Türkiye, son yıllarda artan kuraklık sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. İklim değişikliği, yanlış tarım uygulamaları, su kaynaklarının etkili bir şekilde yönetilememesi ve artan nüfus gibi faktörler, Türkiye’nin birçok bölgesinde su kaynaklarının azalmasına ve kuraklık riskinin artmasına neden olmaktadır. Bu durum, tarım, enerji üretimi, içme suyu temini ve ekosistemler üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır.

Kuraklık, tarım sektörünü olumsuz etkileyerek ürün verimliliğini düşürmektedir. Su kaynaklarının azalması sulama suyu teminini zorlaştırabilir, bu da çiftçilerin gelir kaynaklarını olumsuz etkileyebilir. Kuraklık aynı zamanda enerji üretiminde de sıkıntılara yol açabilir; hidroelektrik santraller gibi suya dayalı enerji üretim sistemleri kurak dönemlerde düşük verimlilik gösterebilir.

Kuraklık ayrıca doğal ekosistemleri de etkileyerek biyoçeşitliliği azaltan bir faktördür. Su kaynaklarının azalması sucul ekosistemleri tehdit eder, sulak alanları kurutabilir ve orman yangınları gibi olayların sıklığını artırabilir.

Yıllardır eğitim sistemimizde duyduğumuz bir sözü hatırlayalım: “Türkiye’de hiç çöl yoktur.” Bu söz, pek kabul edilmek istenmese de artık tarihe karışmak üzere… Az önce örneklendirdiğimiz şehirlerden Şanlıurfa ve Mardin, bulundukları bölgeyi çevreleyen Fırat ve Dicle nehirlerinden ve onların kollarından beslenseler de Konya için böyle bir durum ne yazık ki mevcut değildir. Konya Karapınar’da yağış ortalaması 29 yıllık rasat verilerine göre yıllık yağış miktarı 279.5 mm.’dir. Bir yerin “çöl” olarak adlandırılması için o meşhur kum tepelerinin veya kurak, kırılmış topraklarının olması gerekmez. Teknik sınıflandırmaya göre yıllık 250 mm’den az yağış alan bir yer, çöldür. Bu sebeple Konya’nın Karapınar ilçesinin bazı kesimlerinin çöl sayılması çok yakındır demek yanlış olmayacaktır.

Kuraklaşma ve çölleşme yalnızca Karapınarla sabit kalmayacaktır. Eğer iklim değişikliğinin sebeplerinin beşeri olduğu tezi doğru ise zaman geçtikçe önce İç ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri, ardından tüm Türkiye kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Yağış miktarının azalmasının haricinde, yer altı sularının kontrolsüz kullanımı ve Tuz Gölü ve çevresindeki endüstriyel tahribat nedeniyle özellikle Konya Ovası çevresinde başka bir sorunla daha karşı karşıyayız. Zeminin metrelerce altında oluşan boşlukların gitgide yeryüzüne yükselmesi, ve sonucunda oluşan “obruklar”…

Konya ve Karaman’da toplam sayıları 2240’tan fazla olan obruklar, kısıtlı su kaynağına sahip bölgelerde plansızlığın ne denli yüksek olduğunun göstergesi. (Anadolu Ajansı, 2022)

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün projeksiyonlarına göre ülke genelinde yağış oranının giderek azaldığı, önümüzdeki yetmiş yıl içinde ortalama yağış miktarının %10 seviyesinde azalabileceği gözlenmiştir. Bunun yanı sıra Konya Ovasındaki obrukların oluşumu da her geçen yıl hızını artırmaktadır. Bu nedenler göz önünde bulundurulduğunda gelecek nesillere bırakacağımız ülke için daha çok taviz vermemiz gerekebilir.

Su kullanımı bakımından suyu fazlasıyla israf eden ülkelerin aksine, Türkiye aslında çok kötü bir noktada değil. 2018 yılında Türkiye’de kullanılan suyun yaklaşık %86’sı tarım amaçlı, %10’u konutlarda, %4’ü ise sınai faaliyetlerde kullanılmaktaydı. (Turkey Water Use, Resources and Precipitation – Worldometer, 2018)

Her ne kadar Türkiye’nin su kullanımı aşırı olmasa da su kaynaklarını en verimli şekilde kullanmak, önceliğimiz olmalıdır. Serbest piyasa ülkelerinin bu günlere kadar atlattıkları zorluklardan kurtulabilmeleri ve her defasında daha güçlü olmalarının sebebi uzun vadeli yatırımları ve planları, gelecek projeksiyonlarıydı. Türkiye’nin de su, kuraklık ve çevre konusunda bu çeşit planlara sahip olması çok elzemdir.

Türkiye’nin uygulaması gereken tarımsal bir dönüşüm vardır, susuz ve/veya dikey tarıma geçilmesi artık bir nevi ihtiyaç haline gelmiştir. Ancak günümüz Türkiye’sinde tarıma verilen önem az olduğu gibi yeni tarım teknolojilerine verilen önem de oldukça azdır. Dünyada gelişen yeni tarımsal devinimden Türkiye’nin de etkilenmesi için ne yazık ki henüz önümüzde uzun bir yol var.

Su kaynaklarını etkin bir şekilde yönetmek için piyasa odaklı çözümler geliştirmek çok önemlidir. Bu önlemlere ek olarak su kullanımını optimize eden teknolojilere yatırım yaparak ve su ticaretini teşvik ederek suyun ekonomik değerini artırmak, özel sektör yardımıyla ilerlenebilecek koruma yollarından yalnızca biridir.

Bu noktada, özel kurumların öneminin altını çizerek, uluslararası bir algıyla ilgili ve bu algının nasıl değişmesi / değiştirilmesi gerektiğine dair bir bilgilendirme yapmayı gerekli görmekteyim. On yıllardır çevre ve iklim konularında ulusal ve uluslararası kurumlar büyük roller oynadılar. Özellikle Birleşmiş Milletler ve onun Çevre ve İklim ile ilgili alt komisyonları, BM üyesi her devletin çeşitli sorumluluklar üstlenmesi için büyük efor sarf etmişlerdir. Ancak bu projelerin en başından beri yapılan ve süregelen en büyük hata, kapitalist veya değil her devletin, çevre konusundaki hareketlere öncülük etmekten ziyade tüm yükü tek başına sırtlanmasıdır. Bu sorun Türkiye’de kendini daha da derinden hissettirmektedir.

En gelişmiş ülkelerden, en az gelişmiş ülkelere doğru bir baktığımızda belki de değişmeyen tek şeyin iklim ve çevre duyarlılığındaki kurumlar olduğunu görebiliyoruz. Çevre düşünülecekse devlet düşünüyor, iklim yasası olacaksa karar da taslak da plan da devletin… Oysa ki özellikle su kaynaklarının verimli kullanımı açısından bilinçlendirme ve bilgilendirme çalışmalarını devletten daha iyi yapma kapasitesine sahip onlarca ulusal ve uluslararası STK mevcut.

Keza, su kaynaklarını yalnızca coğrafi bilgilerden ibaret gören bir kamu kurumu ile; bir çiftçinin, kendi tarım arazisine su sağlayan bir dereyi aynı şekilde değerlendirmesi beklenemez. Hemen her sektörde geçerli olan bu denge, aslında bölgesel sivil toplum faaliyetlerinin ne denli önemli olabileceğinin kanıtı niteliğindedir.

Türkiye’de özellikle tarım ve sanayide gözle görülen birçok sivil toplum kuruluşu mevcut ise de iklim, çevre ve su üzerine araştırmalar yapıp kurumsal kararlar alarak bölgesel değişime öncülük edecek bir vizyon henüz mevcut değil. Bu eksikliğin sebebi az önce bahsettiğimiz üzere dünya genelinde var olan devletin ezici ve bütünsel ağırlığıdır. Halk da, şirketler de, çiftçi de: “Devlet ilgilenir!” demeyi daha cazip buluyor.

Hem daha az olan doğrudan maddi sorumluluklar, hem de yetersiz bilinç seviyesi insanların özellikle bu konularda her şeyi devletten beklemesine sebep olurken bir yandan da toplum genelinde çevreci bir faaliyeti empoze etmeyi zorlaştırıyor.

Bununla ilgili en iyi örnek su kaynakları örneğidir. Genelde çevre ve iklim sorunları aşırı kapsamlı sonuçlara sahip olduğu ve çevresel tahribatın büyük bir kısmı sanayiler tarafından oluştuğu için sade vatandaşların beklediği bu şirketlerin ve sanayilerin kendilerine ket vurmasıdır.

Ancak su yönetiminde işler daha özel bir hal alıyor. Özellikle zirai faaliyette bulunan vatandaşlar, su kaynaklarını iyi yönetemediklerinde gelecekte karşılaşacakları manzarayı anlayabiliyor, ona göre tasarruf kararı verebiliyorlar. Yani herhangi başka bir piyasanın / pazarın çalışacağı gibi bölgesel su kaynakları da en çok verimin nasıl alınacağı düşünülerek kullanılıyor.

Sonuç olarak, gerek yağış miktarının öngörülen düşüşü, gerek yer altı sularının kontrolsüz kullanımı Türkiye’yi gelecekte büyük bir sorun olarak beklemektedir. Kısa bir süre içinde çölleşmeye başlaması beklenen bölgelerin sayısı artmaktadır.

Türkiye’nin bu sorunlara ve -düşük ihtimale sahip olsa dahi muhtemel- su krizine karşı proaktif etkinliklerde bulunması hayati önem taşımaktadır. Tarım 4.0 gibi yeni ve inovatif teknolojilere geçiş yapılması ve su hakları ile su ticaretinin olabildiğince serbest piyasaya bırakılması Türkiye’yi su geleceği bakımından daha güvenlikli hale getirecektir.

Yazar: Ekim Atay

Referanslar

Turkey water use, resources and precipitation – Worldometer. (2018). https://www.worldometers.info/water/turkey-water/#no-access-water

 Anadolu Ajansı, Konya Ovası’ndaki yıllara göre obruk oluşum sayısı belirlendi. (2022). https://www.aa.com.tr/tr/cevre/konya-ovasindaki-yillara-gore-obruk-olusum-sayisi-belirlendi/2470651#

Önceki İçerikİsviçre’nin İklim, Çevre ve Enerji Sorunlarına Yaklaşımı
Sonraki İçerikVergilendirmeye David Ricardo Düşüncesinden Bir Bakış