Bundan 20 yıl önce liberalizm ile modernizm ilişkisini tartıştığım ‘’AYDINLANMA, MODERNLİK VE LİBERALİZM’’ adlı makalede liberalizmin modernizm ve aydınlanma ile özdeşleştirilmesinin yanlış olduğuna dikkat çekmiş ve bu arada liberal teorisyenlerin postmodernist eleştiriye neden ilgi göstermeleri gerektiğine de işaret etmiştim. Şu pasajlar o makaleden:
‘’(İ)lgili literatürde, Aydınlanma ve modernlik ile liberalizm arasında zorunlu bir mantıki ilişkinin var olduğunun genel olarak kabul edildiği dikkati çekmektedir. Bu, özellikle postmodernist yazarların eserlerinde belirgin bir temadır. Liberalizmle Aydınlanma ve modernlik arasındaki ilişkiye dair bu varsayımın liberalizmin sadece eleştiricileri tarafından değil, fakat kimi liberaller tarafından da sorgulanmaksızın kabul edildiği görülmektedir. (…) (B)en bu örtüşmenin mantıki bir zorunluluk olmadığını düşünüyorum.
[Modernliğin başlarında] liberalizmle modern devlet arasındaki ilişkinin zorunlu bir ilişki olmayıp, dönemin şartlarına bağlı olarak ve çeşitli başka etkenlerin sonucunda ortaya çıktığını söylemek durumundayız. (…) [Özellikle] Siyasi modernliğin (…) özelliklerinin tamamını liberalizmin onayladığı doğru değildir. [Ayrıca], ilk bakışta ‘liberal’ ilkeler oldukları izlenimi edinilen kimi modernlik unsurları liberal bir tasavvurla gerçekte uyuşuyor değildir. Terimlerde ve kurumsal gereklerde benzerlikler vardır, ama bunların açılımları için aynısı söylenemez. Liberalizmin ahlakî ve siyasi ufkunu özellikle de modernliğin kurumlarıyla örtüştürmek ve onunla sınırlamak mümkün değildir. (Demokrasi Platformu, n. 3, 2005, ss. 61-79.)
Bu arada, Anayasal Demokrasi (2015, 12. b.) kitabımda da ‘’İktidarın Yeni Yorumları’’ (ss. 345-348) başlığı altında Foucault’nun ‘’yönetimsellik’’ (governmentality) ve ‘’disipliner iktidar’’ kavramlarını gözden geçirdim.
Türkçede maalesef hiçbir karşılık bulmayan söz konusu makalenin üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra, Britanya’da Mark Pennington benim bu entelektüel ilgimin daha sofistike ve ayrıntılı bir benzerini odağına yerleştirdiği ‘’Foucault and Liberal Political Economy’’ (2025) adlı kitabını yayımladı. Pennington bu kitabında postmodern teorinin önde gelen temsillerinden Michael Foucault örneğinden hareketle, postmodernizmle liberal teorinin özel bir yorumu arasında toplumsal-siyasal gerçeklik ve süreçlerin mahiyetinin anlaşılması bakımından öne çıkan benzerliklere dikkat çekiyor. Pennington ayrıca, ‘’postmodern liberal iktisat’’ın siyasal, toplumsal ve ekonomik süreçlerin işleyişine ilişkin tahlillerinden günümüzdeki Foucault’cu düşünürlerin de öğrenecekleri olduğunu savunuyor. Kısaca, yazar iki taraf arasında bir diyalog çağrısı yapıyor.
Kitabının 8-11. sayfaları arasında Pennington bu bağlamda liberalizmin modernist biçimlerine Foucault’nun yönelttiği eleştirilerin benzerlerinin bizatihi liberal siyasal iktisadın kendi içinde, ikincil veya azınlık bir söylem olarak da olsa, var olduğuna dikkat çekmektedir. Pennington’a göre, bu ‘’postmodern’’ liberalizmin örnekleri Friedrich A. Hayek’in ve Deirdre Mc Closkey’nin yazılarında, çağdaş Avusturya iktisat okulunda ve siyaset felsefesi bağlamında da M. Oakeshott’un, Gerald Gaus’un ve Chandran Kukathas’ın eserlerinde bulunabilir. (Bu ardada hatırlatmak isterim ki, ben aşağı yukarı yirmi yıldır Hayek’in Türkçede doğru anlaşılmadığına ve -eserlerinde Hayek’ten de izler taşıyan- Kukathas’ın klasik liberalizm-liberteryenizm içinde özel ve seçkin bir yeri olduğuna da dikkat çeke geldim.) Pennington bu yazarların postmodernist olarak nitelendirmiyorsa da, benlik ve topum arasındaki ilişkinin özcü anlaşılmasını sorgulayan liberal yaklaşımlar ile Foucault’nun düşüncesindeki kimi postmodern temalar arasındaki ‘’aile benzerliği’’nin ayırt edilebileceğini belirtmektedir.
Pennington liberal politik iktisatçıların Foucault’nun eserleriyle temasa geçmesini gerektiren nedenleri şöyle açıklıyor:
En başta, ‘’postmodern liberalizm’’ Foucault’nun sadece devlette merkezileşen iktidarın ‘’egemen’’ biçimlerine değil; sivil toplumun, piyasaların ve kamu otoritesinin iç içe geçmiş alanlarındaki aktörlerin ‘merkezi olmayan’ etkinliklerine olan ilgisini de paylaşmaktadır. Bu liberalizm yorumu zenginlik ve kültürel veya siyasi statü arayışındaki özneler tarafından benimsenen çeşitli stratejilerin kültürel normlar, piyasa aktörlerinin davranışı ve kamu otoritelerinin düzenleyici ve dağıtıcı rolü hakkındaki beklentiler tarafından eş zamanlı olarak etkilendiklerini ve bu stratejilerin de bu sefer kendiliğinden düzenleyici süreçler aracılığıyla evrimleşen iktidar ilişkileri yarattıklarını kabul etmektedir. Bu düzenler ‘’ insan tasarımının değil ama insan eyleminin sonucudurlar’’; karmaşık yapıları nedeniyle bunların herhangi bir birey, grup veya ekonomik yahut egemen siyasî otorite tarafından yönetilmelerine imkân yoktur.
‘’Postmodern liberaller’’ ayrıca bireysellikler veya toplumsal dünya hakkında objektif olarak ‘’doğru bilgi’’nin elde edilebilir olduğu kabulüne dayanan sosyal-bilimsel ve felsefi yaklaşımlardan Foucault’nun duyduğu derin şüpheyi de paylaşırlar. Onlara göre, evrensel bir insan doğasının var olduğu ve doğru ile yanlış arasındaki ayrımların bilimsel akıl yürütmeyle yapılabileceği inancı özgürlüğe önemli bir tehdit teşkil eder; çünkü bu inanç bu tür bir bilginin merkezileştirilebileceği ve insan davranışının örgütlü bir akıl tarafından kontrol altına alınabileceği yanlış görüşüne götürür. Bu inancın liberal iktisatta ve siyaset felsefesindeki hâkim neoklasik paradigmanın karakterize ettiği liberal-eşitlikçiliğin sosyal-bilimsel uzmanlığa adaletin ve ‘’pozitif özgürlük’’ün bir garantörü olarak tanıdığı önemli rolde kendisini göstermektedir. Oysa postmodern liberal bir perspektiften bakıldığında, bilimsel planlama, düzenleme ve kontrolden derin kuşku duyulmasını haklı kılan şey, sosyal düzene özgü ve ona uygun olan bilginin adem-i merkezî, kısmî ve sübjektif niteliğidir. Özgürlük ve çoğulculuğa bağlılık -ister etkinlik veya adalet adına isterse liberalizm, sosyalizm veya başka bir siyasi proje adına dile getirilsin- rasyonalist ve bilimci düşünce biçimlerinin reddini gerektirir.
Nihayet, bu kitapta tanımlandığı şekliyle postmodern liberalizm Foucault’nun özgürlüğün kültür ve iktidar ilişkilerinin ‘’dışında’’ var olmadığı yolundaki iddiasıyla da mutabıktır. Postmodern liberalizmin merkezî kaygısı iktidar ve otoriteyi bertaraf etmek değil, fakat onu bölmek ve sabit değerlendirme standartlarının yerleşik hale gelmesini veya sosyal düzeni domine etmesini zorlaştırmaktır. Özel mülkiyet, piyasa rekabeti, siyasî ve hukuki desantralizasyon gibi kurumlar, rasyonaliteyle veya insan doğasıyla uyumlu olan sosyal refahın veya temel ahlâkî hakların gerçekleştirilmesinin rasyonel araçlarını yansıttıkları için değil; fakat ister sivil toplumda, ister özel teşebbüste, isterse devlet içinde ortaya çıkmış olsunlar iktidar ilişkilerine direnmenin veya onları destabilize etmenin araçları olarak gereklidirler.
Pennington’a göre, liberallerin Foucault’nun düşüncesiyle temasa geçmeleri lehindeki tez liberalizm ile Foucault’nun analizi arasındaki aşikâr benzerliklerle sınırlı da değildir. Postmodern liberal siyasal-iktisat açık uçlu bir araştırma programıdır; Foucault’nun eserleriyle yapılacak bir sentez –(söylemin iktidar ilişkilerinin şekillenmesinde ve onlara etki kazandırmasında oynadığı role çok daha fazla dikkat göstermek suretiyle) bu programı ve onun çağdaş yönetişim biçimlerine yönelik eleştirisini zenginleştirecektir. Doğru bir postmodern liberalizm sadece modern devletlerin epistemik kesinlik iddiaları üstünde değil, yurttaşları yöneten söylemlerin onların yurttaşların kimlikleri üzerindeki özgürlüğü kısıtlayıcı ve potansiyel olarak domine edici etkileri üstünde de odaklanmalıdır. Parayı kontrol etmek, vergi koymak, insanların ticaret yapmasının şartlarını belirlemek, hangi gıdaların alınıp satılacağını belirlemek konusundaki devlet tekelini haklı gösteren söylemler ile insanları çeşitli risklerden yalıtma teşebbüsünün bazı yurttaşların güç veya kabiliyetini kısıtlayan veya onları aşağılayan ve çeşitli düzeylerdeki epistemik otorite iddialarını somutlaştıran nesneleştirme süreçleriyle sonuçlanabileceğini postmodern liberaller kabul ederler. Bunun gibi, fırsatları eşitleştirmeyi veya ‘’kaba şans’’ın etkilerini yok etmeyi öneren sosyal adalet söylemleri de, zımnen veya açıkça, aile, okul, işyeri ve devleti birbirine bağlayan ve insanların gözetim altında tutulduğu ve kimliklerini, faillik kapasitelerini ve öz-değer duygularını derinden etkileyebilecek şekillerde tasnif edildikleri bir bio-politik gözetim teknikleri ağı öngörür.
Özgürlük, söylem ve iktidar arasındaki ilişkinin bilincinde olan bir postmodern liberalizmin gelişmesinin önemi özellikle hayatîdir çünkü çağdaş hayatı şekillendiren sorunların birçoğu Foucault’un ilgilendiği kültürel iktidar dinamikleriyle yakından bağlantılıdır. Irk, sınıf, cinsiyet ve cinsel kimlikler etrafındaki toplumsal dışlamalar iktidarın nasıl ‘’devr-i daim ettiği’’ ve resmî devlet aygıtı dışındaki davranışı ‘yönettiği’’ne (govern) ilişkin Foucault’nun açıklamasının ilgisini göstermeye devam etmektedir…
Bu sorunların çağımızda ırk ve toplumsal cinsiyet normları gibi meseleler le ilgili ‘yapısal’ ve ‘sistemik’ eşitsizlikler hakkındaki kamusal tartışmada öne çıkması postmodern liberalizmin bu dışlamaları herhangi bir otorite merkezinden kaynaklanmayan ‘kendiliğinden düzen’ fenomenleri olarak anlama yoluyla Foucaultgil analizle ilişkiye girmesi için önemli bir fırsat sunmaktadır. Özellikle, Foucault’nun eserleriyle ilişkiye geçilmesi bu fenomenler ile insan özgürlüğü arasındaki ilişkinin daha nüanslı bir anlatımını sunan bir liberal politik ekonomi geliştirebilir. Liberal gelenekteki bazı düşünürler, piyasalar gibi kendiliğinden düzenlerin insanların bir egemen merkeze bağımlılığını sınırlamak suretiyle özgürlük kullanmalarını nasıl mümkün kıldığının gösterilmesinde ön safta olmuşlarsa da, onlar çok kere bu süreçler için duydukları heyecanın bireysel özgürlük üzerindeki domine edici potansiyel kısıtlamaların da kendiliğinden bir şekilde ortaya çıkabileceğini hafife almışlardır.
Mark Pennington bu kısımda son olarak liberallerin Foucault’nun eserleriyle irtibata geçmek için nedenleri olduğu gibi, Foucault’cu yazarların da liberal veya postliberal siyasal iktisatla ilgilenmeleri için önemli nedenlerin var olduğuna da dikkat çekmektedir. (Mark Pennington, Foucault and Liberal Political Economy, 2025, ss. 8-11)