Türkiye tarihsel olarak bakıldığında ne zaman demokratikleşme yönünde adım atsa, ne zaman dünya ile entegrasyonunu artırmak için barışçıl yöntemler izlese ekonomisinde bir sıçrama yaratabilmiş bir ülke. Bu nedenle ekonomik sorunların temelinde rol oynayan otoriteryen bakış açısı değişmeden Türkiye ekonomisinin rahat bir nefes alması zor görünüyor.
Aşağıdaki linke tıklayarak Özgürlük Gündemi’nin 8. sayısına ulaşabilirsiniz.
Freedom House “Dünyada Özgürlük” Raporu ve Türkiye
Freedom House tarafından yıllık olarak dünyadaki siyasi haklar ve sivil özgürlüklerin durumuna dair araştırmaların sonuçlarının açıklandığı Dünyada Özgürlük raporu bu yıl “Demokrasi Kuşatma Altında” başlığıyla yayımlandı. Rapora göre COVID-19 salgınının da etkisiyle birçok hükümet aşırı gözetleme, hareket ve toplanma gibi haklara yönelik ayrımcı sınırlamalar ve bu tür kısıtlamaların polis ve hükümet-dışı aktörler eliyle, keyfi veya şiddetli bir şekilde uygulanmasına başvurdu.
2006 yılından bu yana demokrasinin kötüleştiği ülkelerin sayısının iyileşme kaydeden ülkelerden fazla olduğunu ve aradaki bu olumsuz farkın 2020 yılında en yükseğe çıktığını belirten rapor, özgür olarak kabul edilen ülkelerin sayısının da bu zaman aralığında en düşük noktaya geldiğini belirtiyor.
Rapora göre son 10 yılda özgürlüğün en çok zarar gördüğü -Mali’den sonra- ikinci ülke konumunda olan Türkiye, “küresel özgürlük puanlarına” göre sıralanan 196 ülke arasında 100 üzerinden aldığı 32 puan ile 146. sırada yer alarak “özgür olmayan” ülkeler kategorisinde bulunuyor. Puanlamanın detaylarına bakıldığında, Türkiye’nin siyasi haklardan 40 üzerinden 16, sivil özgürlüklerden ise 60 üzerinden 16 puan alabildiği görülüyor. Bu iki başlık altında Türkiye’nin seçim süreçleri, siyasal çoğulculuk ve katılım, hükümetin işleyişi, ifade ve inanç özgürlüğü, örgütsel haklar, hukukun üstünlüğü, kişisel özerklik ve bireysel haklar alanlarında eksiklerinin olduğu vurgulanıyor. Hükümetin açık ve şeffaf bir şekilde çalışmadığına dikkat çekilen raporda, etnik, dinsel, cinsiyet ve LGBT+ ve diğer toplumsal grupların haklarının tam olarak tanınmadığı; akademisyenlere ve öğrencilere siyasi sebeplerle baskı uygulandığı; sendikaların güçsüzlüğü ile birlikte hükümetin örgütlü emeğe karşı olan siyasetinin fırsat eşitliğine, ekonomik sömürüden korunmaya ve iş yeri güvenliğine zarar verdiği belirtiliyor.
Rapor, 2016 darbe girişiminin ardından, hükümetin siyasal haklar ve sivil özgürlüklere dramatik ölçüde zarar verdiğini ve 2017 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile oluşturulan cumhurbaşkanlığı sisteminin, gücü cumhurbaşkanının elinde topladığını hatırlatıyor. Ayrıca, rapora göre 2019 yerel seçimlerindeki muhalefet zaferlerinin ve COVID-19 salgınından olumsuz etkilenen halihazırda zayıf olan ekonominin hükümeti, muhalefeti daha çok kısıtlamaya yönelttiğini vurguluyor.
Resmî sağlık istatistiklerinin manipüle edilmesi, resmî açıklamaları ve politikaları eleştiren sağlık çalışanlarına soruşturmalar açılması ve yüzlerce sıradan insanın salgın hakkında sosyal medya paylaşımlarıyla ilgili olarak tutuklanmaları gibi durumlara dikkat çeken rapor, muhalif siyasi liderlere, önde gelen sivil toplum üyelerine ve bağımsız gazetecilere yönelik soruşturma ve zarar verme kampanyalarının yıl boyunca devam ettiğini belirtiyor. AİHM’in Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılması gerektiği yönündeki kararlarının uygulanmaması ve HDP belediyelerine kayyum atanmasına devam edilmesi bu uygulamalara örnek olarak gösteriliyor.
Hükümetin dış politikada giderek artan agresif tavrına da dikkat çekilen raporda, bölgesel istikrarsızlıklara yol açan çatışmalar arasında gösterilen Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaşta Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği destek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine edilen müdahale vurgulanıyor.
YARGITAY HDP MİLLETVEKİLİ ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU HAKKINDA VERİLEN HAPİS CEZASINI ONADI
HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında T24 İnternet haber sitesinde 2016 yılında yayınlanan bir haberi kendi Twitter hesabından paylaştığı için açılan davada verilen hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Uzun yıllardır insan hakları hareketinin içinde yer alan ve geçmişte Mazlum-Der Başkanlığı da yapmış olan Gergerlioğlu’nun paylaştığı “PKK: Devlet adım atarsa barış 1 ayda gelir” başlıklı yazı halen yayındadır.[1] Yazının linkini “Bu çağrı hakkıyla değerlendirilmeli, bu işin sonu yok..! “Öcalan devreye girerse olur” diyorlar” yorumuyla birlikte paylaşmıştır. 2016 yılında açılan davada yerel mahkeme söz konusu paylaşımın terör örgütü propagandası teşkil ettiğine karar vermiş ve alt sınırdan uzaklaşarak 2 yıl 6 ay hapis cezası vermiştir. Dosya istinaf aşamasındayken 2018 yılında milletvekili seçilmesi üzerine dokunulmazlığı nedeniyle davanın durdurulması talebini mahkeme terör propagandası suçunun Anayasanın 83/2 maddesi gereği dokunulmazlık kapsamı dışında olduğunu belirterek yargılamaya devam etmiş ve ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. 2019 yılında yapılan kanun değişikliği[2] sonrasında Gergerlioğlu temyiz yoluna başvurmuştur. Son zamanlarda dile getirdiği ağır insan hakları ihlalleri dolayısıyla hükümetin hedefi haline gelen Gergerlioğlu’nun cezasının onanmasıyla milletvekilliğinin düşürülmesi an meselesi haline gelmiştir. HDP’li milletvekilleri ile ilgili fezlekelerin Meclis gündemine geldiği bir dönemde ara seçim senaryoları da konuşulmaya başlamıştır. Bu ortamda bir milletvekilinin vekilliğini düşürecek bir cezanın onanması da manidar görünmektedir.
Hükümet’in Yeni İnsan Hakları Eylem Planı Derde Deva Olur mu?
Ekonomik göstergelerin giderek kötüye gittiği, pandeminin krizi ağırlaştırdığı ve dış baskıların arttığı bir dönemde Hükümet yeni bir İnsan Hakları Eylem Planı açıkladı.[3] İki yıl içinde uygulamasının tamamlanacağı açıklanan planda dokuz amaç ve 50 hedefe yer verilmiştir. Açıklanan amaç ve hedefleri gerçekleştirmek için yapılacağı belirtilen faaliyetlerin tamamı yapılması gereken işler olmakla birlikte bunların Türkiye’nin insan hakları sorununu çözmekten uzak olduğu açıktır. Zira planın temel hedefinin insan hakları ve hukuk devleti sorunlarını çözmekten ziyade yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmek ve uluslararası baskıları azaltmak olduğu anlaşılmaktadır. Öngörülen faaliyetlerin istenilen sonucu doğurabilmesi için kuvvetler ayrılığının tesis edilmesi, yargı bağımsızlığının güvence altına alınması ve denge ve denetleme sisteminin kurulması gerekmektedir. Bunun için de anayasal mimarinin yeni baştan ele alınması zorunludur. Öngörülen planda bu yönde hiçbir değişiklik yer almamaktadır. Bu durumda yargı bağımsızlığını güvence altına almadan yapılacak bazı usuli değişikliklerin veya eğitim faaliyetlerinin olumlu sonuç doğuracağını beklemek hayalcilikten öteye geçmeyecektir. Eğer hükümet insan hakları alanında iyileşme sağlamak istiyorsa yapılması gereken ilk şey yargıdan elini çekmek ve Hakimler ve Savcılar Kurulunu bağımsız hale getirmektir. Yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamazken, hükümet AİHM kararlarını uygulamamakta direnirken, Anayasa Mahkemesine tek bir kadın üye atamazken hükümetin samimiyetine inanmak zorlaşmaktadır. Planı hazırlayan Adalet Bakanlığı en küçük bir eleştiri içeren sosyal medya mesajları dolayısıyla Cumhurbaşkanına hakaret davaları açılmasına izin vermektedir. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarına rağmen KHK’lı hukukçuların avukatlık yapmasına izin vermeyerek baroların kayıt kararları aleyhine idari yargıda dava aşmaya ve yürütmeyi durdurma kararları aldırmaya devam etmektedir. İşkence ve adam kaçırma gibi ciddi insan hakları ihlali iddiaları konusunda soruşturma açmak yerine iddiaları haberleştiren gazeteciler hakkında soruşturmalar açılmaktadır. Bu durumda insan hakları eylem planının kimin için hazırlandığı ciddi bir soru işaretidir. Yabancı yatırımcılar için cazibe yaratıp yaratmayacağını ise zaman gösterecektir.
Kurda Yükseliş Yeniden Başladı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da damadı olan eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifasından sonra düşmeye başlayan dolar Türk lirası kuru, Şubat ayının ortasında yedi liranın da altına düşmüştü. Kısa süreli bir rahatlamanın ardından dolar yeniden 7,7 TL’yi gördü. Bu süreçte yeni Merkez Bankası Başkanının hayata geçirdiği faiz politikasının ve yeni Hazine ve Maliye Bakanının kurduğu iletişim dilinin etkili olduğu görülmüştü. Bu süreçte merkez bankası hem daha sade bir para politikasına yöneldi hem de faizleri TÜİK’in hesapladığı enflasyon seviyesinin üzerine çıkararak reel faiz gelirlerini artırmak suretiyle insanların yabancı para cinsinden varlıklardan çıkıp, tasarruflarını yeniden Türk lirası olarak tutmasını sağlamayı amaçlamıştı. Bu noktada faizlerin yükselmesi yurtdışından kısa vadeli para akımının gelmesini sağladı ve bu durum kısa süreliğine de olsa dolar kurunda bir gevşemeye sebep oldu. Fakat yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduatlarında maalesef kayda değer bir düşüş görülmedi. Daha önceki bültenlerde de bahsettiğimiz gibi insanların Türk lirasına güven duyup onu yeniden bir tasarruf saklama aracı olarak görmesi için kısa vadeli para politikası uygulamaları yetmiyor. Ekonomide en önemli konulardan biri beklentilerdir. İnsanlar güven ve risk algılarını çoğunlukla beklentilerine göre şekillendirir. Şu an halihazırda dünya bir pandemi sürecinin içinde ve tasarruf sahiplerinin beklentileri dünyadaki genel gidişatın da etkisiyle olumsuz bir durumdadır. Türkiye bu süreçte faiz artıran çok nadir ülkelerden biri olsa da insanların beklentilerini olumlu bir yöne çevirebilmiş değil. Burada sadece ekonomik sorunlar rol oynamıyor, hatta ekonomik sorunların oynadığı rol “normal” zamanlara göre daha düşük. Türkiye tarihsel olarak bakıldığında ne zaman demokratikleşme yönünde adım atsa, ne zaman dünya ile entegrasyonunu artırmak için barışçıl yöntemler izlese ekonomisinde bir sıçrama yaratabilmiş bir ülke. Bu nedenle ekonomik sorunların temelinde rol oynayan otoriteryen bakış açısı değişmeden Türkiye ekonomisinin rahat bir nefes alması zor görünüyor. Türkiye maalesef uzun zamandır potansiyelinin çok altında büyüme rakamlarıyla, güçsüz para birimiyle, değeri azalmış pasaportuyla kendine pek de yakışmayan bir pozisyonda.
“Kendi İsteğiyle” İstifa ve Aile Kanalıyla Atama
Türkiye’de son zamanlarda görevden ayrılma konusunda çok “farklı” yaklaşımlar geliştirildi. “Görevden affını talep etme”[4] vakasından sonra şimdi bir de “kendi isteğiyle istifa” söz öbeği basınımızda yer aldı.[5] Bilindiği üzere Hakan Atilla ABD’de görülen Halkbank davasının sanıklarındandı ve ABD hapishanelerinde çeşitli suçlardan aldığı cezalar nedeniyle de 28 ay zaman da geçirmişti. Yakında Halkbank’a yönlendirilen İran ambargosunu delme suçlamasına ilişkin yargılama başlayacak. Davadan önce Hakan Atilla’nın istifa etmesinin sağlanmasının, Türkiye’nin dava öncesinde ABD’ye “jest” yapma amacı taşıdığı kimi çevrelerce yapılan bir analizdir.
Öte yandan bir diğer görev değişimi haberi de Türkiye Varlık Fonu cephesinden geldi. TVF genel müdürü Zafer Sönmez görevden alınarak yerine Salim Arda Ermut atandı. Aslına bakarsınız bu isimleri bilmemizin, öğrenmemizin hiçbir anlamı yoktur. Bu isimleri bültenimizde zikretmek bile aslında bir kafa karışıklığı sebebi olabilir. Gelin hem bu iki görev değişimini hem de Türkiye’de nasıl bir sistemin içinde bulunduğumuzu biraz daha netleştirelim. Hakan Atilla ABD’de 28 ay tutuklu kaldıktan sonra Türkiye’ye döndüğünde onun Borsa İstanbul’un başına atandığını Berat Albayrak duyurmuştu. Hatta medya organlarına çok samimi görüntüler verilmişti. Yani Hakan Atilla’nın atanmasında iktidarda bulunan “Erdoğan ailesi”nin büyük payı vardı. TVF genel müdürlüğüne yapılan son atamada da Erdoğan ailesinin rolü var. Yeni genel müdür Ermut, Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın dini ağırlıklı eğitim veren Kartal İmam-Hatip Lisesinden sınıf arkadaşı.
Bu durum kimi politik analistlerce Berat Albayrak döneminden kalan bürokratların temizliğine devam edilmesi olarak yorumlanıyor. Benim bakış açım ise olayın bu yönünü tamamen dışlamasa da biraz daha farklı. Yapılan bu analizler bana sonuçlar üzerinden çok fazla yorum yapıldığını gösteriyor. Halbuki burada esas önemli olan şey görevlere gelenlerin de gidenlerin de bir şekilde “aile” ile bağlantılarının olması. Türkiye’de kurumlar o kadar ağır bir çöküş içinde ki ve şeffaflık kavramı o kadar ağır hasar aldı ki, bu tarz kilit görevlere getirilen insanlar hakkında değerlendirme yaparken bu insanların niteliklerine değil “aile” içinde kime yakın olduklarına bakarak değerlendirme yapılıyor.
[1] https://t24.com.tr/haber/pkk-devlet-adim-atarsa-baris-1-ayda-gelir,356032
[2] 7188 sayılı Kanun’un 29 maddesiyle 5271 sayılı Kanunun 286. Maddesinde değişiklik yapılarak ceza 5 yılın altında olsa bile bazı suçlar bakımından temyiz imkanı getirilmiştir. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/10/20191024-25.htm
[3] https://rayp.adalet.gov.tr/resimler/1/dosya/insan-haklari-ep02-03-202115-14.pdf
[4] https://www.iletisim.gov.tr/english/duyurular/detay/public-statement-regarding-treasury-and-finance-minister-berat-albayraks-request-for-his-exempt-from-the-post
[5] https://www.ft.com/content/873d446f-88b1-4fd9-8f71-b61dac38de90