Bugün tarihindeki en dip noktasını yaşayan Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri hiçbir zaman istikrarlı bir seyir izlememiştir. İlişkilerdeki iniş çıkışlar o kadar fazladır ki Türkiye-AB ilişkilerini tanımlamanın “hızla giden bir trende dışardaki manzaranın resmini çizmeye çalışmaya benzediği” söylenir; “tam görüntü yakalandı diye düşünülürken manzara aniden değişiverir”. İlişkilerin gelişimi başından beri, Türkiye ve Avrupa’da değişen siyasi ve ekonomik koşullardan ve bölgesel/uluslararası konjonktürden etkilenmiş ve sonuçta ortaya karmaşık, öngörülemeyen ve nevi şahsına münhasır bir ortaklık çıkmıştır. Dolayısıyla, ilişkilerin geçmişinde hiç de parlak sayılmayan dönemler olmuştur ve bu dönemlerde yaşanan sorunların bazıları da – çok fazla gündeme gelmese de- Türkiye kaynaklıdır. 1978 yılında Türkiye ekonomik sorunlar nedeni ile Gümrük Birliği sürecini tek taraflı olarak askıya aldığında2, 1980 yılındaki askeri darbeden sonra taraflar arasındaki ilişkiler Avrupa Parlamentosu kararı ile tamamen dondurulduğunda, 1990 yılında Türkiye’nin AB üyeliği başvurusu ülkedeki ekonomik ve siyasi koşullara değinilerek kibarca ret edildiğinde3 ve nihai olarak AB’nin 1997 yılında Lüksemburg’da gerçekleştirdiği zirvede Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmeyerek diğer aday ülkeler için söz konusu olmayan bazı koşullar ileri sürülüp, ülke genişleme sürecinden dışlandığında Türkiye de siyasi diyaloğu askıya alınca ilişkilerde hep ciddi bir kriz oluşmuştur.
Nevi Şahsına Münhasır Bir Ortaklık: Türkiye – Ab Ilişkileri
AB, ekonomik alanda olduğu gibi adaylık sürecinden başlayarak Türkiye’de gerçekleştirilen devrim niteliğindeki siyasi reformların da başlıca itici gücü olmuştur.
Shares: