Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni adlî yılın başlaması münasebetiyle yaptığı konuşmada ‘’darbe anayasası’’ndan ve ‘’üstünlerin hukuku’’ndan kurtulma ihtiyacından söz ederek bilmem kaçıncı defa muhalefete ‘’yeni anayasa’’ çağrısı yaptı. Erdoğan bu arada adalet, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ideallerinden de sitayişle bahsetti.

Önce AKP’lilerin yirmi küsur yıldır dillerine pelesenk ettikleri şu ‘’darbe anayasası’’ndan kurtulma meselesinden başlamak istiyorum. İktidar partisi olarak tam da o yirmi küsur yıllık icraatlarını dikkate aldığımda, Erdoğan ve diğer AKP’lilerin yürürlükteki Anayasanın darbe anayasası olmasından yakınmalarının samimi olduğunu hiç sanmıyorum.

En başta şu nedenle: AKP iktidarı en azından 2008-2009 sonrasında ülkeyi ‘’darbe anayasası’’ndan kurtarma şansına sahipti, bunun için ortam müsaitti. Gerçekten de AKP Temmuz 2007’de yapılan milletvekili seçimlerinden % 47’ye yakın oy alarak büyük bir zaferle çıkmıştı. Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakereleri 2005’ten beri devam ediyordu ve Birlik Türkiye’nin özgürleşme ve demokratikleşme yönünde atacağı her adımı desteklemeye hazırdı. Bu arada 2009’da Kürt Açılımının başlaması da ülke içinde genel bir olumlu hava yaratmıştı; AKP’nin reformist atılımları artık sadece kendi muhafazakâr tabanının değil, partili-partisiz liberal-demokrat aydınların da desteğine sahipti. 

Nitekim AKP 2010 Anayasa değişikliğine bu elverişli atmosfer içinde girişebildi. Ne var ki AKP önderliği bu fırsatı iyi değerlendiremedi. Seçmenlerin % 58 oranında ‘’evet’’ oyuyla güçlü bir destek verdiği değişiklik paketi önemli iyileştirmeler getirmekle beraber, 12 Eylül ruhunu tamamen silecek derinlik ve kapsamda düzenlemeler içermiyordu. Nitekim, özgürlük ve demokrasi yanlısı aydın kamuoyunun Anayasa değişikliğini desteklerken ‘’yetmez ama evet’’ kaydı koymasının nedeni de buydu. Bu satırların yazarı dahil olmak üzere liberal-demokrat eğilimli birçok akademisyen ve düşünce insanı yazı ve konuşmalarıyla bu eksiğe ve paketin sorunlu yanlarına o zaman dikkat çektiler.

AKP’lilerin darbe anayasasından yakınmalarının samimi olmadığını gösteren başka bir olgu daha var.  Malum, AKP ikinci kapsamlı anayasa değişikliğini 2017’de yaptı ve o zaman da ‘’darbe anayasası değil sivil anayasa’’ mealinde propaganda yapıyordu.  Fakat ne oldu, onaylanmasını sağladığı değişiklikler otoriter tek-adam rejimini yerleştirerek Türkiye’nin devlet sistemini 12 Eylül Anayasası’nın bile gerisine düşürdü. Ve korkarım ki, bu sefer de yapmak istediği değişikliği başarırsa, bu halihazırdaki tek-adam rejimini daha da tahkim etme veya Erdoğan’ın kişisel iktidarını uzatma yönünde gerçekleşecektir.   

Bu son (2017) Anayasa değişikliğiyle ilgili başka bir önemli mesele de şudur: Bu değişiklik darbe girişimi sonrasında ilân edilen ‘’olağanüstü hal’’ şartlarında yapılmıştır. Yani, anayasal düzenin köklü bir değişikliğe uğratılmaya çalışıldığı bir sırada hayatî bir ihtiyaç olan serbest konuşma, görüş belirtme ve tartışma imkanını ortadan kaldıracak şekilde, ifade, basın, örgütlenme ve toplanma özgürlüklerinin fiilen veya psikolojik olarak kısıtlanmış olduğu şartlar altında AKP iktidarı Anayasayı kapsamlı bir değişikliğe uğratmıştır. 

Oysa, o tarihlerde kaleme aldığım bir uyarı yazısında belirtmiş olduğum gibi, ‘’olağanüstü hallerde (…), düzen ve otoritenin (yeniden) tesisinin en temel ortak ihtiyaç olduğu düşüncesiyle, insanlar güvenliği özgürlüğe tercih etmeye meylederler. Bu zamanlarda ‘teröristler’i, ‘hainler’i, ‘darbeciler’i, kısaca ‘iç düşman’ı alt etme isteği ilkesel düşünmeye ağır basar ve bu da iktidarın baskıcı önerilerini hoş görme eğilimi yaratır. Bu şartlar atında kişilerin anayasayı kalıcı ve ilkesel bir düzenleme olarak düşünmeleri zordur; bireysel tercihler büyük ölçüde o an içinde bulunulan psikolojinin, olağanüstülüğün zorunluluklarının ve tek yanlı devlet propagandasının etkisi altında şekillenir.’’ (‘’Olağanüstü Halde Anayasa Değişikliği’’, Ortak Söz, 8 Mart 2017)

Bu nedenle, olağanüstü halin imkânları da kullanılarak toplumun sindirildiği darbe girişimi sonrasının yaygın korku ve endişe ortamında yapılan kapsamlı değişiklikle devletin yetki haritasının zamanın iktidarı lehine olacak şekilde yeniden çizilmesinin ‘’darbe anayasası’’ yapmaktan çok farklı olduğu söylenemez.

Son olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasındaki şu cümle hakkında da birkaç söz söylemek isterim: ‘’Hukukun üstünlüğü ilkesi yerine üstünlerin hukukunu geri getirmeye çalışanlara müsaade etmedik, etmeyeceğiz.’’ Bu cümlede, AKP iktidarının ‘’hukukun üstünlüğü’’nü tesis etmeye çalıştığı şeklinde yanıltıcı bir varsayım saklıdır ki aşağı yukarı on yıldır AKP hükümetlerinin yapmakta oldukları icraat bunun tam tersinin doğru olduğunu göstermektedir. Evet, bırakınız hukukun üstünlüğünü tesisi etmeyi, AKP iyi-kötü var olan hukuku da tahrip etmiş ve hukuk adına ortada çoğunu yurttaşlara yönelik emirler ve yasakların oluşturduğu bir külliyat bırakmıştır.

Öyleyse, bu durumda birilerinin ‘’üstünlerin hukuku’’nu geri getirmek istediğini söylemenin ne anlamı olabilir ki?… Baştanbaşa devlet AKP’nin -daha doğrusu, Tayyip Erdoğan’ın- kontrolü altına girmişken böyle bir şeye kim cüret edebilir ve zaten hukuk ‘’hukuk’’ olmaktan çıkarılmış ve tam da ‘’üstün’’ olanın sözde hukuku yerleştirilmişken başkalarının buna yeltenmelerine gerek var mıdır?…

(Diyalog, 8 Eylül 2024)   

Shares:

Okumaya Devam Edin