BlogYayınlar

ÖZGÜRLÜKTEN KAÇIŞ YA DA ATAERKİL TOTALİTERLİK

Üç yıl önceki bir yazımda Türkiye’nin carî siyasî rejiminin ‘’patrimoniyalist’’ bir özellik gösterdiğini ileri sürmüştüm. Bu doğru ama eksik bir nitelemedir. Onun için, demokrasiden her gün biraz daha uzaklaşan bu tuhaf rejimin özellikleri arasına iki başka özelliği daha eklememiz gerekiyor: ataerkillik (patriarchy) ve totaliterlik.

Evet, çok tuhaf bir şekilde Türkiye’nin siyasî sistemi bugün itibariyle hem patriyarkal, hem patriarşik hem de yarı-totaliter bir niteliğe sahiptir.

‘’AKP’nin Patrimoniyalizm Mirası’’ (2 Ekim 2022) başlıklı o yazıda açıkladığım gibi, ‘’patrimoniyalizmde ‘devlet’ hükümdarın kişiliğinden ayrılamaz, ülke ve devlet hükümdarın mülkü gibidir. Egemenlik haklarıyla mülkiyet hakları arasında ayrım yoktur. Dolayısıyla kamusal alan-özel alan ayrımından da söz edilemez. Yani, yönetici kişilerin özel alanlarına da karışma yetkisine sahip olduğunu düşünür. Bu anlayışta ‘kamu görevlisi’ diye bir kavrama da yer yoktur; işlerin çekip-çevrilmesinde ona yardımcı olanlar ‘devletin memuru’ değil hükümdarın sadık bendeleri ve onun emri altındaki kişisel hizmetkârlarıdır.’’

Şimdi, patrimoniyalizm gibi, ataerkillik veya patriarşi de modernlik öncesi (popüler deyimle, ‘’çağdışı’’) birer siyaset tarzıdır. Ataerkil toplumun örnek modeli ‘’baba otoritesi’’ne tâbi otoriter aile modelidir. Devlet başkanının (tarihsel olarak, kralın) idarî mekanizmanın ve aile efradının (tebaanın) üstünde geleneksel baba otoritesine benzer mutlak bir gücü vardır. Bu sadece olgusal durum değil, aynı zamanda olması gereken durumdur. Günümüz için fazlasıyla anakronik olsa da, bu hükümet etme modelinde iktidarın babadan erkek evlâda geçmesi de kendi içinde tutarlıdır. Günümüz Türkiye’sinde de ‘’muktedir’’in aile çevresinden oğluyla ilgili olarak dışa yansıyan kimi görüntülerin sembolizmi genel olarak insanlara bu geleneği çağrıştırması cari rejimin patriarşik niteliğinin bir işareti olarak görülebilir.

Ama bu rejimin patriarşiyle daha önemli başka benzerlikleri var. Söz gelişi, yurttaşlara emir verme yetkisine sahipmiş gibi davranma alışkanlığı, sivil yurttaşları azarlamaya kendisinde hak görmesi ve zaman zaman nükseden vatandaşlara yönelik ‘’edep’’ çağrıları muktedirin kendisini toplumun eski tarz ‘’aile reisi’’ gibi gördüğünü düşündürmektedir. Diyanetçilerin vaaz ve telkinleriyle de desteklenmiş bir şekilde, kamu hayatında esas itibariyle erkekleri muhatap alıp öne çıkaran söylem, erkek otoritesine tabi saydığı kadınları esas olarak aile içi rolleriyle tanımlayıp sınırlayan AKP politikaları da aynı ataerkil zihniyetin yansımalarıdır. ‘’Kadın’’ deyince aklına hak sahibi eşit bir yurttaş değil de ‘’edepli’’ olması beklenen, ‘’erkeğine’’ bağlı ve bağımlı bir ‘’çocuk yetiştiricisi’’ cinsin geldiği bir zihniyetten söz ediyoruz.

Öte yandan, kimi uygulamaları AKP-MHP rejimini otoriterlikle tanımlamanın yetersiz olduğunu, gerçekte yarı-totaliter bir rejimle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Hatırlanacağı gibi, otoriter rejimden farklı olarak totaliter rejim siyasal alanı tekeline alıp kontrol etmekle yetinmez, ayrıca kendi ideoloji ve dünya görüşüne uygun olarak sivil hayat alanını da kontrol etmeye ve düzenlemeye çalışır. İnsanlara mahrem alan tanımamak totaliter sistemlere özgü bir sapmadır. İnsanların hayat tarzına müdahale ve diğer ideolojik dayatmalar totaliter rejimlerin tanımlayıcı özelliklerindendir.

Ne yazık ki AKP-MHP yönetimi altındaki Türkiye’de bu türden uygulamalar gitgide çoğalmakta ve derinleşmektedir. Örneğin RTÜK anayasal-yasal yetkisini kötüye kullanarak AKP tarzı dinî-geleneksel hayat tarzını bütün toplum için genel norm olarak vazeden uygulamalarıyla öne çıkmaktadır. O kadar ki, televizyon kanalları üzerindeki nüfuzunu onları ‘’edepsiz’’ veya ‘’aile değerleri’’ne aykırı bulduğu bir dizinin senaryosunu değiştirmeye zorlayacak kadar ileri götürmüştür.

Nihayet, AKP’nin kontrolündeki bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı da partinin muhafazakâr dünya görüşü ile gelenekçi aile ve toplum tasarımını dinin emri olarak topluma dayatmakta; vaaz, fetva ve telkinleri, özel olarak ta camilerde okunan haftalık Cuma hutbeleri aracılığıyla dinsel hayat tarzını topluma empozeetmeye çalışmaktadır.

Bu şartlar altında özgürlük bugünkü Türkiye’nin en acil ihtiyacıdır.

(Diyalog, 21 Eylül 2035)

Shares:

Okumaya Devam Edin