Günümüzde siyasî partiler ‘’demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları’’ olarak görülmektedirler. Bunun temel nedeni, modern demokrasilerin doğrudan-demokratik değil de temsilî rejimler olmalarıdır. Temsilî demokrasilerde ise, tabiatıyla, yurttaşların siyasete katılımı esas olarak partiler aracılığıyla gerçekleşmektedir.

Siyaset bilimi ve anayasa hukuku kitaplarında siyasî partilerin sosyo-politik sistem içinde yerine getirdikleri işlevlerin sayılıp açıklanması âdettendir. Meselâ Türkçe literatürdeki bu konuya ilişkin standart anlatımda şu işlevlere yer verilir: siyasal görüş ve çıkarların bağdaştırılması, siyasal eğitim ve sosyalleşme, siyasal kadroların devşirilmesi, iktidarın kullanılması ve denetimi.

Bunlarla ilgili açıklamaları okuduğunuzda siyasî partilerin demokrasi için ‘’vazgeçilmezliği’’nin her zaman olumlu bir şey olduğu kanaatine varırsınız. Ama öyle değil, en azından her zaman ve her durumda değil….

Şöyle ki: Siyasî partilerin yaygın olarak kabul edilen bir işlevi de siyasî sistemi yurttaşların gözünde meşrulaştırmalarıdır. Ama bu aynı zamanda şu anlama gelir: Siyasî partiler, bunu kastetmiş olmasalar da, bazen demokratik olmayan veya yarı otoriter rejimlerin de meşrulaştırılmasına hizmet edebilirler. Onlar bunu, yurttaşların siyasî mobilizasyonuna aracılık etmeleri ve böylece onların sistem içinde kalmalarını sağlamak suretiyle yaparlar.

Başka bir deyişle, oy vermek ve taraftarı olduğu partiyi desteklemek suretiyle sistemin çıktılarını (kamu politikalarını) etkilediklerini sanan yurttaşlar, parti bağlılıkları yüzünden demokrasiden uzaklaşma süreci içindeki siyasî statükoya yabancılaşmak yerine onu desteklemeye devam edebilirler. Yurttaşların parti faaliyeti yoluyla siyasette etkili oldukları duygusuna kapılmaları kendi yararlarına olduğu için statükocu partiler onların bu hissiyatını teşvik ederler.  Genelleşmesi halinde bu durum yurttaşların baskıcı bir rejim karşısında pasifleşmelerine yol açabilir ve demokratik muhalefet ihtimalini ortadan kaldırabilir. Bunun pratik sonucu da rejimin (yeniden) demokratikleşme şansını baltalamak olacaktır. 

Elbette, bir rejimin özgürlükçü-demokratik standartlardan uzaklaşmasına rağmen kimi yurttaşları ona yabancılaşmaktan alıkoyan başka -iktisadî, dinî, ideolojik vb.- nedenler de vardır. Yine de çeşitli nedenlerle bu tür yozlaşmış bir rejime entegre olmayı kendileri açısından yararlı bulan statüko partileri yurttaşların rejim karşısında pasifleşmesine yol açarak ülkenin demokratikleşme şansına hatırı sayılır miktarda zarar verebilirler. 

Türkiye’nin bugünkü manzarası baştan beri anlattığım durumun tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Nitekim bugün Türkiye’de sadece iktidardaki partiler değil, seçmen tabanının genişliği bakımından önde gelen muhalefet partileri de carî yarı-otoriter rejimle ilkesel bir sorunları olmayan statüko partileri konumundadırlar. Muhalefette olanları dahil, bu partilerin aynı zamanda sahici anlamda özgürleşme ve demokratikleşme gibi bir dertleri ve projeleri yoktur; bunların sistemden nemalanmaya devam edebilmek için parti olarak varlıklarını korumaktan başka bir şey yapmaya ihtiyaçları bulunmamaktadır.

Bundan dolayı, Türkiye’nin statüko partilerinin en önemli işlevi, sistemle ilgili temel önemde sorunlar yokmuş gibi davranarak seçmenlerinin küçük maddî veya manevî avantajlarla tatmin olmalarını sağlamak ve böylece ilke temelli köklü çözüm arayışı ihtimalini onların gündeminden düşürmektir. Bu da Türkiye’de bugün başlıca siyasî partilerin ana işlevinin yurttaşları ‘’sistem içinde tutmak’’ suretiyle carî rejimin meşruluğunu garanti etmekle sonuçlanmaktadır.  

Sözün kısası, bugün itibariyle Türkiye toplumunun özgürlük, adalet ve refah arayışının önündeki en büyük engellerden biri, yurttaşları siyasî olarak pasifize etmeye ve onların demokratik bilinç geliştirmeleri ihtimalini bloke etmeye hizmet eden mevcut statüko partileridir.

(Diyalog, 24 Eylül 2023)

Önceki İçerikMülkiyet Hakları: Özgür Bir Toplum ve Çevreyi Korumanın Temeli
Sonraki İçerikÖzgürlük Gündemi 45
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)