Freedom House’ın iş birliğinde gerçekleştirdiğimiz ve 2020-21 yıllarında Türkiye’de hukuk devleti, demokrasi, sivil ve ekonomik özgürlükler ve sivil toplumda alanlarında yaşanan en önemli olayları ele aldığımız Özgürlük Gündemi bültenlerinde yer alan çalışmaların derlendiği 2021 ALMANAK: Türkiye’de Hukuk Devleti, Demokrasi, Sivil ve Ekonomik Özgürlükler başlıklı raporumuz 2022 yılında yayınlandı. Bu blog yazısı, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti alanında yaşanan önemli olayların hem bir derlemesi hem de olaylara 2022 yılından bir bakışı sunacaktır.
2020-2021 yılları siyaset, ekonomi, hukuk ve dış politika gibi birçok alanda, Türkiye’nin etkileri uzun sürebilecek meydan okumalardan ve sınamalardan geçtiğini ifade etmek yanlış olmaz. Türkiye’nin hukuk ve demokrasi alanında karşı karşıya kaldığı meydan okumaları birçok gösterge üzerinden okumak mümkün. Anayasanın darbe dönemi ürünü olması, yargının siyasallaşması ve yargıya güvenin azalması, kuvvetler ayrılığının neredeyse fonksiyonlarını kaybedecek noktaya gelmesi, insan hakları konusunda uluslararası göstergelerde Türkiye’nin neredeyse listenin sonlarında kendine yer bulması, denge ve denetleme mekanizmalarının işlevsiz hale gelmesi ve kurumlara siyasi saiklerle yapılan atamalar ve daha birçok nedenden dolayı Türkiye’nin hukuk devletinde ve demokraside ciddi gerilemeler yaşadığını ifade etmek mümkündür.
2021 yılının olaylarını izlediğimizde ön plana çıkan başlıkları şu şekilde derleyebiliriz: şeffaflık sorunu, yargının siyasallaşması, OHAL yasası, muhalefete olan baskılar, kutuplaşmayı artırıcı siyasi söylem ve operasyonlar, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması ve Türk yetkili ve mahkemelerinin uluslararası standart ve hukuku göz ardı etmesidir. AİHM’in Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili vermiş olduğu kararlar uygulanmamış ve bu isimlerin tutukluluk halleri devam etmiştir. Hem Cumhurbaşkanı hem İçişleri Bakanı hem de MHP lideri Devlet Bahçeli kararı tanımadıklarını ve uygulamayacaklarına ilişkin açıklamaları hem kaygı uyandırıcı hem de yargının üzerindeki yürütme baskısının kanıtı olarak yorumlanabilir. Osman Kavala davasına ilişkin sivil toplum kuruluşlarından, Avrupa Konseyi’nden ve diğer ülkelerden gelen baskılara rağmen hükümet Kavala’nın tutukluluğunun sona erdirilmesine yanaşılmamış, Cumhurbaşkanı Erdoğan 2021 Ekim ayının sonunda Kavala’nın serbest bırakılması çağrısı yapan 10 ülkenin büyükelçisini persona non grata ilan edilmesi talimatı verdiğini söylemişti. Kavala davasına ilişkin baskılar sonucunda Kavala 2022’nin Nisan ayında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmış; Mücella Yapıcı, Can Atalay, Çiğdem Mater gibi isimler ise “yardım” suçlamasından 18’er yıl hapis cezası almışlardır. Ayrıca Kavala ve Demirtaş davalarına ilişkin AİHM’in kararların uygulanmaması hem Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile ilişkilerinde önemli sorunlara yol açacağa benziyor.
Kamu otoriteleri doğal afet, savaş gibi krizler karşısında toplumu korumak adına kararlar almakla yükümlüdürler ve bu kararların bir hukuki zemini olmalıdır. Pandemi döneminde Türkiye’de halk sağlığı adına yapılan çalışmalara ve uygulamalar bakıldığında ise hukuki dayanaklarının olmadığını görüyoruz. Uygulamalar, herhangi bir anayasal dayanak olmaksızın İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeler yoluyla gerçekleştirildi. Bir hukuk devletinde bu tarz tedbirlerin uygulanabilmesi için mutlaka anayasal bir dayanağı olmalıdır. Uzun süreli sokağa çıkma yasakları, 65 yaş üstü vatandaşlara yönelik sokağa çıkma yasakları, müzik kısıtlaması genelge yoluyla alınan tedbirlere örnek olarak verilebilir. İşin bir diğer ilginç tarafı bütün tedbirlerin çoğu 2022’de kaldırılmışken müzik yasağının, belirli esnemelerle, hala uygulanıyor olmasıdır. Bütün tedbirler kaldırılmış olmasına rağmen hukuki dayanağı olmayan bu uygulamanın kaldırılmamış olması da bir hukuk devletinde kabul edilebilir bir şey değildir. Bu yaklaşımın istisnai olmadığı da söylemek yanlış olmayacaktır.
Türkiye’de uzun süredir yaşanmakta olan çok yönlü gerileme süreci sonunda Türkiye’yi içinden çıkılması neredeyse imkânsız olan derin bir krize sürüklemiş bulunuyor. Ayrıca, Türk kurum ve kuruluşların uluslararası alanda güvenirliklerini kaybetmesi Türkiye’nin kendi içine kapanan bir ülkeye dönüşmesine neden olmaktadır. Özellikle hukuka ve yargıya olan güvenin gün geçtikçe azalması, kurumların siyasallaşmasına dair kaygılar ve en önemlisi denge ve denetleme mekanizmalarının işlevini kaybetmesi Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olmasının önüne set çekmektedir.