Editörden,
Geçen iki haftanın öne çıkan olayı Adlî Yılın açılışı dolayısıyla DEVA Partisi adına Mustafa Yeneroğlu’nun yaptığı açıklama oldu. Beklendiği üzere, siyasî iktidarın ve yüksek yargının sözcüleri beklendiği üzere suya sabuna dokunmayan konuşmalar yaparken, Yeneroğlu’nun açıklaması ülkenin hukuk ve adalet karnesinin içler acısı durumunu bir kere daha ortaya koydu. Yeneroğlu açıklamasında yeni adlî yıla ‘’hukuk devletinin yok sayıldığı, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının olmadığı bir hukuksuzluk düzeni içerisinde’’ girdiğimize dikkat çekti; geçmişte yargı üzerindeki vesayetten rahatsızlık duyanların şimdi yargı üzerinde kendilerinin vesayet kurduklarından yakındı ve bugün yaşanmakta olan hukuksuzlukların kaynağının bu durum olduğunu söyledi. Yeneroğlu bu mekanizmanın başında ‘’yargıyı baskı ve tehdit altına’’ alan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun bulunduğuna ve çoğu hâkim ve savcının ‘‘kanunlara ve vicdanlarına göre’’ değil de, ‘‘iktidarın istek ve ihtiyaçlarına göre’’ karar verdiğini söylerken de aslında herkesçe bilinen bir gerçeği dile getirmiş oldu.
Bunun dışında siyaset kurumu neredeyse ‘’ölü sessizliği’’ne bürünmüş durumda. Bunun bir nedeni hem iktidarın hem de muhalefetin dikkatini ve esas mesaisini yerel seçimler üzerinde yoğunlaştırmış olması. Bugünlerde kuruluşunun 100. yılını kutlayan ana muhalefet partisi CHP’de geçen Mayıs seçimlerinde yaşanan yenilginin şoku nispeten atlatılmış ve ona bağlı tartışmalar gevşemiş görünüyor. Böylece Parti bir yandan Kasım’da yapılması düşünülen Kurultay hazırlıklarına, öbür yandan da 31 Mart 2024’te yapılacak olan yerel yönetim seçimlerine odaklanmış durumda. Öyle anlaşılıyor ki, CHP 2024 yerel seçimlerine yine İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ve Ankara’da Mansur Yavaş’la girecek.
Buna karşılık iktidar partisindeki nispî sessizlik ve hareketsizliğin pek te hayra işaret olmayan imaları var. Nitekim, ekonominin toparlanmasını amaçlayan programla ilgili gelişmeler bir yana bırakılırsa, Erdoğan yönetimi Yeneroğlu’nun işaret ettiği yaratılan hukukî tahribatın telâfisine yönelik bir irade ve çaba içinde görünmüyor, aksine topluma yeni siyasî-hukukî maliyetler yüklemeye ve mağduriyetler yaratmaya devam ediyor.
Bu arada iktisadî ve malî krizden çıkış amaçlı programın başarılı olup olmayacağı konusundaki belirsizlik te devam etmektedir. Geçenlerde bu amaçla hazırlanan Orta Vadeli Program (OVP) Cumhurbaşkanı yardımcısı tarafından açıklanmakla beraber, bu meselede uzmanlığına güvenebileceğimiz DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan OVP hakkında pek te olumlu olmayan bir açıklama yaptı. Babacan’a göre, bu program ‘’yapısal adımlar konusunda bugüne kadar tekrarlanan soyut ve genel ifadeleri tekrarlamaktan öteye gitmiyor. Yapılan yanlışlardan bahsetmeyen, içsel tutarlılığı zayıf, somut adımlar yerine soyut ve genel ifadeler içeren bir programla güven tesis edilemez, öngörülebilirlik sağlanamaz. OVP’de Merkez Bankası bağımsızlığını güçlendirecek, şeffaflığı artıracak hiçbir somut adım yer almıyor. Rant gelirlerinin vergilendirilmesiyle ilgili hiçbir adım yok. Yük yine dar ve sabit gelirliler üzerine yıkılacak.”
Fakat ilginç olan, bu eleştirilere rağmen AKP yönetiminin Orta Vadeli Programı dış finans ve kredi çevrelerinde olumlu bir izlenim bırakmış ve bazı iyimser beklentiler yaratmış olması. Nitekim, Dünya Bankasının Türkiye Direktörü Lopez, Türkiye’de “para politikasının sıkılaştırılması, makro ekonomik istikrarın sağlanması, mali açığın azaltılması” yönünde atılan adımları doğru bulduklarını ve Banka’nın Türkiye’deki projeler için ayırdığı kredi portföyünü 35 milyar dolara çıkarılacağını açıkladı. Aynı yönde yapılan başka bir açıklama da Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’ndan Roger Kelly’den geldi. Kelly Türkiye’nin ortodoks para politikalarına geçiş vaadini, art arda yaptığı önemli faiz artırımlarını ve sıkı likidite ve kredi politikalarını övdü. Bu arada, yine olumlu bir gelişme olarak, kredi derecelendirme kuruluşu Fitch de Türkiye’nin notunu negatiften durağana çıkardı. Fitch’e göre, kredi notunun ‘’durağana revize edilmesi, [Türkiye’nin] kısa vadeli makro-finansal istikrar risklerini azaltan ve ödemeler dengesi baskılarını hafifleten daha geleneksel ve tutarlı bir politika karışımına dönüşü’’nü yansıtmaktadır.
Türkiye’ye dışarıdan kredi ve yabancı sermaye olarak para akışının başlayacağı ümidi yaratan bu açıklamalar elbette sevindiricidir. Fakat Şimşek ve Erkan ekibinin ekonomik ve malî krizden çıkış programının gerçekten krizden çıkışı sağlamaya yetecek kadar bir süre için ve kararlılıkla uygulanacağı konusunda halâ bir belirsizlik var. Çünkü baştan beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mehmet Şimşek’i göreve çağırmasının ekonomide sahici ve köklü bir politika değişikliğine gitmekten çok, partisine avantaj sağlayacak şekilde yerel seçimlere kadar ülkede geçici bir rahatlama sağlamayı amaçladığından kuşkulanılmaktadır. Hepimizin iyiliği için, umulur ki bu kuşku ve kaygılar yersizdir.
* Mustafa Erdoğan
RTÜK ‘’Amerika’nın Sesi’’ Sitesine Erişimi Engelletti
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Amerika Birleşik Devletleri federal hükûmeti tarafından finanse edilen uluslararası bir yayın kuruluşu olan Amerika’nın Sesi’nin (Voice of America) Türkçe yayın yapan İnternet sitesine (www.voaturkce.com), yayın lisansı almadığı gerekçesiyle, erişimin engellenmesini talep etmiştir. Ankara 9. Sulh Ceza Hakimliği de 23 Ağustos 2023 tarihli kararıyla “‘voaturkce.com’ url adresinde erişimin engellenmesine ve içeriklerin yayından çıkarılmasına” karar vermiştir.
Türkiye’de internet sitelerinin erişime engellenmesi çok şaşırtıcı bir durum değildir. İfade Özgürlüğü Derneğinin EngelliWeb 2022 raporuna göre 2022 sonu itibarı ile Türkiye’den erişime engellenen web sitelerinin sayısı 712.558’e ulaşmıştır.[1] Üstelik bu sayıya belli bir içeriğe yönelik (URL bazlı) engellemeler dahil değildir. Geçmişte de Twitter ve YouTube platformları, Wikipedia sitesi gibi milyonlarca kişi tarafından kullanılan siteler ya da Sputnik, OdaTV, Independent Türkçe gibi haber sitelerine erişim engellenmiştir. Bu sitelerden bir kısmı hâlâ erişime engellidir. Ancak bu sitelerin çoğunluğu 5651 sayılı Kanun kapsamında, suç içeren içerik barındırdığı, kişilik haklarını ihlal ettiği ya da ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğu gibi iddialarla erişime engellenmişlerdir. Oysa Amerika’nın Sesi sitesi hakkında verilen engelleme kararı 6112 Sayılı Kanun’un 29/A maddesi kapsamında yayın lisansı almadığı gerekçesiyle verilmiştir.
2018 yılında 7103 sayılı Kanunla 6112 sayılı Kanuna eklenen 29/A maddesiyle sadece internet üzerinden yayın yapan radyo ve televizyonlar ile isteğe bağlı yayın hizmeti sunucularının Üst Kuruldan yayın lisansı almaları zorunluluğu getirilmiştir. Bu düzenleme anayasal bakımdan oldukça sorunlu olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmemiştir.[2] Daha sonra 2019 yılında bu düzenlemenin uygulanmasına ilişkin yönetmelik çıkarılmıştır.[3] RTÜK bu düzenlemeler çerçevesinde 2020-2022 yıllarında internet üzerinden yayın yapan ve lisans almayan pek çok radyo ve TV’nin internet sitesinin erişime engellenmesini sağlamıştır.[4] RTÜK daha önce bu yetkisini haber siteleri bakımından kullanmazken, 21.02.2022 tarihinde Amerika’nın Sesi, Deutsche Welle (DW) ve EuroNews Türkiye (“tr.euronews.com”) haber sitelerinin, Yönetmeliğin 10. maddesi kapsamında İnternet ortamından yürütülen yayıncılık faaliyetine ilişkin olarak İnternet ortamından isteğe bağlı yayın hizmeti (“İNTERNETİBYH”) yayın lisansı başvurusunda bulunabileceklerini duyurmuş ve bu çağrıya uyulmaz ise 72 saat içinde RTÜK tarafından 29/A maddesi kapsamında sulh ceza hâkimliğinden içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi talebinde bulunulacağını belirtmiştir.[5]
EuroNews Türkçe sitesi yayınlarını RTÜK’ün taleplerine uyarlarken Amerika’nın Sesi ve DW kendi yaptıkları yayınların yasa kapsamında olmadığı gerekçesiyle lisans başvurusunda bulunmamış ve Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliğinin, 30.06.2022 tarihli kararıyla bu sitelere erişim engellenmiştir. Bunun üzerine Amerika’nın Sesi yeni bir alan adı üzerinden Türkçe yayınlarını sürdürmüş, ancak yukarıda belirtildiği gibi bu yayına da erişim engellenmiştir.
Amerika’nın Sesi ve DW Türkçe canlı yayın yapmamakta, ağırlıklı olarak yazılı haberlere yer vermektedir. Ancak bazı haberleri video haber şeklinde görsel olarak arşivlenmektedir. RTÜK bu şekilde kategorilere ayrılmış video haberlerin isteğe bağlı yayıncılık olduğu iddiasındadır. Oysa isteğe bağlı yayın hizmeti denince Netflix, Amazon, BluTv, Disney+, Mubi ve Spotify gibi platformlarca yapılan yayınlar akla gelmektedir. Bu platformlarda yer alan kataloglar, kullanıcılarının seçimleri doğrultusunda istendiği zaman izlenebilecek içerikler sunmaktadır.
Amerika’nın Sesi ve DW’nin Türkçe yayınlarının diğer internet haber sitelerinden bir farkı yoktur. İnternet haber siteleri 2022 yılında 7148 sayılı Kanun ile Basın Kanunu’nda yapılan değişikliklerle Basın Kanunu kapsamına alınmıştır. Dolayısıyla internet haber sitelerinin hem 5651 sayılı Kanun hem de Basın Kanunu kapsamında denetlenmesi mümkündür. Basın özgürlüğü Anayasanın 28. Maddesinde özel olarak korunmuş ve basımevi kurmanın izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamayacağı düzenlenmiştir. İnternet haber sitesi kurmanın lisans şartına bağlanmasının Anayasanın bu hükmü ile bağdaşmadığı açıktır. Haber sitesi kurmanın bu şekilde izne bağlanması bağımsız basının yok edilmesi anlamına gelecektir. Ancak Amerika’nın Sesi sitesine erişimin engellenmesine ilişkin kararda bu yönde bir tartışma yer almamaktadır. Üstelik son kararda hakimlik yalnızca erişimin engellenmesine karar vermemiş, aynı zamanda yayınların içerikten çıkarılmasına da hükmetmiştir. Böylece, arşiv değeri olan binlerce haber tümüyle yok edilmiştir.
* Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu
Valiliğin “İçki” Genelgesi ve Yaşam Tarzına Müdahale Tartışmaları
İstanbul Valiliği’nin halka açık plajlar, parklar, piknik alanları ve mesire yerlerinde içki içilmesini yasaklayan genelgesi şehirde büyük bir tartışma yarattı. Genelgeye karşı çıkan İstanbul Barosu, Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dayanarak, genelgenin kişisel özgürlüklere aykırı olduğu ve özellikle “özel yaşamın gizliliği” hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması ve genelgenin iptali için dava açtı.[9] Daha sonra yaptığı açıklamada İstanbul Valiliği genelgenin amacının güvenlik ve asayişi sağlamak olduğunu savundu. [10]
Genelgede belirtilen gerekçe, “olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü olduğu” ve alkol tüketen kişilerin çevreye rahatsızlık verdiği ve halk arasında korku ve panik yarattığı yönünde. [11] Genelgede yasağa uymayanlara 617 TL para cezası verileceği ve sarhoşluk etkisi geçene kadar kontrol altında tutulacakları belirtiliyor. Bu açıklama kamuoyunda kamuya açık alanda içkinin yasakladığı yönünde algılandı ve bunun üzerine İstanbul Valiliği yaptığı açıklamada kendi halinde içki içen vatandaşların cezalandırılmayacağını ve sadece çevreye rahatsızlık verenlerin hedef alındığını belirtti. Bazı haber kaynakları, Türkiye’de saat 22.00 ile 06.00 arasında perakende içki satışı yasak olmasına rağmen son dönemde yasaklara uyulmadığına dair şikâyetlerin artması üzerine mevzuatın uygulanması için ilgili birimlere bu genelgenin gönderildiği belirtiliyor. Ancak konu gündemden düşse de bu düzenlemenin halâ kafa karışıklığına neden olduğunu söyleyebiliriz. İstanbul Valiliği’nin açıklamaları, genelgenin sadece asayişi bozanları hedeflediği yönünde, ancak uygulamanın nasıl gerçekleşeceği konusunda net bir bilgi sunmuyor.
Son dönemde Türkiye’de alkol tüketimi üzerinde getirilen sınırlamalar, kişisel hak ve özgürlüklere büyük bir müdahale olarak karşımıza çıkıyor. Bu kısıtlamaların altında yatan sebep ne olursa olsun, bireylerin yaşam tarzına yapılan bu ve benzeri müdahaleler demokratik bir toplumda kabul edilebilir değildir. Zira demokrasi, bireylerin özgürce tercihlerde bulunabilmelerini ve kendi yaşam tarzlarını seçebilmelerini içerir.
Son olarak belirtmek gerekir ki, her bireyin yaşam tarzı farklıdır ve bu tarz, kişinin tercihlerine ve değerlerine dayalıdır. İçki tüketimi, bazı insanlar için sosyal etkileşimin bir parçasıdır ve bu tercihine ve değerlerine kısıtlamalar getirmemek, dahası, bu değerleri korumak demokratik yönetimin gerekliliklerinden biridir.
* Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi
Orta Vadeli Program ve Ekonomik Bürokrasi
6 Eylül 2023 tarihinde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz 2024-2026 aralığını kapsayan üç yıllık bir ekonomik plan olan orta vadeli programı açıkladı.[6] Programın içeriği Türkiye ve dünya ekonomisine ilişkin tahminler ile makroekonomiye ilişkin hedeflerden oluşmaktadır. Dipnottaki dosyada programın kendisini maalesef sadece Türkçe olarak görüntüleyebilirsiniz.
Demokratik kurumların ekonomi üzerindeki etkileriyle bağlantılı olarak bu konuda özellikle dikkat çekmek istediğimiz iki husus var. Birincisi, bu program Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanmadı. Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanlığınca hazırladığı söylense de bu programa sadece Türkiye Cumhuriyeti Strateji ve Bütçe Başkanlığı sitesinden erişebilmektedir. Zaten programı da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek değil Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz yaptı. Bu durum Strateji ve Bütçe Başkanlığının bir koordinatör kurum olması bakımından teyit edici olsa da, bakanlıkların Cumhurbaşkanlığına bağlı başkanlıklar ve kurullardan daha geri planda tutulduğunu tekrar göz önüne serdi. Böylece, bakanlıkların özerk aktörler olarak hükümet içinde stratejik yönlendirme açısından güçlerinin olmadığı daha icracı bir noktada konumlandıkları bir kez daha vurgulanmış oldu. Bu durum Bakanlığın kurumsal gücünün maalesef olduğundan daha düşük görünmesine neden oluyor.
İkincisi, daha önce de yaşadığımız çok vahim bir şeyi hatırlatmak istiyoruz ki Türkiye’deki kurumların kapasitelerinin ve öngörü kuvvetlerinin nasıl azaldığını daha iyi anlayabilelim. Türkiye 5 Eylül 2021 tarihinde 2022-2024[7], 4 Eylül 2022 tarihinde de 2023-2025[8] yıllarını kapsayan üç yıllık ekonomik programlar açıklamıştı. Yani hem 2021’de hem 2022’de hem 2023’te art arda üçer yıllık yeni programlar açıklanmış oldu. Böylece Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 2024 yılına ait elimizde hepsi de birbirini tekzip eden 3 ayrı ekonomik program bulunmaktadır.
Türkiye’nin kalkınması için ekonomik öngörülebilirlik çok ama çok önemli bir konumda. Çünkü Türkiye sermaye kıtlığıyla mücadele ediyor. Türkiye tasarruf açığı olan bir ülke ve dış kaynak neredeyse hayati derecede önemli. Dış kaynağın ülkeye çekilmesi ise ancak öngörülebilir bir ekonomik ve hukuki düzen kurmakla mümkün. Oysa, halihazırdaki durum Türkiye’ye uzun vadeli yatırım yapmak isteyen yabancı kaynak sahipleri için risk artırıcı olarak görünüyor. Umarız bundan sonra Türkiye her sene üç yıllık ekonomik programlar açıklamak zorunda kalmadığı bir ekonomi bürokrasisine kavuşur. Böylece dış kaynak edinmek için ödediği yüksek faizlerden ve politik tavizlerden de kurtulur. Kısa zamanda böyle büyük bir kurumsal dönüşüm oldukça zor görünüyor. Fakat ortak aklın işletilmediği bu yönetim sisteminde umut etmekten başka bir çare de görünmüyor.
* Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi
[1] https://ifade.org.tr/reports/EngelliWeb_2022.pdf
2 AYM, E.2018/99, K.2021/14, 03/03/2021, §§ 62-99
3 Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik, 01.08.2019 tarihli ve 30849 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
4 İfade Özgürlüğü Derneği, EngelliWeb 2022: Sulh Ceza Hakimliklerinin Gölgesinde Anayasa Mahkemesi, s. 131-134, https://ifade.org.tr/reports/EngelliWeb_2022.pdf
5 İbid.
6 https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2023/09/Orta-Vadeli-Program_2024-2026.pdf
7 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/09/20210905M1-1.pdf
8 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/09/20220904M1-1.pdf
9 https://www.bbc.com/turkce/articles/cx8g3ve81vpo
10 https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/istanbul-valiliginden-yeni-alkol-yasagi-aciklamasi-2114273
11 https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/cumhuriyet-alkol-yasaginin-ayrintilarina-ulasti-olay-cikartanlar-ekseriyetle-alkollu-2114147