“Devletin kontrol etmesinin mümkün olmadığı bir alanı (Kriptopara) düzenlemeye çalışması vatandaşlar üzerinde güç kullanma istencinin ve her konuda tek karar verici merci olma arzusunun bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.”

Özgürlük Araştırmaları olarak hazırladığımız ‘Özgürlük Gündemi’nin on birinci sayısı çıktı!

Aşağıdaki linke tıklayarak Özgürlük Gündemi’nin 11. sayısına ulaşabilirsiniz.

https://bit.ly/3xjd9Jx

128 Milyar Doların Akıbeti Merak Ediliyor

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lider Kemal Kılıçdaroğlu Meclis’teki grup toplantısında yaptığı konuşmada Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervlerinden eksilen 128 milyar dolar değerindeki dövizin nerede olduğu sorusundan hareketle siyasal bir kampanya başlattı. Döviz rezervlerinin piyasa fiyatlarının dışında ayrıcalıklı satışlarla eritildiğini savunan bu kampanya kamuoyunda büyük bir etki yarattı. Diğer muhalefet partileri de 128 milyar doların akıbetini sorgulamaya ve hükümeti inandırıcı bir açıklamaya davet etmeye başladılar. İYİ Parti, TCMB’nin döviz rezervlerini satma kararlarında siyasi direktif olup olmadığı sorusunu yöneltti. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ise TCMB’nin rezervleri serbest kur rejimine aykırı bir şekilde eritildiğini ve ciddi bir kural ihlali yapıldığını belirtti. Muhalefet partileri ayrıca geçtiğimiz hafta Meclis’e gelen fezlekelerin de iktidarın muhalefetin gözünü korkutmak için gönderildiğini iddia ediyorlar.

Döviz rezervlerinin akıbeti ile ilgili tartışma ilk olarak Hazine ve Maliyet Bakanı Berat Albayrak’ın istifası üzerine Kasım 2020’de başladı. Daha sonra, Reuters haber ajansı, Albayrak’ın istifa ettiği dönemde Merkez Bankası Başkanı olan Naci Ağbal’ın Mart 2021’de görevden alınmasında da 2019’dan itibaren rezervlerde yaklaşık 130 milyar dolar kayba neden olan döviz satışlarıyla ilgili inceleme başlatmasının rol oynadığını ileri sürmüş ve bu tartışma tekrar gündeme gelmişti. Daha sonra CHP’nin başlattığı kampanya ile tekrar gündeme gelen 128 milyarın akıbeti ile ilgili sorulara hükümet kanadı iddialara henüz tatmin edici bir yanıt verebilmiş değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk olarak Kılıçdaroğlu’nun sorularına yönelik olarak “Bana soru bile soramazsın” demiş ve ülkeyi halkı yönetenlerin ancak halka hesap vereceğini Söylemişti. Daha sonra ise, “kimi zaman ‘salgında harcadık’, kimi zaman da ‘Hazine’de duruyor’ yanıtını verdi. TCMB Başkanı Kavcıoğlu ise kaybolmuş bir varlıktan bahsetmenin mümkün olmadığını ve Merkez Bankası’nın bilgi ve verilerinin uluslararası standartlar dahilinde son derece şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşıldığını belirtti.

Bu yanıtlar muhalefet partilerini ve kamuoyunu tatmin etmediği gibi hükümet eş zamanlı olarak polis gücüyle kampanyayı sekteye uğratmaya çalışmaktadır. İstanbul, İzmir, Rize, Niğde vb. şehirlerde CHP parti binalarına asılan “128 Milyar Dolar Nerede?” yazılı afişler gece saatlerinde polis tarafından toplatıldı. 

Demokrasilerde muhalefet partilerinin iktidara maddi kaynakların nerelere ve hangi amaçla kullandığını sorması kadar doğal bir olgu yoktur. Son yıllarda siyasi motivasyonlarla yapılan görevden alma ve atamalar Merkez Bankası’nın bağımsızlığını ağır bir biçimde zedelemiş ve verilerine şüphe ile yaklaşılan bir kuruma dönüşmesine neden olmuştur. Bu minvalde, hükümetten veya Merkez Bankası’ndan 128 milyar doların akıbeti ile ilgili detaylandırılmış ve ikna edici bir yanıtın gelmemesi muhalefetin iddialarında haklılık payı olduğu düşüncesini desteklemektedir.   

AİHM gazeteciler Ahmet Altan ve Murat Aksoy’un haklarının ihlal edildiğine karar verdi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi son aylarda darbe girişimi sonrasında tutuklanan gazetecilerle ilgili ardı ardına ihlal kararları vermeye devam ediyor. Önce Kasım ayında Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ve Ahmet Şık’ın başvurusunu karara bağlayan Mahkeme daha sonra Ocak ayında Atilla Taş’ın başvurusunu ve nihayet 13 Nisan 2021 tarihinde de Ahmet Hüsrev Altan ve Murat Aksoy başvurularını karara bağladı. Bu başvuruların ortak özelliği 2016 yılında gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başvurucuların bir şekilde FETÖ ile ilişkilendirilerek tutuklanmaları ve uzun süre tutuklu kalmaları. Bu başvuruculardan bazıları birkaç kez bırakılıp tekrar tutuklandılar. Hepsi yerel mahkemelerce yargılanıp çeşitli cezalara çarptırıldılar, bir kısmının cezaları kesinleşti ve infazları da tamamlandı. Başvurucuların hepsi Anayasa Mahkemesi’ne de başvuru yapmış olmasına rağmen AYM, sadece Murat Aksoy başvurusunda tutuklamayı haklı gösterecek delil olmadığına karar verdi. Diğer başvuruların tamamında AYM tutuklanmayı meşru gösterecek kuvvetli şüphenin bulunduğu yönünde karar verdi. Oysa AİHM bu başvuruların tamamında başvurucuların tutuklanmasını meşru gösterecek makul şüphe nedenlerinin bulunmadığını ve tutuklanma nedeni olarak gösterilen tüm delillerin gazetecilik faaliyeti çerçevesinde yazılan yazılar ve paylaşılan mesajlar olduğunu belirterek bunların Sözleşmenin 10. maddesi kapsamında korunan ifade özgürlüğünün kullanımı niteliğindeki faaliyetler olduğuna karar verdi. Bunun sonucu olarak mahkeme verilen tutuklama kararlarının hukuki dayanaktan yoksun olduğuna ve özgürlük ve güvenlik hakkını ihlal ettiğine karar verdi. Ayrıca Mahkeme bBaşvurucuların ifade özgürlüğünün de ihlal edildiğine karar verdi. 

AİHM’in bu kararları Türkiye’de sulh ceza hakimliklerinden Yargıtay’a ve Anayasa Mahkemesi’ne kadar bir bütün olarak yargının meşru gazetecilik faaliyetleri ile suç teşkil eden fiiller arasında AİHM içtihadına uygun bir ayırım yapmakta başarısız olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda terör mevzuatının öngörülemez şekilde çok geniş yorumlandığını ve uygulandığını, meşru eleştirilerin “terör örgütlerine yardım” hatta “üyelik” ya da “anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” gibi ağır suçlamalara konu edildiğini ortaya koymaktadır. 

Ancak hem önceki kararlarda hem de son iki kararda AİHM, bu tutuklamaların siyasi amaç taşıdığına ilişkin iddiaları ya incelemedi ya da Sözleşme’nin temel hakların amaç dışı sınırlandırılmasını yasaklayan 18. maddesinin ihlal edilmediğine karar verdi. Murat Aksoy kararında Mahkeme 18. madde şikayetini ayrıca incelemeye gerek görmezken, Ahmet Altan başvurusunda tutuklamanın siyasi amaçla yapıldığının tespit edilemediğine karar verdi. Oysa her iki olayda da başvurucuların serbest bırakıldıktan sonra yandaş medyada yapılan kampanyalar sonucu yeniden tutuklanmaları söz konusu. Ahmet Altan 2016 yılında ilk kez göz altına alındıktan sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakılmış, ancak yaptığı açıklamalardan sonra tutuklanmasına karar verilmişti. Yine 2019 yılında Yargıtay,’ın ilk derece mahkemesi kararını bozarak tahliyesine karar vermiş, ancak bir hafta sonra yeniden tutuklanmıştı. Ahmet Altan kararına karşı oy yazan AİHM yargıcı Kuris, herkesin gördüğü gerçeği Mahkeme’nin daha fazla görmezden gelmemesi gerektiğini belirtmiştir. Kuris, Bob Dylan’ın 1963 yılında yayımlanan The Freewheelin’ albümünde yer alan “Blowin’ in the Wind” şarkısından şu mısraları alıntılayarak: “Yes, and how many times can a man turn his head; And pretend that he just doesn’t see?” (“Evet, kaç kez bir adam kafasını çevirir, Ve görmemiş gibi yapar”), bu sorunun kurumlar ve hatta ulusal ve uluslararası mahkemeler için de geçerli olduğunu hatırlatmıştır. 

Kriptopara Düzenlemesi ve Dışlayıcı Karar Alma Sistemi

16 Nisan 2021 Cuma gecesi Resmi Gazete’de Türkiye Cumhuriyet Merkez bBankası tarafından kripto varlıklarla [crypto assets] ilgili “Ödemelerde Kripto Varlıkların Kullanılmamasına Dair Yönetmelik” başlıklı yönetmelik yayınlandı. Yönetmelik çok kısa ve kapsamlı olmamasına rağmen kriptopara piyasasındaki oyuncular için oldukça sert bulundu. Başlıktan da anlaşılacağı üzere yönetmeliğin esas amacı kriptoparaların herhangi bir alım-satım işleminde ödeme almak-vermek için kullanılmasının yasaklanması. Bunun yanı sıra bu amaca yönelik hizmet üretilmesi de yasaklandı. Öte yandan ödeme ve elektronik para kuruluşları aracılığıyla da kriptopara borsalarına para göndermek veya borsalardan bu kuruluşlara para çekmek de yasaklandı.

Bu yönetmelik hem var olan gerçeklik hem de demokratik mekanizmaların işleyişi açısından birtakım sorunlar içeriyorvar. Öncelikle kripto varlıklarla ilgili yönetmeliği bu bir regülasyondan çok sadece yasaklama faaliyeti olarak tanımlamak gerekiyorgörünüyor. Halihazırda Türkiye’de regülasyon denince akıllara genellikle yasaklama geliyor. Maalesef Türkiye’de siyaset çoğu zaman kolektif bir karar alma mekanizması olarak işlemiyor. Normalde bunun gibi önemli tarz düzenlemeler yapılırken tüm paydaşların çok uzun süreler görüşleri alınmasıınır, analizler yapılması velır, raporlar yazılması gerekir. ır. Ancak bunlar yapıldıktan sonra böyle majör düzenlemeler hayata geçirilebilir. Daha önce hiç düzenlenmemiş alanı nasıl bir kurumun gece yarısı çıkardığı yasakçı bir yönetmelikle tanımlaya çalışmak mevcut iktidarın gerçeklerden koptuğunun en önemli işaretlerinden biri. Çünkü dünyada milyonlarca insan her gün kriptoparalar alım-satım yapıyor, kredi alıyor ve, kredi sağlıyor vs. Siyaset mekanizması sadece güç kullanma üzerine işlememeli, kanun gücüyle insanlara gerçeklik dışı, yapılamaz, kontrol edilemez şeyler dayatılmamalı. Ne var ki, Ddevletin kontrol etmesinin mümkün olmadığı bir alanı düzenlemeye çalışması vatandaşlar üzerinde güç kullanma istencinin ve her konuda tek karar verici merci olma arzusunun bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.bu kadar sık bir şekilde karşımıza çıkmamalı. 

Kısaca yYönetemeliğin esas sorunu Türkiye’deki ekonomi yönetiminin her zaman yaptığı gibi piyasaya çok kötü bir sinyal vermesi. Bu öyle kötü bir ekonomik sinyalleme ki sadece demokratik kurumları zayıflatmıyor, aynı zamanda gelecekte bu konuda hem bilgi hem sermaye yatırımı yapacak olan kişilere ve kurumlara tüm kazanımlarının, onlara hiçbir şekilde danışmadan bir gece çıkarılan bir yönetmelik sonucunda, kaybolabileceğini söylüyor. Bu gibi öngörülemez bir ülkeye yerli veya yabancı kimse yatırım yapmak istemez. Türkiye’de sürekli değiştirilen kurallar, alakalı alakasız her alanı düzenleme iştahı öyle bir noktaya vardı ki artık bu iki kötü durum birbirini besler hale geldi. Kurumlar çöktükçe piyasa mekanizmasını engelleyip onu devlete bağlı hale getirmeye çalışan regülasyonlar yapmaya sarılıyor, bu nedenle piyasa daralıyor ve ekonomik görünüm kötüleşiyor. Ekonomik durum kötüleştikçe de devlet mekanizması daha çok regülasyona sarılıyor ki kaynakları tamamen kendine bağlayabilsin. Bu kısır döngüyü aşacak şey ise ekonomik görünümün iyileşmesinden geçmiyor. Zaten ekonomik görünümün de kısa yahut orta vadede iyileşeceğine ilişkin bir emare görünmüyor. Bu nedenle mevcut hükümetin hızlıca birçok alanda deregülasyona gitmesi ve kaynak dağıtım mekanizmasından kendisini olabildiğince çekmesi gerekiyor. 

Önceki İçerik2021 Yılı Ocak-Mart Alkol Tüketim Verileri
Sonraki İçerikAvrupa ve Türkiye Karşılaştırmalı Alkol Politikaları