18. yüzyılın önemli ekonomi düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Adam Smith’in ekonomiye olan katkıları ve düşünceleri, özellikle serbest piyasa ekonomisinin temellerini oluşturması açısından büyük bir öneme sahiptir. Smith’in düşünceleri, ekonominin ve toplumsal düzenin işleyişi üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Smith, bireylerin kendi çıkarlarını takip ederek toplumun refahını artıracağına inanır ve bu düşünce, serbest piyasa ekonomisinin temelini oluşturur. İş bölümü ve uzmanlaşma bağlamında üretkenlik ile ekonomik büyüme ilişkisi, serbest piyasanın işleyişine duyduğu güvenin temellendirmesi, bireysel öz çıkar kavramı, devlet müdahalesinin sınırları, serbest ticaretin uluslararasılaşması, para politikaları gibi konularla şekillenen Smith’in Ulusların Zenginliği (The Wealth of Nations) eseri, liberal düşüncenin köşe taşlarından biri olarak kabul edilir. Vergilendirme üzerine de görüşlerinin yer aldığı bu temel eserinde Smith, vergilerin ekonominin düzenli işleyişi üzerinde büyük bir etkisi olduğunu ve doğru bir şekilde tasarlanmaları gerektiğini savunmuştur. Bu yazıda Adam Smith’in vergilendirme üzerine düşüncelerine ve vergilendirmenin toplumsal refah bağlamına odaklanacağız.

Vergi politikaları, bir devletin gelir elde etmek ve kamu hizmetlerini finanse etmek için kullanabileceği bir araçtır. Vergiler; gerçek ve tüzel kişilerden tahsil edilir ve bu gelirler kamu harcamalarını karşılamak için kullanılır. Devletin çeşitli işlevlerini yerine getirmesi ve kamu harcamalarını finanse etmesi için gereken kaynakları sağlama amacıyla uygulanan vergilendirmeden elde edilen kaynaklar kamu hizmetleri, eğitim, sağlık, altyapı, güvenlik ve diğer toplumsal ihtiyaçları finanse etmek için kullanılır.

Smith vergileri büyük ölçüde gerekli bir kötülük olarak görmektedir. Bununla birlikte, vergiler olmadan önemli kamu işlerini finanse etmenin imkânsız olabileceğini de kabul etmektedir. Bu nedenle Smith’in vergi politikasına ilişkin düşünceleri ideal vergilendirme sistemini bulma amacındadır. Verginin kime verileceği, ne kadar olacağı, hangi amaçla ve nasıl bir usulle tahsis edileceği sorularını cevaplayan Smith, vergilendirme ile ilgili olarak en temelde şu argümanı savunur: Vergiler, bireyin toplumsal yaşamdan ne ölçüde yararlandığı ile orantılı olmalıdır.

Orantılı vergi düzenlenmesine vurgu yapan Smith’e göre “Her devletin tebaası, kendi yetenekleri oranında, yani devletin koruması altında sırasıyla yararlandıkları gelirle orantılı olarak, hükümetin desteklenmesine mümkün olduğunca katkıda bulunmalıdır.” Smith’e göre vergilerin temel amacı, devletin hizmetlerini finanse etmek ve kamu düzenini sağlamaktır. Ancak vergilerin adaletli ve dengeli bir şekilde toplanması gerektiğini vurgulamıştır. Smith’e göre vergilerin adaletli olması, herkesin mali yükümlülüklerini gelirlerine göre taşıması demektir. Ayrıca, vergilerin ekonomiyi olumsuz etkilememesi ve ticaretin serbestliğini koruması da önemlidir. Adam Smith, vergi politikalarının aşırıya kaçmaması gerektiğini ve vergi yükünün halkı aşırı derecede zorlamaması gerektiğini öne sürmüştür. Ona göre, aşırı vergilendirme ekonomik büyümeyi sınırlayabilir ve serbest piyasa dinamiklerinin işleyişini engelleyebilir. Bu nedenle, Adam Smith’in vergi üzerine düşünceleri, vergi politikalarının adalet, dengelilik ve ekonomik etkililik ilkelerine dayandırılması gerektiğini vurgular.

Smith’e göre her bireyin ödemek zorunda olduğu verginin keyfi değil, kesin olması gerekir. Ödeme zamanı, ödeme şekli, ödenecek miktar, katkıda bulunan kişi ve diğer herkes için açık ve anlaşılır olmalıdır. Ayrıca vergiler, mükellefler için kolay ve uygun olarak düzenlenmelidir. “Her vergi, devletin kamu hazinesine getirdiğinin ötesinde, halkın cebinden mümkün olduğunca az şey alacak ve cebinden mümkün olduğunca az şey çıkaracak şekilde tasarlanmalıdır.”

Bu noktada Adam Smith’in vergilendirme üzerine düşüncesini 4 temele dayandırmak mümkündür: Orantılılık, şeffaflık ile öngörülebilirlik, uygun zamanda tahsil ve tahsil kurumlarının maliyetinin sınırlandırılması.  İlk ilkesi olan orantılılık, modern vergi tartışmalarında hala dikkate alınan “ödenebilirlik” ve “fayda” ilkelerinin temelini oluşturmaktadır. Vergilerin ödeme gücü olanlardan alınması gerektiğine vurgu yapan ödenebilirlik ilkesine ve kamu altyapısından en fazla faydalananların, sağladıkları fayda ile orantılı olarak daha fazla ödemeleri gerektiğini savunan fayda ilkesini bir örnekle açıklamak faydalı olacaktır. Örneğin, çok sayıda özel mülkü olan bir birey mülkiyet korumalarından daha fazla yararlanacaktır. Smith’in vergilerin şeffaflığı ve öngörülebilirliği hakkındaki fikirleri, belirsiz olan veya geriye dönük olarak uygulanan belirli vergi kanunları hakkındaki tartışmalara rehberlik etmeye devam etmektedir. Vergilerin uygun zamanlarda toplanmasına ilişkin üçüncü ilkesi, vergileri her yıl aynı zamanda sürekli olarak toplayan sanayi ülkeleri tarafından büyük ölçüde benimsenmiştir. Smith’in dördüncü ilkesi olan tahsil kurumlarının maliyetinin sınırlandırılması ise, çeşitli tartışmalara konu olmuştur. Örneğin bazıları vergi kanunlarının basitleştirilmesinin vergi toplama maliyetlerini azaltacağını savunmaktadır. Diğerleri ise vergi kanunlarındaki karmaşıklığı basitleştirmenin, vergi politikalarının sadece gelir toplama amacına hizmet etmediğini ve bu ekstra özelliklerin vergi politikalarının başka önemli hedefleri için tasarlandığını göz ardı ettiğini iddia etmektedir. Örneğin kaçakçılığı önlemek, vergileri adil tutmak, ekonomik dengeleri dengelemek gibi.

Vergi ödemelerini devlet yardımlarına bağlayarak vergilendirmeyi meşrulaştırmaya çalışan fayda teorisini vergilendirme üzerine düşüncelerinde benimseyen Smith’in geleneksel olarak dar bir fayda anlayışına sahip olmadığını da belirtmekte fayda var. Devlet korumasının sağladığı faydaların en iyi ölçüsünün bireyin tüketiminin değeri olduğuna inanan Thomas Hobbes’un aksine Smith, faydalara ilişkin daha geniş bir bakış açısına sahiptir. Smith, devletin öncelikli faydasının her bireyin servetinin korunması olduğuna inanmıştır. Ayrıca Smith’e göre hükümet, yoksulların zenginlere düşman olmaması için sosyal refah programları oluşturmak da dahil olmak üzere zengin insanların servetini çeşitli yollarla korumaktadır. Smith’in fayda teorisiyle temellendirdiği vergilendirme düşüncesini biraz daha genişletelim.

Smith, yerel halkın ışık, su ve kanalizasyon gibi yerel faydalar için vergi ödemesini tavsiye ederken genişletilmiş fayda teorisinden yola çıkmıştır. Hak talepleri için hukuki yollara başvuran bireyler, adaletin idaresinin bir kısmı için damga vergileri ve dosyalama ücretleri yoluyla vergi öderler; öğrenciler eğitim masraflarının bir kısmını öğretmenlerin maaşlarının doğrudan ödenmesi yoluyla öderler; nakliyeciler otoyolların, köprülerin ve kanalların maliyetini öder ve ardından bu maliyeti tüketicilere aktarır. Ayrıca arsa kiraları diğer vergi türlerine göre daha yüksek oranlarda belirlenmelidir çünkü arsa kiraları devlet hizmetlerinin getirdiği eşsiz bir zenginliktir. Bu noktada Smith’in vergi ve sosyal yardımları birleştirmesinin nedeni, devlet hizmetlerinden hem yararlanan hem de bu hizmetler için ödeme yapanların, bu hizmetlerin toplanması ve kullanımını uygun şekilde düzenleme olasılığının daha yüksek olduğuna inanmasıdır.

Smith, kısmen, makul insanların iyi fiyatlandırılmış devlet mal ve hizmetleri için ödeme yapmaya istekli olduğuna inandığı için siyasi huzursuzluktan kaçınmanın bir yolu olarak vergileri faydalara bağlamıştır. Dolayısıyla en temelde Smith, özel mülkiyet ile devlet arasındaki ilişkiye dair teorisi nedeniyle vergileri faydalarla ilişkilendirmiştir.

Smith’in vergilendirme üzerine düşüncelerini daha iyi anlamak için onun mülkiyet-devlet ilişkisi üzerinde argümanlarına da değinmekte fayda var. Mülkiyetin doğası ve mülkiyet haklarına kimin sahip olduğu birçok Aydınlanma düşünürü için merkezi bir öneme sahiptir. Bazı Aydınlanmacıların aksine Smith, mülkiyetin devletin kurulmasından önce var olduğuna inanmıyordu. Smith, mülkiyetin devletin ötesinde var olan ve mülk sahibini devlete karşı yükümlülükten kurtaran sorumluluklar ve haklar taşıdığını da iddia etmemiştir. Bunun yerine Smith, mülkiyetin devletten ayrı olarak var olamayacağına inanmıştır. Dolayısıyla, Smith’e göre, zenginlerin fakirlere karşı hem şahısları hem de mülkleri bakımından korunması, modern devlet tarafından sağlanan birincil faydadır. Smith için zenginlik, devletin sağladığı faydalar için bir vekil değildir. Aksine, zenginlik tam olarak hükümetin ürettiği ve koruduğu faydadır. “Mülkiyetin olmadığı yerde … sivil hükümet o kadar da gerekli değildir” der Smith. Ve devam eder: “Sivil hükümet, mülkiyetin güvenliği için kurulduğu kadarıyla, gerçekte zenginleri yoksullara karşı ya da hiç mülkü olmayanlara karşı biraz mülkü olanları savunmak için kurulmuştur.”

Örneğin Smith, yöneticinin ikinci yükümlülüğünü adaletin idaresi olarak tanımladığında, adaletin ne anlama geldiği konusunda kesin fikirlere sahiptir: Zenginliğin yaratılması ve mülkiyetin korunması. Bu nedenle Smith, vergi matrahı olarak servetle ilgili en az iki noktaya değinir: Birincisi, servetin nihai devlet yararı olduğudur. İkincisi ise vergilerin mümkün olduğunca faydalarla uyuşması gerektiğidir.

“Mülkiyet ve sivil hükümet birbirine çok bağlıdır. Mülkiyetin korunması ve mülkiyetin eşitsizliği ilk olarak onu oluşturmuştur ve mülkiyetin durumu her zaman hükümet biçimine göre değişmelidir.” Bu noktada Smith temel olarak mülkiyet olmadıkça, amacı serveti güvence altına almak ve zenginleri fakirlerden korumak olan bir hükümetin var olamayacağını iddia eder.

Dolayısıyla Smith, vergilerin halkın refahını artırıcı bir araç olarak kullanılması gerektiğini savunmuş, adil ve dengeli vergi sisteminin ekonomik büyümeyi teşvik edeceğine inanmıştır. Onun fikirleri, vergilendirme politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında önemli bir rehber olarak hala geçerliliğini korumaktadır. Sonuç olarak modern ekonomi düşüncesinin temeli olan Adam Smith’in vergiler üzerine argümanlarının incelendiği bu yazıyla onun vergilendirme düşüncesi üzerine bir inceleme sunulmuştur.

Yazar: Merve Nur Yaşar

Önceki İçerikGreenwashing ve Küresel Çevresel Sorumluluk Faaliyetlerine Liberal Yaklaşım
Sonraki İçerikRadikal İklim Hareketlerinin Etkinliği: Just Stop Oil Örneği Üzerinden Bir Değerlendirme