2023 yılının Eylül ayında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı (PMR) Programı kapsamında bir kanun teklifi yayınlandı. TBMM’nin yasama dönemi dışında yayınlanan bu rapor için Erdoğan: “Önümüzdeki dönemde iklim kanunumuzu meclisimizden geçirmiş olacağız.” dedi.

27 sayfalık bu raporun kısa bir özetinden ve bu konuda bir değerlendirme yapmadan önce Türkiye’nin güncel olarak iklim mevzuatına göz atmakta fayda var.

Türkiye’de iklim ve çevre konusuna dikkat çeken iki ulusal unsur vardır. Bunlardan başlıcası “5909 sayılı Çevre Kanunu”, çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi için alınması gereken önlemleri ve yasakları içermektedir. Çevresel etki değerlendirmesi, atık yönetimi, tehlikeli kimyasalların kontrolü, gürültü ve titreşim gibi konuları kapsamaktadır. Kanunun yürürlüğe girişinin üzerinden tam 40 yıl geçtiğini göz önünde bulundurursak güncel durumlara karşı fazlasıyla yüzeysel ve yetersiz olduğu söylenebilir.

Diğer önemli unsur “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı” ise çevreyle ilgili kanunlara kıyasla daha teferruatlı. Enerji yoğunluğunun düşürülmesi, binalarda, sanayi sektöründe enerji verimliliğinin arttırılması, etkin atık yönetiminin sağlanması, tarım sektöründen kaynaklanan sera gazı emisyonlarının sınırlandırması, emisyon envanterinin daha sağlıklı olarak hazırlanması için gerekli altyapının kurulması gibi onlarca hedefe sahip bu kapsamlı plan 2011 – 2023 yılları için yapılmış ve Türkiye’nin ulusal ve uluslararası iklim değişikliğine karşı verilen mücadeledeki yol hartiasını oluşturmuştur. (T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; 2011)

Ulusal Eylem Planı her ne kadar kapsamlı ve net olsa da Türkiye’nin karbon salınımı 2017 yılında 467 gCO₂eq/kWh iken 2022 yılında yalnızca %7.5’lik bir düşüşle 432 gCO₂eq/kWh olmuştur. Teknik olmayan bir biçimde açıklamak gerekirse Türkiye’nin karbon salınımı planlandığı gibi bir düşüş göstermemiştir. 

1956’da yürürlüğe giren Orman Kanunu ve yıllar içerisinde değişiklik gösteren çeşitli bakanlıkların politikaları bulunsa da güncel konjonktürde iklim değişikliğiyle veya çevre kirliliğiyle etkili mücadelede temel alınan iki ana unsur İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı ve Çevre Kanunu’dur.

Enerji üretiminde birim başına salınan karbon açısından küresel çapta kötü bir karneye sahip olan Türkiye’nin bir iklim kanununa ihtiyacı olduğu barizdir. Toplumsal sağlık, sera gazı emisyonlarının kontrol altına alınması, çevresel sürdürülebilirlik, iklim değişikliğiyle mücadelede piyasanın, devletin ve vatandaşların sorumlulukları gibi birçok konu Türkiye için hala muğlak. Bu muğlaklık, küresel iklim değişikliğiyle mücadeleyi organize eden ve birçok kişi tarafından sert eleştirilere maruz kalan Paris İklim Anlaşmasına taraf olan Türkiye için büyük bir eksi.

Türkiye’de iklim değişikliğiyle mücadelede oluşan bu gri bölgeleri ortadan kaldırmayı amaçladığını iddia eden Taslak İklim Kanunu ve bu kanuna gelen tepkiler ise incelenmeye değer.

İklim değişikliği ile mücadelede genel ilkelere odaklanan kanun, 51 maddeden oluşuyor ve kanun hükümlerini cumhurbaşkanının yürüteceğini belirterek sonuçlanıyor. Kanuna göre ulusal iklim politikalarının belirlenmesinde eşitlik, çevresel adalet ve iklim adaleti sağlanmalı, çevre kirliliği ve iklim değişikliğinin sonuçlarından ilk ve en çok etkilenenlerin, iklim  değişikliğinin yaşanmasında en az sorumluluğa sahip olanlar olduğunun farkındalığıyla ilerlenmeli.

İklim politikalarının şeffaflığı, cost-effective olması ve devamlı olarak güncellenmesi esas alınmaktadır. Kanunun ikinci bölümünde Türkiye’deki ulusal sera gazı emisyon azaltım hedefleri ele alınmaktadır. Hedefin, Türkiye Cumhuriyeti’nin de taraf olduğu, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 2. maddesinde belirlenen nihai hedefe ulaşmak olduğu belirtiliyor.

Söz konusu ikinci madde diyor ki: “Tarafların amacı atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmayı başarmaktır.”

Taslak kanunun geriye kalan maddeleri Paris İklim Anlaşmasına benzer protokollerin Türkiye’de kim tarafından nasıl ve hangi yollar ve izinlerle gerçekleştirilebileceği üzerine hukuki betimlemelerle dolu ancak kamuoyunun özellikle dikkatini çeken yer “Piyasa Temelli Sera Gazı Emisyon Azaltım Mekanizmaları” başlıklı dördüncü bölümün birinci kısmı: “Piyasa Temelli Mekanizmaların Kurulması”.

Sera gazı emisyonunun azaltılması için piyasayı kısıtlayan herhangi bir adım atmış her ülke ya emisyon ticareti sisteminden ya da karbon vergisinden yararlanmaktadır. Kısaca emisyon ticareti sistemi, sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik olarak şirketlere belirli bir kota tahsis edip, emisyonlarını bu kotayı aşmadan satabilecekleri veya kotalarını aşan emisyonlar için ceza ödemelerini gerektiren veya kotaya tabi diğer şirketlerden kota satın almalarına fırsat veren bir piyasa temelli emisyon kontrol yöntemidir. Diğer yandan karbon vergisi ise karbon salınımı yapan şirketlerden karbon salınımı oranlarıyla doğru orantılı bir vergilendirme yapar.

Türkiye, İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nda bu iki yöntemden herhangi birini tercih etmediği için hangisini seçeceği uzun bir süredir merak konusuydu. Herkesin beklentisi, iklim kanunuyla bu soru işaretinin ortadan kaldırılması iken iklim kanunu devletin piyasa üzerindeki etkisini katbekat arttıran bir cevap vermiş oldu.

Kanun teklifinde “emisyon ticareti sisteminin kurulması” birinci sıraya alınmış olsa da hemen ardından gelen “Bakanlık, ayrıca, emisyon ticareti sistemi kapsamı içinde yer alan ve yer almayan sektörler için mükerrer ödemeye sebep vermeyecek şekilde karbon vergisi uygulanması gibi diğer karbon fiyatlandırma politikaları düzenleyebilir.” maddesiyle büyük soru işaretleri oluşturdu: “Karbon vergisi kimden alınacak, kimden alınmayacak?” “Vergi oranı nasıl belirlenecek?” “Emisyon ticareti sistemi uygulanacaksa karbon vergisi neden ve hangi şartları karşılayan şirketlerden alınacak?” Ne yazık ki bu sorulara verilen bir cevap henüz yok.

Doğal olarak bu bilgiler ışığında şüpheci yaklaşan birçok vatandaş TBMM’ye dilekçeler sundu veya çoktan sunulan dilekçeleri imzaladı. On binlerce vatandaş iki ayda bu kanuna tepki gösterdi. Kimi Paris İklim Anlaşmasının şeytani bir oyunun parçası olduğunu, kimi de karbon vergisinin ülkeye yalnızca zararı olacağı kanaatinde.

Tepkilerin ardından kanun teklifi bakanlık sitesinden kaldırıldı fakat revize edilip edilmeyeceği henüz bilinmiyor.

Emisyon ticareti sistemi ve karbon vergisinin aynı anda aynı yerde bulunması, Avrupalı eşdeğerlerine paralel bir biçime sahip olan mevzuatın farklı yanlarından yalnızca biri. Taslak İklim Kanunu; “ihtiyatlılık ilkesi” ve “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” gibi maddeleriyle de benzerlerinden ayrışıyor.

Kanun teklifi, karbon salınımını kontrol altına almayı başarmış veya başarma belirtileri göstermeye başlamış ülkelerin somut birikimlerinden faydalanmış gibi gözüküyor. Ancak 2011 – 2023 yılları için planlanan Ulusal Eylem Planı gibi bir hüsranla sonuçlanması da muhtemel.

Liberal bir perspektiften bakıldığında kanun teklifi her ne kadar eşitlik ve sosyal adalet gibi sol tandanslı göndermelere sahip görünse de adil bir sorumluluk ortamı yaratması açısından olumlu; emisyon ticareti sistemi ve karbon vergisinin aynı anda kullanımı, ilgili kanuna dair bütün yürütme erkinin tek kişide toplanması, denetimi ve uygulanması bakımından bulundurduğu eksikler göz önünde bulundurulduğunda olumsuz değerlendirilebilir.

Özellikle enerji, inşaat ve savunma sanayi gibi sektörlerde giderek artan devlet teşvikleri ve hükümetin son zamanlarda artan şirketler arası pozitif – negatif ayrımcılıklarını düşündüğümüzde potansiyel bir kötüye kullanım mümkün.

Ürünlerimizin ihraç edilmesinde oluşan gümrük sorunlarının ortadan kalkması için karbon salınımıyla ilgili bir harekete geçilmesinin hayati önem taşıdığı ve aslında aciliyete sahip olduğu kesin. Fakat bu aciliyet sebebiyle kolay yolu tercih edip karbon vergisi uygulayan bir ülke olmak bu topraklarda uzun yıllardır benimsenen serbest piyasa mekanizmasına ters olduğu gibi girişimcilik ekosistemine de zarar verecektir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için elzem olan zor yoldan daha büyük bir başarı elde etmektir.

Sonuç olarak, Taslak İklim Kanunu, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadeledeki çabalarını güçlendirmeyi amaçlayan tarihi bir adımdır. Ancak, karşımıza çıkarılan haliyle henüz fazlasıyla ham, uygulamaya konulmak için kısmen yetersizdir. Türkiye’nin sürdürülebilir bir geleceğe yönelik başarılı ve adil bir yol haritası oluşturması için daha sonralarında bir temel olarak görülecek bu kanuna daha fazla zaman ve mesai ayrılmalı, daha fazla somut başarı hedeflenmelidir.

Çağdaş ülkelere göre iklim değişikliğine karşı adımlar atmakta çok geç kalan Türkiye’nin deneysel adımlar yerine rasyonel adımlar atması gerekir.

Yazar: Ekim Atay


Kaynakça

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; (2011), “Türkiye Cumhuriyeti İklim Deği- şikliği Eylem Planı 2011-2023”, Ankara, İnternet Adresi: http://www.csb.gov.tr/db/iklim/banner/banner591.pdf

Önceki İçerikÖZGÜRLÜKSÜZ DEMOKRASİ DEMOKRASİ DEĞİLDİR
Sonraki İçerikİklim Krizi ve Piyasa Alternatifleri