“Türkiye’de yüksek öğrenim rejiminin köklü bir yapısal değişime ihtiyacı var. Üniversitelere akademik/idari niteliklerden başka saiklerle ve üniversite-dışından rektör atanması çağdaş demokrasilerde kabul edilebilir bir prosedür değil.”
‘Özgürlük Gündemi’nin altıncı sayısı çıktı!
Aşağıdaki linke tıklayarak Özgürlük Gündemi’nin 6. sayısına ulaşabilirsiniz.
Boğaziçi Üniversitesi’ne Siyasi Saiklerle Rektör Atandı
Cumhurbaşkanı Erdoğan Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak Prof. Dr. Melih Bulu’yu atadı. Bulu’nun AKP Sarıyer İlçe Başkanlığı kurucularından olması ve 2015 Genel Seçimlerinde AKP’den milletvekilliği adaylık başvurularında bulunması, kamuoyunda bu atamanın akademik nitelikler gözetilerek değil siyasi saiklerle gerçekleştirildiği düşüncesini hakim kıldı. Üniversite öğrencileri, mezunları ve akademisyenler, “kayyum rektör istemiyoruz” diyerek rektörün öğretim üyeleri arasından onların oyları ile seçilmesiyle değil, doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ataması ile işbaşına gelmesini protesto ettiler.
Günlerce devam eden protestolar ülke gündeminin merkezine oturdu. Kolluk kuvvetleri toplamda 36 öğrenciyi sabahın erken saatlerinde ev baskınları yaparak gözaltına aldı. Öğrenciler kendilerine emniyetteki sorguları sırasında çıplak arama yapıldığını ve sözlü tacizlere maruz kaldıklarını belirtti. Öğretim üyeleri rektörlük binasına sırtlarını çevirerek rektör atamasını protesto etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu protestoları terör örgütleri ile ilişkilendirdi ve “terör örgütü iltisaklı kişilerin en ön safta yer aldığı bu tür eylemlerin demokrasiyle, hak arayışıyla, fikir ve ifade özgürlüğüyle uzaktan yakından ilgisi yoktur” dedi. Ne var ki, protestolar esnasında öğrenciler herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamış; buna karşın, kolluk kuvvetleri orantısız biçimde müdahale etmiştir.
Bulu’nun atanmasının yakın geçmişte olağanüstü hal koşullarında yapılan mevzuat değişikliklerinin sonuçlarından biri olduğunu, bu bakımdan büyük bir sürpriz olmadığını belirtmek gerekir. 2016 yılına kadar Cumhurbaşkanı üniversitelerde yapılan seçimlerde en yüksek oyu alan 6 aday arasından YÖK ‘ün belirlediği üç adaydan birisini atarken, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında olağanüstü hal koşulları altında 2016 yılında yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ile birlikte, Cumhurbaşkanı’na doğrudan rektör atama yetkisi verildi. Bu değişiklikten sonra AKP’li birçok siyasetçi üniversitelere rektör olarak atandı. Sözgelimi, dört dönem AKP’den milletvekili olan Nükhet Hotar ve Necdet Ünüvar, sırasıyla, 2018’de Ege Üniversitesine ve 2020’de Ankara Üniversitesi’ne rektör olarak atanmışlardı. Bu atamalar gibi Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması da bize bir kere daha gösterdi ki, siyasal iktidarlar olağanüstü koşulları gerekçe göstererek artırdığı yetkileri, olağanüstü koşullar sona erdiğinde de kullanmaya meyyaldir.
Türkiye’de yüksek öğrenim rejiminin köklü bir yapısal değişime ihtiyacı var. Üniversitelere akademik/idari niteliklerden başka saiklerle ve üniversite-dışından rektör atanması çağdaş demokrasilerde kabul edilebilir bir prosedür değil. Öte yandan, üniversite rektörlerinin partili cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi (selection) ve atanması, üniversitelerin, son günlerde şahit olduğumuz gibi siyasetin nesnesi haline gelerek, 1980 sonrasında erozyona uğrayan akademik özerkliklerini tamamen kaybetmeleri anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda ise, akademik verimliliğin düşmesi kaçınılmazdır.
6-8 Ekim 2014 Kobane Olayları’na İlişkin İddianame Hazırlandı
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen Kobane Olayları’yla ilgili olarak aralarında eski HDP eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın yanı sıra Ahmet Türk, Altan Tan, Ayhan Bilgen, Ayla Akat Ata gibi birçok HDP’li yönetici ve milletvekilinin ve PKK’lı yöneticilerin de bulunduğu 108 sanık hakkında iddianame düzenlenmiştir. Olaylardan altı yıl sonra düzenlenen iddianamenin 3500 sayfadan oluştuğu ve sanıkların her birinin Türkiye’nin her yerinde meydana gelen her bir olaydan ayrı ayrı cezalandırılmak istendiği anlaşılmaktadır. İddianamede baştan sona acelecilik eseri olduğu anlaşılan yazım yanlışları ve hatalar gözlemlenmektedir. Maktuller başlığı ile başlayan iddianamede bu başlık altında 2676 gerçek ve tüzel kişinin adına yer verildiği ve bunlar arasında Adalet ve Kalkınma Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Savunma Bakanlığı, MNG şirketler topluluğu, Bank Asya, Öğretmenler Derneği gibi tüzel kişilerin de bulunduğu görülmektedir. Her bir sanık Adam Öldürme (37), Adam Öldürmeye teşebbüs (31), Yağma (24), Alıkoyma (38), Alıkoymaya Teşebbüs (2), Mala Zarar Verme (1750), Yakarak Mala Zarar Verme (397), Kamu Malına Zarar Verme (1060), Yakarak Kamu Malına Zarar Verme (503), İşyeri Dokunulmazlığını İhlal (53), Geceleyin İşyeri Dokunulmazlığını İhlal (294), Geceleyin Açıktan Hırsızlık (26), Açıktan Hırsızlık (20), Hırsızlık (114), Geceleyin Hırsızlık (272), Basit Yaralama (5), Silahla Basit Yaralama (43), Kamu Görevlisini Silahla Basit Yaralama (264), Kamu Görevlisini Kasten Basit Yaralama (7), Kemik kırığı Oluşacak Şekilde Kasten Silahla Yaralama (1), Kamu Görevlisini Kemik kırığı Oluşacak Şekilde Kasten Silahla Yaralama (1), Silahla Kasten Yaralama (78), Kamu Görevlisini Silahla Yaralama (51), İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali (3), İbadethanelere Zarar verme (4), Düşük Yapmaya Neden Olma (1), Bayrak Yakma (24), 5816 Sayılı Yasaya Muhalefet (25), Suç İşlemeye Tahrik Etme, Devletin Birliğini, Ülkenin Bütünlüğünü Bozma suçlarından doğrudan suçlanmaktadır. Kobane Olayları’na ilişkin iddianamenin başta ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi gibi temel hukuk ilkeleri açısından tartışılacak pek çok yanı bulunmaktadır. Her sanık için suç tarihlerinin 9.9.2014 ile 30.12.2020 olarak belirtildiği görülmektedir. Buna göre Demirtaş gibi 2016 yılından beri tutuklu olan sanıklar da cezaevinden suç işlemeye devam etmiş sayılmaktadır. Kobane iddianamesi iki konuda siyasi sonuçlara yol açabilecek niteliktedir. İlk olarak, AİHM Büyük Dairesinin Demirtaş hakkında verdiği tahliye kararının uygulanmasını zorlaştıracağı açıktır. İkinci olarak ise, HDP hakkında kapatma davası açılmasını kolaylaştıracağı söylenebilir. Nitekim MHP lideri Devlet Bahçeli bu iddianameye işaret ederek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nı HDP hakkında kapatma davası açmaya davet etmiştir.
Anayasa Mahkemesi Çıplak Arama Nedeniyle İhlal Kararı Verdi
HDP Milletvekili ve İnsan Hakları Savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun gündeme getirdiği çıplak arama iddiaları tartışılırken Anayasa Mahkemesi Rüya Ağdaş Sönmez başvurusunda başvurucunun çıplak arama iddialarının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucu 2016 yılında metro girişinde çantasının aranması nedeniyle çıkan tartışma dolayısıyla götürüldüğü polis merkezinde üst araması yapılacağı gerekçesiyle çay ocağına götürüldüğünü, burada darp edildiğini ve soyundurularak çıplak halde otur-kalk yapmaya zorlandığını iddia etmiştir. Anayasa Mahkemesi yaptığı incelemede başvurucunun iddialarının savcılık tarafından soruşturulmadığını, üst araması için neden çay ocağına götürüldüğünün ve neden metro girişinde aralarında adli vaka yaşanan polis memuru tarafından üstünün arandığının ve ifadesinin alındığının sorgulanmadığını dikkate alarak Anayasanın 17. maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir. AYM’nin bu kararı kolluk kuvvetlerinin yetkisini kötüye kullanma vakalarının adli mercilerce etkili bir şekilde soruşturulmadığını göstermektedir.
Merkez Bankasının Faiz Kararı
21 Aralık günü TCMB Para Politikaları Kurulu bir haftalık repo ihalesi oranını [one-week repo auction rate], yanibaşka bir ifadeyle, politika faizini açıkladı. Yapılan açıklamaya göre politika faizi değişmeyerek %17 olarak gerçekleşti. Yapılan açıklamada COVID-19 salgının ekonomiye etkisinin azalmasınadığından buna rağmen belirsizliklerin devam ettiğinden bahsedildi. Kararda üstü kapalı bir şekilde hükümetin salgın döneminde sürdürdüğü kredi politikası da eleştirildi. Yaşanan kredi genişlemesinin iç talebi canlandırması sonucunda cari işlemler dengesinin olumsuz etkilendiği vurgulandı.
Öte yandan Tayyip Erdoğan PPK kararı öncesinde yine “enflasyonun sebebi faizdir” görüşünü ileri sürmeye devam etti. Kendisinin faize karşı olduğunu mutat bir şekilde vurgulayan Erdoğan yatırımcıların, girişimcilerin faiz yükü altında ezildiğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve TCMB’nin piyasaya verdiği mesajların birbirinin tam zıttı olması ekonomideki öngörülebilirliği düşüren bir öğe olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomik analizlerin siyasi analizlerden ayrışmasına neden olan bir unsur olarak bu söylem karmaşası öne çıkıyor. Demokratik ülkelerde yürütmenin başındaki birinin bu tarz mesajlar vermesi, verilen mesajın bir sonuç doğurmayacağı bilindiğinden daha normal karşılanabiliyor. Fakat Türkiye gibi kurumların erozyona uğradığı ülkelerde bu mesaj karmaşası gelecek döneme ilişkin ani değişiklik kaygısı yaratıyor.
2020 Bütçe Açığı ve Vergi Artışları Yaşanma İhtimali
Türkiye 2020’de 172,7 milyar TL bütçe açığı verdi. 2020 Aralık bütçe açığı 40,7 milyar TL olarak açıklandı. Oysa ki bütçe açığı 2013 sadece 18,4 milyar TL olarak gerçekleşmişti. 2020’ye gelindiğinde ise yılın son ayındaki açık 2013’teki açığın iki katından fazla. Bunlara ek olarak Türkiye mali disiplini sağladığı dönemlerde faiz dışı fazla veriyordu. Başka bir ifadeyle,Yani faiz giderlerini bütçe açığından çıkarıldığında çıkardığınızda aslında bütçenin fazla verdiğini görüyorduk. Bu durum ise da Türkiye’nin daha sürdürülebilir şekilde borç alabilmesine olanak sağlıyordu. Tüm bu hikayeTüm bu işleyiş birkaç senedir tersine dönmüş durumda. 2020 yılında Türkiye faiz dışı fazla vermediği gibi, 35,8 milyar TL faiz dışı açık verdi bu rakam da 35,8 milyar TL olarak gerçekleşti. Bunun Türkiye ekonomisi için anlamı maalesef daha yüksek risk primi ve daha yüksek faizle borçlanma demek. Türkiye bu istatistiklere göre giderek artan bir bütçe açığıyla boğuşmak zorunda kalacak gibi görünüyor. Bunların sonucunda bütçenin temel gelir kalemi olan vergilerin artırılması ihtimali 2021 yılı için yüksek görülebilir. Türkiye gibi dolaylı vergilerin yüksek olduğu ülkelerde vergilerin artırılması sadece mali bir düzenleme olarak kalmıyor. Vergilerin artırılması gelirlerinin tamamını harcamak zorunda kalan ücretli çalışanların refahının düşmesine ve bu toplum kesiminin demokratik talepleri dile getirirken getirmek noktasında daha fazla zorluklarla karşılaşmasına neden oluyor daha fazla sorunla uğraşmak zorunda kalmasına neden oluyor. Bu nedenle 2021 yılında vergi artışlarını da bültenimiz kapsamında yakından izleyeceğiz.