Editör’den,

Hükümet sistemi arayışları devam ediyor. 2017 yılında yapılan Anayasa revizyonuyla getirilen başkancı sistem, tahmin edildiği gibi, siyasî rejimin tek-adamcı ve baskıcı vasfını pekiştirirken, taraftarlarının iddia ettiğinin aksine, etkin bir yönetime de yol açmak şöyle dursun, ülkenin sorunlarının sayısını ve şiddetini daha da artırdı. Bu durum epey bir süredir sadece siyasî partiler cenahında değil, sivil kesimde de hükûmet sisteminde yeni arayışları teşvik etti. Hatırlanacağı gibi, bu arada Özgürlük Araştırmaları Derneği de geçen baharda siyasî rejim ve hükûmet sistemi meselesini enine boyuna ele alıp somut öneriler getiren bir araştırma yayımladı.

Şimdi de yasama organında temsil edilen muhalefet partileri bir araya gelerek, alternatif bir hükûmet sistemi modeli oluşturmak için çalışma başlatmış bulunuyor. Muhalefet bileşenleri ‘’güçlendirilmiş parlamenter sistem’’ dedikleri bir model üzerinde uzlaşmış görünmektedir. Modelin ana unsurlarının yasama organının güçlendirilmesi, tarafsız cumhurbaşkanı ve bağımsız ve tarafsız yargı olacağı anlaşılmaktadır. Parlamenter sisteme özgü olmamakla beraber, bağımsız-tarafsız yargının bu uzlaşmanın ana noktalarından birini oluşturması ümit vericidir. Yine de, önerilen modelin ayrıntıları henüz belli olmadığı için, muhalefetin bu girişimi hakkında kesin bir yargıda bulunmak için vakit henüz erkendir.  

Öte yandan, muhalefetin performansının hayal kırıklığı yarattığı durumlar da var. Söz gelişi, 13 hâkim ve savcının hukuksuz bir şekilde meslekten çıkarılmasında muhalefetin iktidar partileriyle işbirliği yaptığını düşündüren Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun son kararı özellikle CHP ve İyi Parti’nin tutumu açısından kafa karıştırıcıdır. Bağımsız ve tarafsız yargı getirme iddiasındaki bu partilerin, sözkonusu hâkim ve savcıların keyfî bir şekilde ihracına dayanak oluşturan olağanüstü rejim döneminden kalma düzenlemeye şimdiye kadar sessiz kalmaları zaten bağışlanabilir bir durum değildi. Üstüne üstlük, bu düzenlemenin hiçbir somut gerekçe göstermeksizin ve toptancı bir şekilde 13 meslek mensubuna uygulanmasında ifadesini bulan son hukuksuzlukta muhalefetin HSK’daki temsilcilerinin iktidarın temsilcileriyle işbirliği yapmış olmaları tam bir tutarsızlık oluşturmaktadır. 

Buna karşılık, iktidar partilerinin icraatında ise hiçbir tutarsızlık veya tereddütle karşılaşmıyoruz. Nitekim, AKP-MHP blokunun epey bir zamandır uygulaya geldikleri zulüm siyasetine ara vermeksizin devam etiklerini gösteren yeni olaylarla hemen hemen her gün karşılaşıyoruz. En son, dördüncü evre kanser hastası bir kadının infaz erteleme talebi reddedildi. Daha önce tanık olduğumuz başka benzerleriyle birlikte bu olay, cezaların infazı ve tutukluluk tedbirlerinin uygulanmasındaki sık sık yaşanan hak ihlâlleri ile diğer keyfî uygulamaların acilen ele alınması gereken sistemik bir sorun haline geldiğini göstermektedir.

Bu arada, son zamanlarda Anayasa Mahkemesi’nin içtihadında iyileşme yönünde genel bir eğilim gözlenirken, Mahkemenin bazı bireysel başvurular veya davalarda kararlı bir ‘’hak-eksenli’’ tutum sergileyemediği de gözlerden kaçmıyor. Mahkemenin Kaos GL başvurusunda verdiği kişi bakımından yetkisizlik kararı da maalesef bu yargımızı doğrulamaktadır.

Hükümet Sistemi Tartışması Devam Ediyor

Türkiye 2017 referandumunda parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan ‘’başkanlık sistemi’’ne geçiş yaptı. Muhalefet partileri AKP ve MHP’nin talepleri doğrultusunda ortaya çıkan ve yaklaşık yüzde 52 ile halk tarafından kabul edilen bu sistemin gücü tek bir kişinin elinde toplaması ve TBMM’yi işlevsiz bırakması açısından eleştirmeye devam ediyor. Geçtiğimiz üç yılda, hızlı karar alınması ve uygulanması zemininde savunulan bu sistemde başta ekonomi olmak üzere birçok alanda yanlış kararların hızlı alındığına şahit olduk.

Muhalefet partileri bu sistemin değişmesi gerektiğini sıklıkla ileri sürüyor. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in cumhurbaşkanlığı için aday olmayacağını, parlamenter sisteme dönerek kendisinin başbakan olarak ülkeyi yönetmeye talip olduğunu açıklaması hükümet sistemi tartışmalarını tekrar gündeme getirdi.[1] Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan bu başkancı sisteminden vazgeçmemiş görünüyor olsa da[2] muhalefet partileri parlamenter sisteme dönüş için bir konsensüse varmış görünüyor. Hatta parlamenter sisteme dönüşün muhalefet partilerinin üzerinde uzlaştığı tek siyasi amaç olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda mecliste milletvekili bulunan altı muhalefet partisi bir araya gelerek “güçlendirilmiş parlamenter sistem” üzerine ortak bir çalışma gerçekleştirmeye başladılar.

Bu çalışma ile ilgili ilk olarak partilerin ayrı ayrı teklifler sunması ve daha sonra ortak bir metin üzerinde anlaşması bekleniyor. Henüz nasıl bir sistem önerisinin ortaya çıkacağını kesin olarak bilmemekle beraber “güçlü parlamento, tarafsız cumhurbaşkanı ve bağımsız ve tarafsız yargı” başlıklarına yoğunlaşılacağı öngörülmektedir.[3] Hükümet sistemi değişikliğiyle kaldırılan gensoru, sözlü soru ve güvenoyu gibi düzenlemelerin anayasa ve TBMM içtüzüğünde yapılacak değişikliklerle geri getirilmesi hedefleniyor. Muhalefet partilerinin 2023 seçimlerinde TBMM’de 360 sandalye kazanıp anayasa değişikliğini halkoyuna sunmasına kesin gözüyle bakılamıyor olsa da bu partilerin bir araya gelerek daha demokratik bir hükümet sistemi üzerine çalışması Türkiye’de demokrasinin geleceği açısından umut vadediyor.

Anayasa Mahkemesi Kaos GL Başvurusunda Kişi Bakımından Yetkisizlik Kararı Verdi

18 Kasım 2017 tarihinde Ankara Valiliği aralarında Kaos GL’nin de bulunduğu bazı sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerini yasaklama kararı almıştı. Valilik kararı “halkın sosyal sınıf, ırk din mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edeceği” gerekçesine dayandırmıştı. Daha sonra açılan iptal davalarının reddi üzerine KAOS GL derneği 2018 yılında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştu. 21 Şubat 2019’da ise Ankara Bölge İdare Mahkemesi idari işlemi iptal etmişti. Bu uzun sürecin sonunda Eylül 2021’de Anayasa Mahkemesi derneğin başvurusunu incelemiş ve kişi bakımından yetkisizlik kararı vermiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararıyla özellikle “netameli” (!) konulardaki pasif tavrını sürdürmüş, hak ihlalini görmezden gelmiştir.

Anayasa Mahkemesi yasak kararından Derneğin somut olarak etkilenmediğini ileri sürmektedir. Oysa Dernek Ankara Valiliğinin yasaklamasından itibaren yaklaşık iki yıl boyunca hiçbir faaliyette bulunmamıştır. Faaliyetleri yasaklanan ve bu nedenle hiçbir toplantı ve gösteri yürüyüşünde bulunamayan Derneğin somut olarak etkilenmemesi nasıl mümkün olabilir? AYM Bölge İdare Mahkemesi’nin idari işlemi iptal etmesinden dolayı mağduriyetin ortadan kalktığını, bu nedenle kişi bakımından yetkisizlik kararı verdiğini belirtiyor. Peki, bu durumda iki yıl boyunca yaşanan mağduriyeti nasıl izah edebiliriz? Nitekim Bölge İdare Mahkemesi’nin kararında da iki yıllık hak ihlalini giderecek herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Eğer idari işlemin iptal edilmesinin hak ihlalini ortadan kaldırdığını kabul edecek olursak, bu durum idarenin sürekli hak ihlalleri gerçekleştirip mağdurların uzun dava süreçlerinde yıpratıldığı ve günün sonunda temel haklarından yoksun kaldıkları sistematik bir muameleye dönüşecektir.

Türkiye Paris Anlaşmasına Taraf Oldu

İklim değişikliğinin etkilerine ve küresel ısınmaya karşı alınması gereken önlemleri düzenleyen 9 Mayıs 1992 tarihli Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması, 06.10.2021 tarihli 7335 sayılı Onay Kanununa[4] dayanarak Cumhurbaşkanınca 07.102021 tarihinde ilişik beyanla onaylanmıştır. Onay kararı 07.10.2021 tarihli Mükerrer Resmî Gazetede yayımlanmıştır.[5] Türkiye ek beyanda Paris Anlaşmasını “hakkaniyet, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve mütekabil imkanlar” temelinde, ekonomik ve sosyal gelişme hakkına halel getirmeksizin, gelişmekte olan ülke statüsünde uygulayacağını duyurmuştur. Anlaşma iklim değişikliğinin risklerini azaltmak amacıyla küresel ortalama sıcaklık artışını sanayileşme öncesine göre maksimum 1,5 derece üstünde tutmayı amaçlıyor. Bu amaçla gıda üretimini tehdit etmeyecek şekilde iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlama kabiliyetini artırma ve iklim değişikliğine dirençli, düşük emisyonlu kalkınmayı teşvik etmeyi ve finans akışlarının düşük sera gazı emisyonunu ve iklim değişikliğine dirençli kalkınma hedefiyle uyumlu hale getirilmesini öngörüyor.

Türkiye’nin kalkınma politikalarını, Anlaşmada öngörülen ilke ve hedefler doğrultusunda belirlemesi ve uygulaması gelecek nesiller için yaşanabilir bir dünya bırakmak adına hayati bir önem taşımaktadır. Paris Anlaşmasının onaylanmasından daha önemli olan uygulanmasıdır.

HSK 13 Hâkim ve Savcıyı Meslekten İhraç Etti

Hakimler ve Savcılar Kurulu, 5 Ekim 2021 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 2021/726 sayılı kararı ile 10 hâkim ve üç savcıyı terör örgütleri ile irtibat ya da iltisakları olduğu gerekçesiyle ihraç etti. OHAL döneminde çıkarılan 667 sayılı KHK’da yer alan somut bir eyleme dayanmadan, terör örgütleri ve devlet güvenliği aleyhine faaliyette bulunduğuna karar verilen yapılarla irtibat ve iltisakları olduğu gerekçesiyle hâkim ve savcıları ihraç etme yetkisi, OHAL’in sona ermesinden sonra 2018 yılında çıkarılan 7145 sayılı Kanun ile 375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. madde ile üç yıl süre ile uzatılmıştı. Bu dönemde defalarca kez uygulanan yasa hakkında AYM’de açılan iptal davası, kanunun süresi bitmesine rağmen hala sonuçlandırılmadı. Kanunun süresi Temmuz 2021 tarihinde 7334 sayılı yasa ile yeniden bir yıl daha uzatıldı.

HSK üyelerinin Haziran 2021 tarihinde değişmesinden sonra verilen ilk ihraç kararında daha önceki Kurul tarafından verilen kararlarda yer alan usulî eksikliklerin devam ettirildiği görülüyor. Mayıs ayında TBMM’de yapılan seçim ile HSK’nın yedi üyesi Cumhur ve Millet ittifaklarına dahil siyasi partilerin uzlaşısı ile seçilmiş ve dört üye Cumhur ittifakı partilerince, üç üye ise Millet ittifakı partilerince belirlenmişti.[6]

Bakan dışındaki 12 üyenin oybirliği ile verilen yeni kararda da ihraç edilen hâkim ve savcıların ihraçlarına neden olan somut eylemlerine yer verilmemiş, kararlar her hâkim ve savcı için bireyselleştirilmemiş ve toplu bir gerekçe ile yetinilmiştir. HSK’da üç üyenin muhalefet partilerinin desteklediği adaylar arasından seçildiği dikkate alındığında, kararda hiçbir karşı oyun yer almaması, açık hukuksuzlukların giderilmesi bakımından gelecek açısından kaygı vericidir.

Dördüncü evre kanser hastası bir kadının infaz erteleme talebi reddedildi

Hasta mahkûm ve tutukluların cezaevi koşullarına ilişkin şikâyet ve kaygılar devam ederken, dördüncü evre kanser hastası olan ve cezaevi koşullarında tedavisini devam ettiremeyeceği ve tek başına ihtiyaçlarını karşılayamayacağı belirtilen Ayşe Özdoğan’ın infaz erteleme talebi reddedilerek geçtiğimiz günlerde tutuklandı.[7] İki yıl önce Maxciller sinüs kanseri teşhisi konan Özdoğan’ın sol üst çenesi, dişleri, elmacık kemiği ve tükürük bezleri alınmış ve dört ameliyat daha olması gerektiği belirtiliyor.

“Silahlı terör örgütüne üye olmak’ suçlamasıyla 9 yıl 4 ay cezaya hükmedilen Özdoğan’a isnat edilen fiiller, özel bir öğrenci yurdunda idarecilik yapmak, Bank Asya’da hesabının olması, dernek üyeliği ve Bylock mesajlaşma programını kullanılması olduğu belirtiliyor. Özdoğan’ın öğretmen olan eşi de “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla kamudaki görevinden atılmış ve 13 yıl hapis cezasına hükmedilerek tutuklanmış.

Sivil Toplumu İlgilendiren Yasa Değişikliği ile İlgili Mülakat Gerçekleştirdik

Özgürlük Araştırmaları Derneği olarak Freedom House’un desteğiyle sürdürdüğümüz Türkiye’de Hukuk Devleti ve Demokrasi İzleme Projesi kapsamında “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının ve Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun’’ üzerinden geçen dokuz ayın ardından Türkiye sivil toplumunun yaşadığı idari ve siyasi sorunlar ile hissettiklerini kayıt altına almak ve ardından sonuç raporlarımız üzerinden savunuculuk faaliyetleri yapmak üzere bir dizi görüşme planladık. Bu görüşmelerden ilki yerel bir kadın hakları derneği ile gerçekleştirildi.

  • Türkiye’de hayata geçirilen kanun kapsamında artık sivil toplum kuruluşlarına herhangi bir hukuki ceza olmadan idari olarak bazı tedbirler uygulanabilecek. Bu yeni yaptırımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Bu yasayla birlikte acaba bizim siyasi kimliklerimizden ötürü derneğimiz zarar görür mü diye ciddi endişeler yaşamaya başladık. Derneğimiz bir yaşında bile olsa çok ciddi emekler verdik. Artık üye başvurularında muhalif görüşlü kişiler kendilerine ket vurup üyeliklerini geciktiriyorlar ya da biz bu kaygıyla senin üyeliğini daha sonra yapalım demek durumunda kalıyoruz. Türkiye’de ötekileştirmek çok kolay biliyorsunuz. Hemen herkes terörize edilebiliyor. Birçok ülkede sivil toplum yön verir ve politika geliştirir. Fakat bizde tam tersi; eğer farklı yönde bir çalışma yürütüp mücadele ediyorsan doğrudan hedef oluyorsunuz. Biz de bu kaygıyla çalışıyoruz. Çünkü bizim kadın derneği olarak yapmak istediğimiz çalışma kadına karşı şiddetle mücadele ve toplumsal cinsiyet eşitliğini öne çıkarmak. Bu bir yılda bize başvurup yardım alan kadınlar böyle bir kurumun varlığından memnuniyetlerini ilettiler. Bu memnun oldukları kurumun devamını sağlayabilmemiz için de daha temkinli ve yavaş ilerliyoruz. Çoğu zaman yapmak istediğimiz eylem ve etkinliklerden geri durmak zorunda kalıyoruz. Bu yasa ve yeni yaptırımlarla beraber sürekli tetikte ve kaygılıyız.”

  • Yasanın esas sorun teşkil eden yönlerinden biri de Türkiye’de “terör” tanımının oldukça geniş yapılması. Son yasal düzenlemeye göre terör örgütü propagandası yapma iddiası idare tarafından bir STK’nın kapısına kilit vurulması için yeterli görülüyor.

‘‘Terör çok geniş kapsamda değerlendiriliyor. Kadın STK’ları açısından değerlendirdiğimizde biz toplumda kabul edilen toplumsal cinsiyet rollerinin alternatifini yaratmaya çalışıyoruz. Yani sistemin dışına çıkmaya çalışıyoruz. Bu da ötekileştirilmemizi ve terörize edilmemizi kolaylaştırıyor. Bu Kanun ile kadın hareketinin de daraltıldığını ve korkuya itildiğini düşünüyoruz.’’

  • 7262 Sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra denetime girdiniz mi, deneyiminizi bizimle paylaşır mısınız?

“Evet, derneğimizin ilk denetimiydi ve iki gün sürdü. Önceden bizi arayıp bir dizi evrak getirmemizi istediler. Ama çoğumuzun resmi evraklar hakkında bilgisi olmadığı için istenen belgeleri hazırlamak bir haftamızı aldı. Valilikteki işlemlerimiz sadece iki gün sürdü.

Profesyonel mesleğim muhasebecilik. Denetim daha uzun sürseydi istenilen belgeleri hazırlamak ya da gerekli bilgileri toplamak için daha çok zaman harcamam gerekirdi. Bu da kendi paramı kazandığım işlerimi yapmamı engellerdi. Aynı şekilde avukat olan üyelerimizin daha çok vakit harcaması gerekse onların kendi işyerlerinde sıkıntılar yaşaması kaçınılmazdı. Denetim süreçleri ile üstümüzde artan idari yük önce gönüllü yürüttüğümüz derneğin işlerini artırmakta bu da paramızı kazandığımız işlerimizin rutinini tehdit etmektedir. Üstelik ceza almamız halinde ödeyebilecek kurumsal bütçeye de sahip değiliz. Yerel bir dernek olarak profesyonel çalışanlarımız yok ve eğer bu idari yük bu şekilde artmaya devam ederse birçok kadının destek almaktan memnun olduğu derneğimizin çalışmaları tehlike altına girecek.”


[1] https://www.ensonhaber.com/politika/meral-aksener-basbakan-adayiyim

[2] https://www.dunya.com/gundem/erdogan-baskanlik-sistemiyle-yolumuza-devam-edecegiz-haberi-635235

[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-58815115

[4] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/10/20211007-7.pdf

[5] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/10/20211007M1-1.pdf

[6] https://tr.euronews.com/2021/05/20/hsk-secimleri-7-uyenin-4-unu-cumhur-3-unu-millet-ittifak-sececek; https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/791087.aspx

[7] https://tr.euronews.com/2021/10/02/kanser-hastas-ayse-ozdogan-tutukland

Önceki İçerik“Türkiye’de Katılımcı Demokrasiyi Geliştirmek için Örgütlenme ve Toplanma Özgürlüğünün Güçlendirilmesi” Projesi
Sonraki İçerikÖAD 7. Yıl Konuşması