Venedik Komisyonu tarafından da kaldırılması talep edilmiştir.. Ancak açıklanan reform programlarında bu yönde bir öneri yer almamaktadır.
Anayasa Mahkemesi darbe girişimine karşı koyan sivillere dokunulmazlık öngören düzenlemeyi Anayasaya uygun buldu
696 sayılı OHAL KHK’sı ile 668 sayılı KHK’nın (6755 sayılı Kanun) 37. maddesine eklenen ikinci fıkra ile 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin bu fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluklarının doğmayacağı öngörülmüştür. Bu kuralın şekil ve esas bakımından iptali talebiyle açılan davada Anayasa Mahkemesi, kuralın anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir.
Kuralın suç teşkil eden fiilleri kapsamadığını belirten mahkeme, öngörülen sorumsuzluğun yalnızca darbe teşebbüsünü bastırmaya yönelik fiiller açısından geçerli olduğu ve hukuka uygun fiilleri kapsadığı gerekçesiyle kuralın anayasaya aykırılık taşımadığı sonucuna ulaşmıştır. Yorumlu ret kararı olarak nitelenebilecek bu karar, yasa koyucunun hukuka uygun olan fiiller için niçin sorumsuzluk düzenlemesi yapmaya ihtiyaç duyduğunu açıklamadığı gibi düzenlemenin soruşturma yapılmasını engellemediği saptamasının doğruluğu da kuşkuludur. Toptan sorumsuzluk öngören düzenlemeler, keyfi uygulamalara yol açacağından bir hukuk devletinde her zaman kuşkuyla yaklaşılmalıdır.
Türkiye Ekonomisinde Deprem
Türkiye ekonomisi şu günlerde büyük bir deprem yaşıyor. Önce Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal 7 Kasım 2020 tarihinde, yani piyasaların kapandığı gün olan Cuma günü, gece 02.00 saatlerinde görevden alındı. Uysal’dan boşalan göreve, daha önce maliye Maliye bakanlığı Bakanlığı da yapmış olan Naci Ağbal atandı. Murat Uysal’ın da görevden alınmasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldiğinden beri hiçbir merkez Merkez bankası Bankası başkanı görev süresini tamamlayamadan görevlerinden alınmış oldulartamamlayamamış oldu. Murat Uysal da bir önceki başkan olan Murat Çetinkaya’nın 6 Temmuz 2019 tarihinde görevden alınmasıyla göreve getirilmiştilmişti. Murat Çetinkaya’nın görevden alınma sebebini “Laf dinlemiyordu.” olarak açıklayan ve TCMB’nin bağımsızlığını neredeyse yok eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Murat Uysal’ın görevden alınma nedenine ilişkin henüz bir açıklama yapmadı. Tabii Erdoğan’ın “laf dinleme”mekten kastının Çetinkaya’nın faizleri artırmış olması olduğu konusunda ise herkes bir konsensüse varmıştı.
Tüm bunların yankısı sürerken Erdoğan’dan sonra ülkeyi yönetecek kişi olarak hazırlanan, ülke çapında önemli bir medya ve sivil toplum(!) ağını yöneten Berat Albayrak da 8 Kasım 2020 Cumartesi günü saat 19.00 civarlarında Hazine ve Maliye Bakanlığı görevinden istifa etti. Fakat bu istifayı kendi şahsi Instagram hesabından çok kötü bir dille yazılmış, gerçekliği bile muğlak olan bir gönderiyle açıkladı. Gönderide o kadar fazla yazım hatası ve kötü Türkçe kullanımı vardı ki ilk başta insanlar bu istifanın gerçek olamayacağını, Albayrak’ın hesabının hacklenmiş olabileceğini düşündü. Albayrak’ın istifası konusunda uzun bir süre suskun kalan hükümet, istifadan tam 27 saat sonra istifanın kabul edildiğini açıkladı. Bu süre zarfında Türkiye demokrasisine bir utanç sayfası olarak geçecek bir olay daha yaşandı. Albayrak’ın istifasını hiçbir büyük medya kanalı haber yapamadı. Öyle ki, tTüm bu saatler boyunca halkın büyük bir kısmı istifa haberini öğrenemediler. Berat Albayrak, bilindiği üzere, Erdoğan’ın damadıydı ve gücünü sadece Erdoğan’ın damadı olmaktan alıyordu. O güç sayesinde bir medya imparatorluğuna hükmediyordu, fakat yönlendirdiği medya organlarında dahi istifasının haberinin yapılamamış olması, Türkiye’deki otoriterleşmenin en açık göstergesi olarak karşımızda duruyor.
Berat Albayrak’ın kötü yönetimin ekonomi ayağını temsil ediyor olması nedeniyle bu istifa haberi piyasa tarafından olumlu karşılandı ve USD/TRY kuru 8,52’den 8,36’ya düştü. Tüm bunlar yaşandıktan sonra eski bir bürokrat olan ve daha önce bakanlık yapmış olan Lütfü Elvan, Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine getirildi. Yoğun geçen birkaç günün ardından Türkiye ekonomisindeki deprem biraz duruldu ve herkes TCMB’nin bir sonraki Para Politikası Kurulu’nda açıklayacağı faiz kararına odaklandı.
Nihayet, TCMB 19 Kasım 2020 tarihinde faiz kararını açıkladı. Türkiye uzun bir zamandır yapısal problemlerine eşlik eden düşük faiz politikası nedeniyle döviz kurlarında yoğun bir artışla karşılaşmaktaydı. Merkez Bankası politika faizi olarak adlandırılan haftalık repo faizini yüzde 10,25’ten yüzde 15,00’a yükseltmesiyle döviz kurlarındaki hareketlilik sakinleşti. Yapılan bu faiz artışı aslında bir sadeleştirme olarak adlandırılabilir. Çünkü TCMB’nin ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti yüzde 14,70’ler seviyesindeydi. Haliyle piyasa bunu olumlu bulsa da bir sıkılaştırma olarak algılamadı ve bu kararın döviz kurları üzerinde etkisi sınırlı kaldı. 19 Kasım sabahı 7,70 civarlarında olan dolar kuru ancak 7,52 civarına düşebildi ve gün içinde 7,60 seviyelerine yeniden geldi. Şimdi Türkiye ekonomisini çok daha zor ve karmaşık günler bekliyor. ZiraÇünkü faiz artışı yapılmaması piyasalar açısından ciddi bir engel oluşturuyordu. Bu engel de ortadan kalktığına göre artık daha somut ve uzun vadeli adımlar atmanın zamanı geldi.