Editör’den,

Özgürlük Gündemi’nin geçen sayısının yayımlanmasından sonra siyasî gündemi işgal eden önemli gelişmeler oldu. Bunların başında, Gezi Olayları davasında mahkûm edilen Şerafettin Can Atalay’ın Mayıs 2023 genel seçimlerinde milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmemesiyle başlayan bireysel başvuru sürecinin yol açtığı kriz ile, yayınladığı ‘’Kızıl Goncalar’’ dizi filminin ‘’millî ve manevî değerlere aykırı’’ olduğu gerekçesiyle Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun FOX TV’ye para ve yayın durdurma cezası vermesi gelmektedir.   

Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilen Can Atalay’ın odağında yer aldığı meselenin özü şu: Hatırlanacağı gibi Can Atalay’ın milletvekili seçilmekle yasama dokunulmazlığı kazandığı için hakkındaki davanın durdurulması ve serbest bırakılması talebinin Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından reddedilmesi üzerine, Atalay bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş ve Mahkeme de Atalay’ın seçilme ile özgürlük ve güvenlik haklarının ihlâl edildiğine karar vermiş, ancak Ağır Ceza Mahkemesi’nin dosyayı kendisine havale ettiği Yargıtay 3.Ceza Dairesi bu kararın gereğini yerine getirmeyi reddettiği gibi, hak ihlâli yönündeki karara katılmış olan AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda da bulunmuştu. 

Bunun üzerine Can Atalay ihlâl ortadan kaldırılmadığı ve tahliye edilmediği için AYM’ye yeni bir başvuru yapmış, Mahkeme de ikinci defa başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlâl edildiğine karar vermiş, ama ilk derece mahkemesi ihlâl kararının gereğini yapmak yerine, önceden yaptığı gibi Anayasaya ve usule aykırı olarak dosyayı tekrar Yargıtay’a göndermiş bulunmaktadır. Sonuç olarak, Can Atalay demokratik yoldan milletvekili seçildiği halde ne tahliye edilmiş, ne de görevine başlayabilmiştir. Böylece ülke siyasî amaçlarla yaratıldığı besbelli olan, sonu belirsiz bir krize sürüklenmiş bulunmaktadır. Bu olayın hukukî boyutlarını aşağıda A. Rıza Çoban’ın kaleminden okuyacaksınız.

Kızıl Goncalar dizisi dolayısıyla FOX TV’nin RTÜK’ün haksız müeyyidelerine maruz kalmasına gelince, bu da Can Atalay’ın başına gelenlerden daha az vahim bir olay değildir. RTÜK’ün Kızıl Goncalar dizisinin ‘’millî ve manevî değerlere aykırı’’ olduğu gerekçesiyle FOX TV’yi cezalandırmasının -ki bu karar RTÜK’ün bu türden ilk uygulaması değildir- iktidar partisinin genel politikasına paralel olarak, basın-yayın ve ifade özgürlüklerini yok sayma pahasına muhafazakâr değerler ve hayat tarzını herkese dayatmayı amaçladığı açıktır. 

Bu meselede RTÜK uygulamasının iktidar partisinin genel politikasıyla uyumlu olduğundan söz etmemiz boşuna değildir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve bazı gelenekselci dinî cemaatlerle yaptığı işbirliği protokolleri marifetiyle, zaten sorunlu olan resmî eğitime ilâve bir dinci aşı yapması bu bağlamda yeterince anlamlı olsa gerektir. Bu cemaatlerin millî eğitime yapabilecekleri tek ‘’katkı’’nın, öğrencilerin zihinlerini güncel bilimsel verilerle bağdaşırlığı şüpheli olan hurafelerle örülü dinsel malumatla doldurmak ve onları dinsel dogmalarla endoktrine etmek olduğu açıktır. O cemaatlerle aynı gelenekten gelen Bakan idrak edemese de, bunun Türkiye toplumunun geleceği için ifade ettiği riski açık zihinli herkes kavrayabilecek durumdadır. 

Bu arada çoğu kimsenin gözünden kaçan başka bir önemli gelişme daha oldu. Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun 2016’daki darbe girişimini takiben çıkarılan Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararname’lerinin kaldırılmasını öngören kanun teklifi TBMM’de reddedildi. Hatırlanacağı gibi, bu kararnameler ‘’KHK’lılar’’ diye anılan, içinde akademisyenlerin de yer aldığı çok sayıda kişinin kamu görevinden keyfî olarak çıkarılması (‘’KHK’lılar’’) dahil pek çok haksız-hukuksuz idarî işleme dayanak oluşturmuştu ve yürürlükten kaldırılmadıkları için etkileri halen devam etmektedir. Burada ilginç olan nokta, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM), Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Saadet Partisi (SP) ve Gelecek Partisi’nin (GP) önergeye kabul oyu verirken, CHP’nin çekimser kalması ve İYİ Parti’nin de AKP ve MHP’yle birlikte önergenin reddi yönünde oy kullanması oldu. 

Bu olay CHP ve İYİ Parti’nin sergiledikleri ilkesiz ve tutarsız davranış açısından Türkiye siyaseti için ibret verici bir örnek teşkil etmektedir. Hatırlanacak olursa, Mayıs’taki genel seçimler arifesinde hazırladığı demokratikleşme programında, başta 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasındaki olağanüstü hal dönemindekiler olmak üzere, AKP iktidarının yaptığı haksızlık ve adaletsizliklerin zararlı sonuçlarını ortadan kaldırmayı da vaat etmiş olan ‘’Millet İttifakı’’ içinde CHP ve İYİ Parti de yer almaktaydı. Hadi, MHP’nin light versiyonu olan İYİ Parti’yi anladık ta, özgürlükçü-demokratik değişim vaadiyle Kılıçdaroğlu’nu deviren Özel’in CHP’sinin böylesine kritik bir meselede ‘’görevden’’ ve kendi vaadinden kaçmasının anlamını çözmekte zorlanıyoruz. 

Özgürlük Gündemi’nin bu sayısında ayrıca Enes Özkan’ın 2024 yılına girerken ekonomik durum hakkında yaptığı bir genel değerlendirme ile, MHP Genel Başkanı’nın Anayasa Mahkemesine yönelik yeni bir sözlü saldırısı hakkında Ö. Faruk Şen’in bir değerlendirmesini okuyacaksınız. 

Görüldüğü gibi, ülkenin genel gidişatı pek ümit verici olmasa da, yine de gelecek için iyimser temennilerde bulunmaktan daha makul bir seçeneğimiz yok. 

Evet, 2024’te daha güzel günlerde buluşmak dileğiyle, herkese iyi yıllar!

* Mustafa Erdoğan

AYM’nin İkinci Can Atalay Kararı

Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına rağmen tahliye edilmemesi üzerine yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi ikinci kez ihlal kararı verdi.(1)  21 Aralık 2023 tarihinde verilen ve 27 Aralık 2023 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Genel Kurul kararında, başvurucunun seçme ve seçilme hakkı ile özgürlük ve güvenlik hakkının yanı sıra Anayasanın 148. maddesinde güvence altına alınan bireysel başvuru hakkının da ihlal edildiğine karar verilmiştir.  AYM bireysel başvurunun uygulanmaya başladığı Eylül 2012 tarihinden beri ilk kez bireysel başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. 

Bilindiği gibi AYM daha önce, Atalay’ın milletvekili seçilmesinden sonra Yargıtay tarafından tahliye talebinin reddedilerek yasama dokunulmazlığından yararlanamayacağına karar verilmesi ve ardından cezasının onanması dolayısıyla seçme ve seçilme hakkı ile özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine karar vermişti. Söz konusu kararın gereğini yerine getirmek için yeniden yargılama yapmak ve başvurucunun tahliyesine karar vermek üzere kararı ilk derece Mahkemesi olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine göndermişti. İstanbul 13. ACM ise ihlalin Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararından kaynaklandığını belirterek dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermişti. Ceza Dairesi ise yetkisini aştığını ileri sürdüğü AYM kararına uymayacağına karar vermiş ve keza karara katılan AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. 

Bunun üzerine Atalay’ın avukatları yeniden AYM’ye başvurdu. AYM Genel Kurulu, öncelikle önceki kararının gereğinin yerine getirilmediğini tespit etmiştir. AYM, İstanbul 13. ACM ile Yargıtay 3. CD’nin anayasal ve yasal zorunlulukları göz ardı ederek başvurucu hakkında yeniden yargılama işlemlerine başlamadığını, hükmün infazına devam olunduğunu ve başvurucunun hükümlü statüsünün sürdürüldüğünü belirtmiştir. AYM bu durumun Anayasa’nın 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı hükmü ile çatışan bir durum ortaya çıkardığını belirtmiştir (para 49).

AYM önceki kararında yeniden yargılama işlemlerinde “ilgili mahkemenin” İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi olduğuna karar verdiğini belirterek, kararın gereğini yerine getirme yükümlülüğünün bu mahkemede olduğuna ve dosyanın Yargıtaya gönderilmesinin yasaya aykırı olduğuna işaret etmiştir (para. 52). Ayrıca Yargıtay 3. CD’nin “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına” şeklindeki kararının Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’a aykırı olduğunu ve 5271 sayılı Kanun’da veya diğer kanunlarda böyle bir karar türü bulunmadığını belirtmiştir (para. 53). Yargıtay’ın yeniden yargılama hususunda yetkisi bulunmadığını vurgulayan AYM, yeniden yargılama dosyasının görevi ve yetkisi olmayan bir mahkemece karara bağlanarak Anayasa’nın 142. maddesinin amir hükmüne ve Anayasa’nın 37. maddesinde yer alan tabii hâkim ilkesine açıkça aykırı hareket edildiğini belirtmiştir (para. 54). 

Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen bireysel başvuru hakkının, anayasal bir hak olduğunu hatırlatan Mahkeme, Anayasa Mahkemesi kararlarının etkili şekilde uygulanmasının da bireysel başvuru hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve verilen kararların ihlâl kararında tespit edildiği şekliyle icra edilmemesinin bireysel başvuru hakkının açık ve ağır bir şekilde ihlâli anlamına geleceğini belirtmiştir. AYM’nin bireysel başvuru sonucu verdiği kararlarının uygulanmamasının bireysel başvuruda bulunmayı kişiler için anlamsız hâle getireceğini vurgulamıştır (para. 56). Kararların gereğinin yerine getirilmemesinin yargıya güveni de zedeleyeceği, bireysel hakları ihlal edeceği ve hukukun üstünlüğüne aykırı olacağını vurgulayan Mahkeme, Anayasa ve yasalar çerçevesinde bağlayıcı olduğu konusunda kuşku bulunmayan AYM kararına uyulmaması nedeniyle başvurucunun bireysel başvuru hakkının, seçme ve seçilme hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. 

AYM sonuç olarak hem önceki kararında hem de mevcut kararında tespit edilen ihlâllerin giderilmesi için;

i. Yeniden yargılama işlemlerine başlanması,

ii. Mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması ve başvurucunun ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması,

iii. Başvurucunun hükümlü statüsünün sona erdirilmesinin,”

zorunlu olduğuna hükmetmiş ve bunları yerine getirmek üzere kararın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. 

Mahkeme ayrıca kararın bir örneğinin bilgi için ve ilgileri nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na da gönderilmesine hükmetmiş ve başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. 

Kararın HSK’ya gönderilmesinin nedeni açıktır, AYM kararını uygulamayan yargıçlar hakkında idari ve cezai soruşturma açılması gerekmektedir. Ancak İstanbul 13. ACM bu kadar açık karara yine uymamış ve dosyayı tekrar Yargıtay’a göndermeye karar vermiştir. 

Anayasanın bu kadar açık bir şekilde ve inatla ihlal edilmesinden ve yok sayılmasından, sadece bu kararları verenlerin değil, aynı zamanda bunlar hakkında soruşturma yapma yetkisi olan kurumların da sorumluğunun doğacağı açıktır.

 * Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu

Devlet Bahçeli Anayasa Mahkemesi’nin Kapatılması Çağrısında Bulundu

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada iddialı bir çıkış yaptı ve Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması veya yeniden yapılandırılması gerektiğini söyledi. Konuşmasında ‘’Bay Zühtü, senin ipin kimin elinde’’ sözleriyle AYM Başkanı Zühtü Arslan’ı hedef alan Bahçeli şöyle dedi: “AYM’nin önünde görüşülmeyi bekleyen 129 bin 140 bireysel başvuru dosyası varken mahkûm Can Atalay dosyasını acilen inceleyip hak ihlali verilmesinin izahını kara cübbeli işbirlikçiler nasıl yapacaktır? Aynı özen ve dikkat neden ve niçin HDP ve devamı partilerin kapatılmasında gösterilmemektedir? AYM’nin başkan ve üyeleri, kulak veriniz, bana şehitlerimizin omzunda vatan toprakları emanet edildi, onların katilleri aramızda dolaşıyor. Uzaktan kumandalı yargı da yargıç da olmaz diyen Bay Zühtü, senin ipin kimin elindedir?” (2) Bahçeli ayrıca 12 askerin şehit olması ile ilgili olarak “AYM’nin malum başkanı ve üyeleri şehit haberleri karşısında acaba ne hissetmişlerdir? Nasır tutmuş vicdanları biraz olsun sızlamış mıdır?” ifadelerini kullandı. 

Bahçeli ayrıca DEM milletvekillerini kastederek “Biz, TBMM’de terörist istemiyoruz. Düşman istemiyoruz. Katil istemiyoruz. Canilerin sırtını sıvazlayan namertleri asla istemiyoruz” dedi ve bir dizi önerilerde bulundu. Bahçeli ilk olarak 57 DEM milletvekilinin maaşının ve partiye ödenecek Hazine yardımının derhal kesilerek terörle mücadeleye ve şehit ailelerine aktarılması gerektiğini belirtti. Bahçeli ayrıca görüşülmeyi bekleyen dokunulmazlık dosyalarının karara bağlanarak bu milletvekillerinin mahkemeye çıkarılması ve kürsü dokunulmazlığının sınırlarının yeniden çizilmesi talebinde bulundu.

Bahçeli’nin anayasal düzenin temeli olan kurumları hedef alması kabul edilebilir değildir. Anayasa Mahkemesi, bireysel hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak, bireylerin devlete karşı hukuki güvencesini temsil eder. Bahçeli’nin, özellikle AYM Başkanı Zühtü Arslan’ı hedef alarak kullandığı “senin ipin kimin elinde” ifadesi, yargı mensuplarının bağımsızlığını şüphe altına almakta, yargı üzerinde siyasi baskı kurmayı amaçlamaktadır. Aynı şekilde, terörle mücadele kapsamında atılması gerektiğini öne sürdüğü adımlar, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı yaptırımlar olarak görülebilir ve temelde masumiyet karinesine aykırıdır.

Son olarak, Bahçeli’nin TBMM’deki bazı milletvekillerini terörle ilişkilendirerek, dokunulmazlıklarının kaldırılması ve maaşlarının kesilmesi gibi önerileri, parlamentonun demokratik işleyişi ve milletvekillerinin temsil etme hakkını tehlikeye atmaktadır. Bu durum siyasi çekişmelerin ötesine geçerek, Türkiye’de halihazırda erozyona uğramış olan temel demokratik prensipleri ve kurumları daha da zayıflatma potansiyeli taşımaktadır. 

Ezcümle, Bahçeli anayasal düzen ve demokratik kurumlar açısından tedirginlik verici, demokratik hukuk devleti normlarına aykırı sert bir söylem geliştirmiştir. Bu tutumdan vazgeçmesinin Türkiye’deki siyasal düzenin ve demokratik kurumların selameti açısından isabetli olacağı kanaatindeyiz. Ayrıca bu tür açıklamalar, ulusal ve uluslararası hukuk normlarına bağlı kalarak, tüm siyasi aktörlerin ve devlet kurumlarının sorumluluk içinde hareket etmesi gerekliliğini bir kez daha hatırlatmaktadır.

 * Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi


2024 Yılı Türkiye Ekonomisi: Zorluklar ve Öneriler

Bildiğiniz gibi bu bültenlerde kurumsal gelişmeler ışığında ekonomiyi değerlendiriyoruz. Fakat yılın bu son bülteninde, araştırma kurumlarının ve uluslararası kuruluşların raporlarından hareketle, ekonomiyle ilgili 2024 verilerine topluca bir göz atacak ve bazı önerilerde bulunacağız. 

2023 yılı Türkiye ekonomisi için zorlu bir yıl oldu. Küresel ekonomide yaşanan gelişmeler, özellikle de Rusya-Ukrayna savaşı, Türkiye’yi olumsuz etkiledi. Bir önceki ekonomi yönetiminin yarattığı risklere paralel olarak, enflasyondaki artış da devam etti. 2024 yılında Türkiye ekonomisinin nasıl bir performans göstereceği, küresel ekonomideki gelişmelere ve Türkiye’nin iç politikalarına bağlı olarak değişkenlik gösterecek. Ancak, genel olarak büyümenin yavaşlayacağı, enflasyonun yüksek seyredeceği ve işsizliğin de artacağını öngörüyoruz.

Ekonomik Büyüme

2023 yılında Türkiye ekonomisinin %4,5 büyüme kaydetmesi beklenmektedir. Bu büyüme, 2022 yılındaki %11,1’lik büyümenin ardından önemli bir yavaşlama anlamına geliyor. Küresel ekonomideki yavaşlama ve iç politikalardaki belirsizlikler büyümenin 2024 yılında %2,9’a gerilemesine neden olabilir.

Enflasyon

2023 yılında Türkiye’de enflasyon %60’ın üzerinde bir seviyeye ulaştı, enflasyonda beklenen seviyede bir düşüş gerçekleşmedi. Küresel ekonomideki yüksek enflasyon ve iç politikalardaki belirsizlikler enflasyonun 2024 yılında da yüksek seyredeceğine işaret ediyor.

İşsizlik

2024 yılında Türkiye’de işsizlik oranının %15’i aşması bekleniyor. Bu, hane halklarının refahını olumsuz etkileyen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. İşgücüne katılımda da bir artış beklenmediği için işsizlik artışının daha güçlü bir negatif etki göstermesi bekleniyor. Yüksek enflasyon ve artan finansman maliyetleri de ekonomik büyümede yavaşlamaya dolayısıyla, işsizliğin artmasına neden olacaktır.

Hukukun Üstünlüğü

Hukukun üstünlüğünün zayıflaması yatırım güvenliğinin bozulmasına ve ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olmaktadır. 2024 yılında da hukukun üstünlüğü konusundaki sorunların devam etmesi beklenmektedir. Bu durum, Türkiye ekonomisinin dış yatırım çekmesini de zorlaştıracaktır.

Türkiye Hükümetinin Atması Gereken Adımlar

Türkiye hükümetinin 2024 yılında karşılaşacağı zorlukların üstesinden gelmek için aşağıdaki adımlara atması gerekmektedir:

  • Küresel ekonomideki yavaşlamaya uyum sağlamak için, Türkiye ekonomisinin verimliliğini ve rekabet gücünü artıracak yapısal reformlar yapmak:
  • Enflasyonu düşürmek için faiz artırımını sürdürmek ve maliye politikasını sıkılaştırmak:
    • Faiz artırımları, enflasyon beklentilerini düşürerek enflasyonun düşmesine yardımcı olacaktır.
    • Maliye politikası sıkılaştırmaları ise, kamu harcamalarını azaltarak ve vergi gelirlerini arttırarak enflasyonu düşürmeye yardımcı olacaktır. Dolaylı vergilerin azaltılması ve direkt vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının artırılması önemli bir düzelme sağlayabilecektir.
  • İşsizliği azaltmak için istihdam yaratmak ve işgücü piyasasını düzenlemek:
    • Bu amaçla, Türkiye hükümeti, yatırımları teşvik edecek, işgücünü nitelikli hale getirecek ve işgücü piyasasını düzenleyecek politikalar uygulayabilir.
  • Hukukun üstünlüğünü güçlendirmek:
    • Bu amaçla, Türkiye hükümeti yargı bağımsızlığını sağlayacak, hukukun herkes için eşit bir şekilde uygulanmasını sağlayacak ve yolsuzluğu azaltacak politikalar uygulayabilir.

2024 yılında Türkiye ekonomisinin, küresel ekonomideki yavaşlama ve iç politikalardaki belirsizlikler nedeniyle zorlu bir dönemden daha geçeceği öngörülmektedir. Bu durum, Türkiye ekonomisinin refahı üretme ve rekabet gücünü olumsuz etkileyecektir. Türkiye hükümetinin, bu zorlukların üstesinden gelmek için atacağı adımlar, ekonominin geleceği açısından kritik önem taşımaktadır.

 * Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi


1 Şerafettin Can Atalay (3) [GK], B. No: 2023/99744, 21/12/2023, Şuradan erişilebilir:  https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2023/99744

2 https://www.gazeteduvar.com.tr/bahceli-dem-partili-milletvekillerinin-maasi-kesilsin-aym-kapatilsin-haber-1656737

Önceki İçerikAKP’NİN STATÜKOYU SARSMAYAN SON ‘’YARAMAZLIKLARI’’
Sonraki İçerikVergilendirmenin Antik Tarihi