İklim değişikliğini önlemek için bu zamana kadar yapılan ve yapılacak her politika belirsizliklerle dolu olacaktır. Gelecek 50 yıl içinde salınacak karbondioksit miktarı nedir? Bu karbon emisyonu salınımı hava sıcaklığını ne kadar artıracak? Artan hava sıcaklığı deniz seviyesini ne kadar yükseltecek? Ve ne boyutta bir kuraklığa yol açacak? Yapabildiğimiz tek şey tahminlerde bulunmak ve bu tahminlerimizde belirttiğim gibi belirsizlikler çok fazladır. Örneğin, karbondioksit salınımını en çok etkileyen faktörlerin başında Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın yıllık büyüme oranı gelmektedir. Yıllık büyüme oranını tahmin etmek başlı başına güçken, büyüme oranı tahminimizi baz alarak karbon salınımını ve bu salınan karbonun iklim değişikliğine etkisini tahmin etmekse çok zordur. Örneğin, Covid 19 Pandemisi dünyada resesyona yol açmış, üretim ve tedarik zincirlerinde büyük bir aksaklığa neden olmuştur. Sadece pandeminin neden olduğu 1 yıllık ekonomik krizin bile gelecek 50 yıl için yapılan pandemi öncesi tahminleri yanıltmış olması çok muhtemeldir. Bu, söz konusu konuda hiçbir aksiyon almayacağımız anlamına gelmemelidir. Böylesine bir yaklaşımı benimsemek, hiçbir aksiyon almamanın doğurabileceği potansiyel riskin yüksekliğinden  dolayı mantıksızdır.

Liberteryenler olarak , son yıllarda dünya gündeminde önemli bir yer tutan iklim değişikliği sorununa yönelik âdem-i merkeziyetçi ve hür teşebbüsün önünü açan çözümler üretmekle mükellefiz. Okumakta olduğunuz bu yazı pragmatist ve bireyci bir yaklaşım ile kaynakların optimum dağılımının amaçlandığı politika önerilerinden yararlanılarak Türkiye’deki iklim değişikliği çalışmaları literatürüne katkı sağlamak amacıyla kaleme alınmıştır. Bu yazının ana konusu, karbon emisyonunun küresel ısınmaya ve dolayısıyla iklim değişikliğine neden olup olmadığına yönelik bilimsel bir analizden ziyade, mevcut negatif dışsallıkların çözümü için fayda maliyet analizi odaklı bir politika önerisidir.

Halihazırda iklim değişikliğine yönelik sosyal demokratlar daha az tüketmeyi ve gelecek nesillerin kurtarılması için fedakarlıklar yapmayı önerirken, muhafazakârlarsa ontolojik bir şüphecilikle, orta-alt sınıfların gereksinimlerini de göz önünde bulundurarak iklim değişikliğini göz ardı etmeye meyilli bir tutum sergilemektedirler. Uluslararası Para Fonu (IMF)’in verilerine göre yalnız 2020 yılında dünyada fosil yakıtların sübvansiyonu için hükümetlerin harcadığı para 5.9 Trilyon dolardır. Başka bir deyişle, dünyanın GSYH’sinin %6,8’ini fosil yakıtların sübvansiyonu oluşturmakta ve bu oranın 2025’te %7,4’e ulaşması beklenmektedir. Hâl böyleyken, liberteryenlerin çözüm önerilerinin neler olduğunu, soruna nasıl yaklaşıldığını ve/veya yaklaşılması gerektiğine bu yazıda değineceğim.

Önleyicilik mi ? Dengeleyicilik mi?  

Fosil yakıtın fiyatı, üretim maliyetini ve tüketicilere sağladığı faydanın bedelini içinde barındırır (Miron, Soares, 2021). Fakat, fosil yakıtları yakmak üçüncül kişilerin hayatlarını etkileyen iklim değişikliği ve hava kirliliği gibi dışsallıklar doğurur ve bu dışsallıkların bedeli fosil yakıtın fiyatına dahil değildir. Eksik müdahalenin mevcudiyeti yüzünden fosil yakıtların fiyatları görece çok düşüktür ve kullanımından kaynaklanan marjinal sosyal maliyetler, marjinal sosyal faydanın önüne geçmektedir. Bu hususta, ilk liberteryen politika önerisi ortaya çıkan karbon emisyonunu düşürmenin neden olduğu marjinal sosyal maliyetin (dışsallıklar) marjinal sosyal fayda ile eşitlenmesidir. Başka bir deyişle, dengeleme politikasıdır. Dengeleme politikasının politika aracıysa karbon vergisidir. Örneğin, İstanbul’da perakende olarak satılan kurşunsuz benzinin 24 liralık satış bedelinin 20 lirasının benzini perakende satan için maliyet olduğunu farz edelim. Geriye kalan 4 liralık bedel, sürücünün benzin sayesinde arabasını sürerek edindiği marjinal sosyal faydaya ve benzin kullanımı sonucunda yol açtığı negatif dışsallığa denk gelmektedir. Benzin fiyatına koyulacak 4 liralık bir karbon vergisinin 2 farklı işlevi olacaktır: İlk işlevi, sürücü arabasını her kullandığında 4 liralık bir negatif dışsallığa neden olduğu için koyulacak 4 liralık bir karbon vergisi, negatif dışsallığı telafi edici bir nitelikte olacaktır. 4 liralık bir satın alma sonucunda yayılan sera gazı pekâlâ 4 liranın üzerinde bir negatif dışsallığa neden olabilir. Sera gazı salınımı sonucu üçüncül kişiler akciğer kanserine yakalanabilir ve sağlık masraflarının 4 liranın üzerinde tutacağı aşikardır. Bu noktada belirttiğim rakamın size karbon vergisini daha iyi açıklayabilmek için sadece örnek teşkil ettiğini aklınızdan çıkarmamanızı rica ediyorum. Bu sebeple, politika yapıcının piyasa koşullarında optimum karbon vergisini kademeli bir şekilde belirlemesi, verginin verimli bir şekilde uygulanabilmesi için hayati önem taşımaktır. İkinci işleviyse benzine koyulan kademeli, karbon yoğunluğuna göre belirlenen vergi, sürücü için marjinal maliyeti marjinal faydanın önüne geçirecektir. Böylelikle, sürücüyü toplu taşıma ve bisiklet kullanımı gibi alternatif ulaşım yollarına yönlendirerek hem karbon emisyonunu azaltacak hem de karbon yayılımını minimum düzeyde tutan yenilikçi teknolojilerin gelişmesi içinse bir fırsat penceresi açacaktır.

Karbon vergisinin, elektrikli araç satın alınımında uygulanan sübvansiyon politikası gibi net pozitif etkisinin olup olmadığını hesaplamanın oldukça zor olduğu karmaşık hükümet programlarına nazaran çoğunlukla tercih edilmesinin diğer nedenleriyse; emisyon yayanlara yol açtıkları zararın bedelinin çok hızlı ödetilmesi, nispi politika önerilerine göre uygulanmasının basitliği ve dolaylı bir vergi olarak kaçınılmasının imkânsız oluşudur. Mantığı basittir: “Kirletiyorsan ödersin”. Karbon vergisinin bir diğer önemiyse, nötr bütçe yöntemiyle devlet bütçesine ek bir yük yüklemeden verginin kendi başına sürdürülebilir olmasıdır (Miron, Soares, 2021). Bu yöntem ile, karbon yoğun endüstrilerden toplanan vergi sadece karbon kullanımının yol açtığı tahribatı telafi etmek ve karbon emisyonunu düşürmek için kullanılabilir. Bu yöntem ile hükümetin boyutu üzerine olan kuşkucu tartışmaları da bir kenara koyabiliriz. 

Liberteryenlerin ikinci politika önerisiyse önleyici politikalardır. Önleyici politikalardan kasıt dengeleyici politikalardaki gibi negatif dışsallıkların tazmin edilmesine yönelik bir yaklaşımdansa, negatif dışsallıkların direk olarak önlenmesine yönelik eylemleri içerir. Önleyici politikalar, genellikle kamu sağlığını korumak ve yüksek karbon emisyonu salınımının önüne geçebilmek amacıyla uygulanmaktadır. Fakat bu politikayı uygularken dikkat edilmesi gereken husus, yukarıda belirttiğim gibi marjinal sosyal maliyet ve marjinal sosyal faydanın optimum dengeye getirilmesidir. Örneğin, hükümetin karbon emisyonunu düşürebilmek amacıyla otomobillere filtre takma zorunluluğu getirdiğini farz edelim. Filtrenin bir otomobilin sebep olacağı negatif dışsallığı ayda 400 Türk lirasından 200 Türk lirasına düşürülebileceğini ve araç sahibi üzerinde ayda 100 liralık bir maliyet oluşturduğunu düşünelim. Araç sahibi yeni durumda filtre için ayda artık 100 TL’lik bir marjinal sosyal maaliyet öder. Böylece, 200 TL’lik bir negatif dışsallığı önleyerek total marjinal sosyal maliyetinde 100 TL’lik bir azalışı gerçekleştirir. Sonuç olarak, filtrenin marjinal sosyal faydası, marjinal sosyal maliyeti geçtiği için uygulama bilhassa haklılaştırılabilir.  

Politikaların Pratik Eksiklikleri 

Her ne kadar fayda maliyet analizi temelli politika önerilerinde bulunmuş olsak da politikaların hayata geçirilmesinde kimi zaman siyaset kurumunun koyduğu bazı engeller ile, kimi zaman da sosyo-ekonomik gerçeklerin yol açtığı birtakım sorunlar ile karşılaşıyoruz. İlkin, Friedrich August Von Hayek’in “The Use of Knowledge in Society”isimli makalesinde belirtmiş olduğu gibi, unique knowledge var olduğu için mikro düzeyde karbon salınımını doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen her faaliyeti bilmemiz ve uygulayacağımız politikalar sonucunda nasıl bir dönüt alacağımızı kestirmemiz oldukça zordur. Karar alıcının marjinal sosyal fayda ve marjinal sosyal maliyeti analiz edip optimal düzeyde bir önleyici ve/veya dengeleyici bir politika yapabilmesi için çok kapsamlı bir araştırma gerekir ki bu da bilginin merkeziyetsizliği nedeniyle politika yapımının önündeki ciddi engellerden biridir. Bu yüzden, yukarıda işaret ettiğimiz politika önerilerinin tek bir merkezden uygulanmasından ziyade, âdem-i merkeziyetçi, yerelliği öne çıkaran bir yaklaşımla bölgeden bölgeye farklılıklar gösteren politikalar uygulamak daha isabetli olacaktır.

Önümüzde duran ikinci güçlük ise önleyici ve dengeleyici politikalar sonucunda orta ve kırılgan gelir gruplarının nasıl etkileneceğidir. Uygulanacak politikalar her ne kadar uzun vadede fosil yakıtlara alternatif, verimliliği artıracak çözümler üretecek olsa da kısa vadede bu gelir gruplarını yükselecek olan elektrik, doğal gaz ve benzin fiyatlarına karşı nasıl koruyacağımız büyük bir soru işaretidir. Ayrıca, her şeyden önce gerekli aksiyomların alınabilmesi için orta ve kırılgan gelir gruplarının ikna edilmesi başlı başına kolay bir süreç değildir. Çünkü, alınacak aksiyonlar sonucunda refah kaybına uğrayacak olan grupların, alınan aksiyonun pozitif etkilerini hayatta oldukları süre esnasında görüp göremeyecekleri muammadır. Örneğin, Washington Eyaletinde bu zamana kadar iki kez karbon vergisi yasa tasarısını reddedilmesi seçmenlerin kaygılarını kanıtlar niteliktedir (Roberts, November 6, 2018). 

Bir diğer dikkat edilmesi gereken meseleyse gelişmekte olan ülkelerin sosyo-ekonomik koşullarının gelişmiş ülkelerden farklı olması nedeniyle iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş ülkeler kadar cesur adımlar atmaya istekli olmamalarıdır, ki bu oldukça normaldir. Gelişmekte olan ülkelerin böylesine iklim politikaları uygulamaları büyüme oranlarında bir düşüşe yol açabilir. Uygulanması gereken politika tabiki de karbon emisyonunu düşürecek adımları yürürlülüğe koymaktır fakat bunun yapılmasının yol açacağı refah kaybının kimler tarafından ve nasıl kompanse edileceği sorusu hala bir soru işareti olarak kalmaktadır.  Gelişmiş Batı ülkelerinin iktisadi kalkınma tarihleri biraz olsun göz ucuyla incelendiğinde refahlarının kayda değer bir kısmının ucuz, uzun ömürlü, işlevsel fosil yakıtlar sayesinde üretildiğine şahit oluruz. Gelişmekte olan ülkelerin koordineli bir şekilde gelişmiş ülkeler ile birlikte iklim değişikliğiyle mücadele etmesi için ikna edilmesi gerektiği gün gibi açıktır. Bir diğer gerçekse, ülkelerin kişi başı milli gelirlerindeki artış oranı ile insanların iklim farkındalığındaki artış arasında bir korelasyonun olduğudur. Tepeden inme politikaların hükümetler tarafından sürdürülebilir olabilmesi için bu politikaları destekleyecek bir kamuoyunun var olması şarttır. Bu kamuoyu da ancak kişi başı yıllık milli geliri 2457 dolar olan Bangladeşli bir çiftçinin gelirinin en azından 10.000 dolar seviyesine yakın bir düzeye yükseltilerek oluşabilir (World Bank GDP Per Capita, 2021). Ayrıca, eğer çiftçi gelirini 10.000 seviyesine ulaştırabilirse, belki de evine doğal gaz altyapısı sağlanır ve kışın ısınabilmek için tezek yakmak zorunda kalmayacak veya geliri artınca topraksız tarım yapabilecek düzeyde bir sermaye birikimi yapacak ve bir daha gübreleme yaparak gezegene zarar vermek zorunda kalmayacaktır.  

Bir diğer güçlük, devletlerarası iş birliğinin şu anda olduğu gibi sınırlı ölçüde sürmesi durumunda, şirketlerin yüksek karbon emisyonuna sebep olan üretim tesislerini karbon emisyonunun nispi olarak daha düşük, regülasyonların fazla olduğu gelişmiş ülkelerden, karbon emisyonunun yüksek, çevre regülasyonlarının ve fosil yakıtların maliyetinin görece daha düşük olduğu Çin gibi gelişmekte olan ülkelere taşımalarının devam edeceğidir. Karbon Sızması adı verilen bu sorun nihai olarak küresel ölçekte karbon emisyonunda bir düşüşe sebep olmaktansa, karbon emisyonunun dünyanın çeşitli ülkelerinde kümelenmesine yol açmaktadır. Bu da tekil olarak devletlerin uyguladıkları iklim politikalarının hiçbir pozitif çıktı sağlayamaması gibi bir sonuç doğurmaktadır. 

Değerlendirme 

Bu yazıda iklim değişikliğiyle mücadelede uygulanacak liberteryen politikaların marjinal sosyal fayda ve marjinal sosyal maliyet analizi üzerinden oluşturulması gerektiğini örnekler ile açıklamaya gayret ettik. Ayrıca, insanlığın önünde aşılması gereken pratik zorlukların neler olduğuna ve bu pratik zorlukların hangi koşullar altında aşılabileceğine yönelik de bazı mütevazi bakış açılarını derledik. Yazıyı kaleme almamdaki asıl amacımız, liberteryenlerin sadece kendi küçük komünitelerinde sabahtan akşama kadar John Locke ve Adam Smith konuşan, Frederic Bastiat makaleleri çeviren, görünmez elin kerâmetleri üzerine bireysel haz yaşayarak ahbaplarıyla sohbet eden insanlar olmadığını, liberteryenlerin de iklim değişikliğiyle ilgili endişe duyduklarını ve bu endişelerin giderilmesinde aktif rol alıp çözümler ürettiklerini açıklamaktı.

Yazımıza iklim değişikliği ile neden mücadele edilmesi gerektiğini dışsallıklar sorunu üzerinden meşrulaştırarak başladık. Daha sonra dengeleyici politikaların ne olduğunu bir  örnek üzerinden açıkladık ve dengeleyici politikaların politik aracı olan karbon vergisinin alternatif politikalara nazaran ne kadar da basit ve etkili olduğunu izah etme gayreti içinde olduk. Üçüncü kısımda ise önleyici politikaları bir örnek üzerinden açıklayarak amacının marjinal sosyal maliyet ile marjinal sosyal faydayı optimum düzeyde tutmak olduğuna değindik. Ardından, bahsedilen politika önerilerinin uygulanmasının önündeki karbon sızması, kamuoyu onayının gerekliliği ve gelir seviyesinin düşüklüğü gibi pratik zorluklardan bahsederek yazımızı sonlandırdık. Umuyoruz ki siz okuyuculara biraz olsun liberteryenlerin iklim değişikliği sorununu nasıl ele aldığını iyi bir şekilde anlatabilmişizdir.

Yazar: Berkan Kizi

Önceki İçerikANAYASA MÜHENDİSLİĞİNİN SINIRLI BAŞARI ŞANSI
Sonraki İçerikYüksek Vergilerin Ekonomik Büyüme Üzerindeki Olumsuz Etkisi