Editör’den,

Bir önceki Özgürlük Bülteni’nin yayımından sonra meydana gelen olaylar arasında en fazla tartışma yaratanı, İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener’in ‘’mertçe işlenen’’ olarak nitelediği siyasî cinayetleri takdirle anan konuşması oldu. Devletçi-milliyetçi dünya görüşü dikkate alındığında, Akşener’in ‘’mertçe işlenen cinayetler’’den kastının ne olduğu aşağı yukarı belliydi ama kendisinin vaktiyle kabinesinde İçişleri Bakanı olarak yer aldığı eski Başbakan Tansu Çiller yıllar evvel bunu açık-seçik biçimde ifade etmişti: ‘’Devlet için veya devlet adına’’ işlenmiş ve bundan dolayı da faillerini otomatik olarak ‘’şerefli’’ kılan cinayetler. Devlet adına işlenen cinayetlerin, bu tür cinayetlerin zirve yaptığı dönemde İçişleri Bakanlığı yapmış olan bir siyasetçi tarafından takdirle anılması ürkütücü olduğu kadar, Türkiye’de Devletin ‘’icab-ı halde’’ hukuk dışı yollara başvurmasının olağan bir uygulama olduğunu yeniden hatırlamamıza da vesile oldu.   

Bu ara dönemdeki en ilginç gelişme ise, hükümetin tam da mahallî seçimler arifesinde bu sefer ‘’uzay hamlesi’’ni devreye sokması oldu. Türk ‘’astronot’’ Alper Gezeravcı’yı taşıyan uzay aracı 19 Ocak günü ‘’uluslararası işbirliği ile’’ Florida/ABD’den uzaya fırlatıldı. Böylece Gezeravcı resmî açıklamaya göre ‘’uzayda bilimsel araştırmalar yapmak üzere’’, ama kamuoyundaki yaygın kanaate göre ‘’55 milyon dolarlık bir turistik gezi’’ yapmak üzere uzay yolculuğuna çıkmış oldu. Sanayi ve Teknoloji Bakanı bu münasebetle yaptığı açıklamada Türkiye’nin gelecekteki hedefinin ‘’yerli uzay aracımızla insansız ay misyonunu da gerçekleştirmek’’ olduğunu söyledi. Ancak, uzay bilimlerinde uzmanlığı olmayan emekli bir pilotun bu gezide nasıl bilimsel araştırmalar yapacağı kadar, uzaya gidecek aracı ve uzayda bilimsel araştırma yapacak diğer teknolojik donanımı bulunmayan Türkiye’nin bu girişiminin ne anlamda bir ‘’uzay hamlesi’’ olduğu da merak konusu oldu. 

Bu arada, epeydir hem iç hem de dış kamuoyunun gündeminde olan İsveç’in NATO üyeliği sürecinin Türkiye ayağı da nihayet tamamlandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi İsveç’in NATO’ya üyeliğini onaylayan kanunu kabul etti ve kanun Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Bu durumda, Kongrenin de onaylaması halinde ABD yönetiminin kararlaştırdığı Türkiye’ye 40 adet F-16 uçağının satışı da kesinleşecek gibi görünüyor.

Geçtiğimiz günlerde uluslararası alanda çok önemli başka bir hukukî ve siyasî gelişme meydana geldi. İsrail’in aylardır Gazze işgali esnasında Filistin halkına yönelik olarak gerçekleştirdiği katliamların ve diğer hak ihlâllerinin ‘’soykırım’’ niteliğinde olduğunun tespiti ve gereğinin kararlaştırılması talebiyle Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Adalet Divanı’na yaptığı başvuruda ilk ara karar çıktı. Birleşmiş Milletler’in yargı organı olan Adalet Divanı’nın kararında İsrail’in soykırım eylemlerinin durdurulması ve askerî harekâtlara son verilmesi istenmektedir. Böylece, Divan’ın nihaî kararının çıkması daha epey zaman alacak olmakla beraber, İsrail şimdiden hukuken soykırım sanığı haline gelmiş durumdadır. Her ne kadar İsrail bir süreliğine bu kararı ‘’resmî olarak’’ görmezden gelecek gibi görünse de, yaygınlaşıp güçleneceği artık belli olmuş olan uluslararası baskı karşısında uzun süre direnemeyeceği söylenebilir. Bu kararın ayrıca İsrail’in iç politikasında da etkili olması ihtimal dahilindedir; bu arada öyle görünüyor ki Netenyahu hükümetinin geleceği de artık sallantıdadır. 

Son olarak, CHP genel başkanı Özgür Özel partisinin bir grup toplantısında yaptığı konuşmada Türkiye yönetiminin yozlaşmışlık ve çürümüşlüğü hakkında ilginç bir tespit ve teşhiste bulundu. Ana muhalefet lideri, İçişleri Bakanlığının suç örgütlerine yönelik operasyonlarıyla ilgili olarak, suç örgütü lideri olduğu söylenen Ayhan Bora Kaplan’dan bahisle şöyle bir değerlendirme yaptı:  “Bu insan kaçakçısı, uyuşturucu baronu, mafya lideri kimin zamanında gelmiş? Süleyman Soylu’nun zamanında gelmiş. Bu Soylu’yu atayan dolma kalemin mürekkebi kime aitmiş? Ali Yerlikaya’yı kim atadıysa aynısına aitmiş. Sakın Yerlikaya döneminde yakalananlara bakıp da memlekette temizlik oluyor sanmayın. Memleketi bu pisliğe burasına kadar batıranlar da o Soylu, onu atayan o dolma kalem, o mürekkebin sahibi Erdoğan’dır.” Özel Ankara’daki eğlence merkezlerindeki ‘’kimsesiz çocuklar üzerinden’’ gerçekleştirilen ‘’pislik ve rezalet’’ten eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sorumlu olduğunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onun hakkında gereken işlemi yapmasını, aksi halde bundan kendisinin sorumlu olacağını söyledi.   

Özgürlük Gündemi’nin bu sayısında A. Rıza Çoban geçen sayının editoryalinde sözünü ettiğimiz bir Anayasa Mahkemesi kararına konu olan 5651 sayılı ‘’sansür yasası’’nı hak ve özgürlükler açısından etraflıca değerlendirmektedir.  Ömer Faruk Şen ise yazısında Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde bir imamla kaymakam arasında vuku bulan malum ‘’Hutbe Krizi’’ni yorumlamaktadır. Enes Özkan da yazısında, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ihracat ile döviz kuru arasında belirleyici bir ilişki olmadığına dair açıklamasından hareketle, bir yandan dış ticaret meselesinin sadece ihracatı değil, ithalatı da dikkate alan bir bakışla ele alınması gerektiğine, öbür yandan ihracat artışının verimlilik ve kapasite kullanımındaki artış ve inovasyon gibi faktörlerle de ilgili olduğuna dikkat çekmektedir. 

Özgürlük Gündemi’nin gelecek sayısında buluşmak üzere, esen kalın.

* Mustafa Erdoğan


Sansür Hükmünün İptali

Anayasa Mahkemesi pek çok haberin ve sosyal medya içeriğinin kişilik hakları ihlali gerekçesiyle erişime engellenmesine ya da içerikten çıkarılmasına dayanak yapılan 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesini iptal etti. 1 Ancak bu iptal hükmünün, kararın yayımlanmasından itibaren dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar verdi. Yani anayasaya aykırı olduğu tespit edilerek iptaline karar verilen kural, dokuz ay daha uygulanmaya ve haberler sansürlenmeye devam edecek. Oysa böyle bir erteleme kararına hiç gerek yoktu. Zira söz konusu düzenleme zaten baştan itibaren hukuk sistematiğine aykırı ve gereksizdi. Hukukumuzda kişilik haklarının haksız saldırılara karşı korunmasını sağlayacak başka pek çok hukuk yolu ve koruma mekanizması bulunmaktadır. 

Hatırlamak gerekirse, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun 2007 yılında küçükleri İnternetteki zararlı içeriklerden korumak amacıyla çıkarılmıştı. Kanunun ilk halinde 9. madde hakları ihlal edilenlerin içerik veya yer sağlayıcıya başvurarak içeriğin çıkarılmasını isteme ve cevap hakkını öngören bir düzenleme içeriyordu. Ancak 17-25 Aralık soruşturmalarından sonra İnternette bazı ses kayıtlarının yayılmasının ardından 2014 yılında 6518 sayılı Kanunla 9. madde tamamen değiştirilerek kişilik hakları ihlal edilen kişilerin doğrudan sulh ceza hakimliklerine başvurarak erişimin engellenmesini talep etmesine olanak tanınmıştır. Söz konusu taleplerle ilgili olarak sulh ceza hakimlerinin 24 saat içinde karar vermesi zorunlu tutulmuştur. İçerik sahiplerinin karar alma sürecinden haberleri olmadığı gibi, bu kararların içerik sahiplerine tebliği de öngörülmemiştir. Üstelik bu kararlara karşı yapılacak itirazları da bir kapalı devre içinde yine sulh ceza hakimliklerinin incelemesi öngörülmüştür. 2020 yılında 7253 sayılı yasa ile sulh ceza hakimliklerine erişimin engellenmesi tedbirinin yanı sıra bir de içeriğin çıkarılmasına karar verme yetkisi tanınmıştır. 

Bu düzenleme hukuk sistematiği içinde garip bir hukuk yolu icat etmiştir. Öncelikle bu mekanizma bir hukuk davası kapsamında ihtiyati tedbir ya da ceza davası kapsamında koruma tedbiri olmayıp bağımsız bir hukuki koruma mekanizması olarak işlev görmektedir.  Verilen karar itiraz üzerine kesinleşmekte ve karar verilen tedbir ilelebet yürürlükte kalmaktadır. Bu kural uygulamada tam bir sansür mekanizmasına dönüşmüş, eleştirel haber ve içeriklerin görünmez kılınması ya da ortadan kaldırılmasının aracı haline gelmiştir. İfade Özgürlüğü Derneğinin 2022 EngelliWeb Raporuna göre 9. madde kapsamında 2014-2022 yıllarında 543 farklı hakimlik tarafından verilen 6.509 farklı kararla 35.023 haber (URL adresi) erişime engellenmiş ve 29.253 haber (URL adresi) kaldırılmış, çıkarılmış veya silinmiştir. 2 Erişime engellenen veya içerikten çıkarılan haber ve içeriklerin çoğunluğu üst düzey siyasetçi veya kamu görevlileriyle ilgili haber ve içerikler olup arşiv değerine sahip pek çok haber de bu hükme dayanarak görünmez kılınmıştır. 3

Anayasa Mahkemesi söz konusu kuralın kötüye kullanılmasını engellemek için bir dizi karar vermiştir. Öncelikle, 2017 yılında yarı pilot niteliğindeki Ali Kıdık başvurusu kararında erişimin engellenmesi kararının ancak “ilk bakışta ihlal” (prima facie) durumunun tespit edilebildiği istisnai hallerde verilmesi gerektiğine karar vermiştir. 4 Ancak sulh ceza hakimlikleri Anayasa Mahkemesi’nin bu içtihadını dikkate almadan erişimin engellenmesi ve içerik çıkarma kararları vermeye devam etmişlerdir. EngelliWeb 2022 raporuna göre Anayasa Mahkemesi’nin Ali Kıdık kararında benimsenen “ilk bakışta ihlal” değerlendirmesine sulh ceza hakimliklerince uyulması zorunlu olmasına rağmen 2019 yılında verilen kararların binde 11 oranında ve çok az sayıda erişimin engellenmesi kararında bu karara atıf yapıldığı tespit edilmiştir. 2020 yılında bu oran binde 62, 2021 yılında binde 65 ve 2022 yılında binde 96 olmuştur. Atıf yapılan kararlarda da genellikle düzgün bir ilk bakışta ihlal değerlendirmesi yapılmamıştır. 5

Bu nedenle, bu hükme göre verilen erişim engelleme ve içerik çıkarma kararlarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelen bireysel başvuruların sayısı çığ gibi büyümüştür. Nihayet Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 2021 yılında Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve Diğerleri Başvurusu kararında 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesinde yapısal sorunlar tespit ederek, pilot karar usulünün uygulanmasına karar vermiştir.6 Bu kararında Mahkeme söz konusu düzenlemenin usulî güvencelerden yoksun olduğunu, silahların eşitliği ilkesine uymadığını belirterek yeni düzenleme yapmak üzere kararın bir örneğini TBMM’ye göndermeye karar vermiş, önündeki yaklaşık 400 başvurunun incelemesini de askıya almıştır. Ancak öngörülen bir yıllık sürede 7418 sayılı Kanun ile 5651 sayılı kanunda değişiklikler yapılmış olmasına rağmen AYM kararında belirtilen yönde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi önündeki bir iptal davası ile bir itiraz başvurusunu birleştirerek 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesinin tamamını iptal etmiştir.  

Ancak bu iptal kararı da sansür sorununu çözmekten uzaktır. İptal hükmünün uygulanmasının ertelenmesi çok büyük bir sorun olduğu gibi yeni yapılacak düzenlemenin daha iyi olacağını beklemek de gerçekçi değildir.

 * Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu


İmam ile Kaymakam Arasında “Hutbe” Krizi ve Açığa Çıkardıkları

Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde Kaymakam Burak Akeller’in camide hutbeyi iki satır atlayarak okuyan imama saldırdığı iddia edildi. Akeller’in imama “Sen terörist misin?” dediği ve küfrederek mikrofonla imamı darp ettiği iddia edildi. İmam da hastaneden darp raporu olarak şikayetçi oldu. Valilik konu ile ilgili soruşturma başlattı. Kaymakam Akeller kendisini “Şehitlerimiz ile ilgili olarak rahmet duası vardı. Cami imamı bu kısmı okumadı” diyerek savundu. 7

Kaymakam ile imam arasında geçen bu hadise ve ardından yaşananlar gelişmeler garabetler silsilesine dönüştü. Bu kriz hem iktidar ortakları arasındaki yarılmaları açığa çıkardı, hem de bürokrasinin kompozisyonu ve devlet memurlarının davranış kalıplarına dair vahameti gözler önüne serdi. İlk olarak, bir mülki amirin sözlü uyarıda bulunma imkânı varken hakaret ve fiziki saldırıyı yeğlemesi Türkiye’de istisna olarak bile gördüğümüz davranışlardan değil. Bu yeni olguyu anlamak için, saldırgan davranış sergileyen Akeller gibi kişilerin hangi kriterleri sağlayarak bu görevlere getirildiğine bakmak gerekir. Gizli olmayan bir bilgi var, o da son yıllarda bu pozisyonlara gelmek için başta siyasi partiler olmak üzere farklı oluşumlardan referans, daha doğru bir ifadeyle “torpil” bulmak. Bilinen bir gerçek de bu oluşumlara belli kontenjanlar verildiği ve MHP’nin son yıllarda bu “referans” kaynaklarının başında geldiği. MHP’liliğini kılığı, vurgu yaptığı konular ve kriz anlarında partiden gelen moral destekle görebildiğimiz bu ve benzeri kamu görevlileri maalesef bu apansız davranışlarının kanuni sonuçlarından muaf tutulabiliyor. 

Kaymakamın davranışından belki de daha beklenmedik olan gelişme, Türkiye’nin birçok il ve ilçesinden mülki amirlerin Kaymakam Akeller’e sosyal medyadan destek kampanyası başlatmaları oldu. Hatta Kadir Ulusoy gibi bazı kaymakamlar tartıştığı bazı sendika üyelerine sosyal medyadan hakaret etti. 

Öte yandan, bu kriz AKP ile MHP arasında bir süredir kamuoyunda konuşulan yarılmayı daha görünür kıldı. Bu olayın sıradan bir adli vaka olmanın ötesinde, ittifak içindeki aktörlerin birbirleriyle zıtlaştığı bir süreci gün yüzüne çıkardığı kamuoyunda tartışılıyor. Mil-Diyanet-Sen ve Memur-Sen yaptığı açıklamalarda kaymakamı eleştirdi. Birçok kaymakam ise bu açıklamaları eleştirerek Akeller’i savundu. MHP lideri Devlet Bahçeli de kaymakam için “tertemiz alnından öpüyorum” ifadelerini kullandı ve “bir çizikten darp raporu almak Müslümanca bir tavır değildir” dedi. İçişleri Bakanı Yerlikaya da bir tweet ile üstü kapalı bir destek açıklaması yaptı. Zafer Partisi de kaymakama destek açıklaması yaparken, Dem Parti kaymakamı kınadı. AK parti ise bu hususta sessizliğini koruyor. Öte yandan, Kulp ilçesinde bu krizden dolayı iki aşiretin karşı karşıya geldiği iddia ediliyor. 8

 * Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi


Türkiye’nin İhracat ve Kur Sınavı

Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 26 Ocak 2024 tarihinde ihracat ve kur ilişkisine bakış açısını yansıtan bir paylaşım yaptı. Şimşek paylaşımında “İhracatın ana belirleyicisi yurt dışı talep olup kurun önemli bir etkisi yoktur. 2003-13 döneminde nominal sepet kur yıllık ortalama yüzde 3,3; reel ihracatımız yüzde 7,1 artmıştır. 2018-23 döneminde ise kur yüzde 36,4 artarken, ihracatımız sadece yüzde 5 artmıştır. Dünya ticaretinden daha çok pay almak ve kazanımlarımızı kalıcı hale getirmek ancak verimlilik artışı, inovasyon, yüksek katma değer ve markalaşma ile mümkündür. İhracatçımızı çok güçlü bir şekilde destekliyoruz, desteklemeye de devam edeceğiz” dedi ve buna ilişkin aşağıdaki dipnotta göreceğiniz şekilde bir tablo ve bir grafik paylaştı. 

​Bakan söylediği şey konusunda çok da haksız sayılmaz. Nitekim, kendisinin belirttiği gibi, 2003-2013 yılları arasında Türkiye’nin ihracatı söylediği kadar artmıştır. Öte yandan bilindiği gibi dünyadaki her ülke ticaret yapar ve dış ticaretin de iki ayağı vardır: İhracat ve ithalat. Yani ülkeler sadece ihracat yapmazlar. Fakat nedense bakan Şimşek ithalat konusuna hiç değinmemiş. Halbuki dış ticarete ilişkin bir veri ancak ithalâtın ve ihracatın aynı anda değerlendirilmesiyle anlam kazanır. Sadece ihracat rakamları üzerinden yapılacak verimlilik, inovasyon vb. analizler bir anlam ifade etmez. 

​Bu nedenle biz analizimizi yaparken 2003-2013 arasındaki dış ticaret verilerini kullanarak Şimşek’in söylediklerini değerlendirelim. 2003 yılında Türkiye’nin dış ticaret açığı yani ithalat-ihracat farkı yaklaşık 22 milyar dolar, ihracatın ithalatı karşılama oranı 68,1. Şimşek’in bir dönüm noktası olarak adlandırdığı 2013 yılında ise dış ticaret açığı yaklaşık 100 milyar dolar ve ihracatın ithalatı karşılama oranı 61,9. 

​Şimşek yaptığı paylaşımda ihracatın artması için TL’nin değer kaybetmesini isteyen gruplara sesleniyor. Fakat bunu yaparken 2003-2013 arasını çok yanlış okuyor veya yanlış yönlendirme yapmak için işin ithalat kısmına hiç dokunmuyor. Halbuki benim de dahil olduğum birçok ekonomist o dönemde verimliliğin ve kapasite kullanım oranlarının yeteri kadar artmadığını, ülkedeki büyümenin sadece üretime değil daha büyük oranda tüketime dayandığını söylüyor. Türkiye gibi dış yatırıma sürekli ihtiyaç duyan bir ülke için dış ticaret açığının bu denli artması ülkeyi kırılgan ve risklere açık hale getiriyor. Nitekim 2013 sonrasında yaşananlar Ali Babacan ve Mehmet Şimşek gibi isimlerin görevden ayrılmasıyla açıklanamaz. Tam aksine bu isimler görevdeyken hem TL çok değerli kaldı ve ithalat inanılmaz bir hızla arttı, hem de verimlilik artışı yaşanmadı. Birim başına yapılan ihracatın değerinde de dramatik bir artış olmadı o dönemde. Bakan Şimşek dünya ticaretindeki payın artırılması için inovasyonun vs. gerekli olduğu konusunda haklı olsa da, ne kendisinin ilk döneminde ne de bugünkü yönetim döneminde inovasyon artışının, kalıcı yabancı yatırımın, tersine beyin göçünün, verimlilik artışının, kapasite kullanımı artışının ya da kapasite artışının yaşanması için gerekli kurumsal ve uzun vadeli vizyon ortaya konmadı, konmuyor.

 * Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi


1 AYM, E.2020/76, K.2023/172, 11/10/2023. Şuradan erişilebilir: https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2023/172 

2 Yaman Akdeniz, Ozan Güven, EngelliWeb 2022: Sulh Ceza Hakimliklerinin Gölgesinde Anayasa Mahkemesi, s.39. Şuradan erişilebilir: https://ifade.org.tr/reports/EngelliWeb_2022.pdf 

3 Yaman Akdeniz, Ozan Güven, EngelliWeb 2021: Üstdüzey Kamu Şahsiyetlerinin İncinen İtibar, Onur ve Haysiyet Yılı. Şuradan erişilebilir: https://ifade.org.tr/reports/EngelliWeb_2021.pdf

4 Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017. Şuradan erişilebilir: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5552 

5 EngelliWeb 2022, s. 126.

6 Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2018/14884, 27.10.2021

7 https://artigercek.com/guncel/kulpta-kaymakam-imam-gerginligi-kavga-cikti-281530h

8 https://haber.sol.org.tr/haber/imam-kaymakam-krizi-asiretler-kavgasina-dondu-389566#google_vignette

Önceki İçerikHUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ İDEALİNİN GERÇEKLEŞME ŞANSI
Sonraki İçerikKANUN VE YASA