Editörden,

Mayıs 2023 seçimleri Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak, AKP-MHP ittifakını ise yasamada çoğunluğu kontrol eden güç olarak yeniden iktidara getirdiyse de, ‘’bakanları’’ ve diğer bürokratlarıyla Erdoğan’ın yeni idarî kadrosu kamu işlerinin gidişatında henüz belirgin bir iyileşme emaresi ortaya koyabilmiş değil. Özel olarak, en acil görünen ekonomik krizden çıkılması meselesinde de, durum pek farklı değil; Mehmet Şimşek’in yeni Hazine Bakanı ve H. Gaye Erkan’ın Merkez Bankası Başkanı olarak görevlendirilmeleri de şimdilik bu alanda pek bir şeyi değiştirmiş gibi görünmüyor.

Gerçi Mehmet Şimşek göreve başladığı günlerde artık ‘’rasyonel’’ ekonomi ve maliye politikaları izleyeceklerini vaat ettiyse de, Erdoğan’ın tek yetkili ‘’Başkan’’ olduğu bugünkü devlet sistemi içinde Şimşek ve -varsa- ekibinin ne ölçüde Erdoğan’dan nispeten bağımsız olarak hareket edebileceği belli değildir. Bunun gibi, Merkez Bankası’nın yeni Başkanının, aşağıda ilgili başlıkta dikkat çekildiği gibi, son Enflasyon Raporu’nun sunumu vesilesiyle 27 Temmuz günü kamuya yönelik olarak yaptığı ilk açıklamadaki nispeten güven telkin edici performansını da aynı belirsizlik çerçevesinde değerlendirilmek gerekir. Daha açık olarak belirtmek gerekirse, Erdoğan’ın mahallî seçimler arifesinde işlerin toparlanma yoluna girdiği yönünde geçici bir iyimserlik algısı oluşturmayı amaçlayan bir strateji izlediği düşüncesi yaygındır. Hatta eğer bu süre içinde ekonomide hatırı sayılır bir iyileşme sağlanamazsa Erdoğan’ın bundan Şimşek-Erkan ikilisini sorumlu tutmayı ve onları günah keçisi yapmayı tasarladığından bile kuşkulanılabilir.    

Öte yandan, Türkiye’nin ekonomiden başka da hayatî önemde sorunları var. Bunların başında, yine MHP destekli AKP iktidarının baskı ve zulüm siyasetinin sonucu olarak yüzbinlerce yurttaşın maruz bırakıldığı derin acılar ve yaraların tamir ve tedavisi sorunu gelmektedir. Bu ‘’hak, hukuk ve adalet’’ sorunlarının üstesinden gelinmesinin ve bu arada hukuk ve adalet sisteminin yeni haksızlıklara meydan vermeyecek şekilde, normatif dayanakları ve uygulamasıyla, düzeltilmesinin Türkiye’nin acil bir ihtiyacı olduğu şüphesizdir. Ne var ki, bu konuda da iyimser olmayı zorlaştıran bazı gelişmeler var.

İlk olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan 25 Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı Sarayında yeni hâkim ve savcıların kur’a çekme töreninde yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün diğer gerekleri bakımından en hafif tabirle ‘’talihsiz’’ sayılabilecek bir konuşma yapmıştır. Her şeyden önce böyle bir toplantının ‘’yürütme’’yi temsil eden Cumhurbaşkanlığı sarayında yapılması yargının bağımsızlığı üzerinde şüphe uyandırabilecek bir durumdur. Daha da önemlisi, bu toplantıda Cumhurbaşkanının hâkim ve savcılara hitaben yaptığı konuşma tarafsız bir cumhurbaşkanının törensel/sembolik bir konuşması niteliğinde değildir. Türkiye’de halihazırda carî olan devlet sisteminde cumhurbaşkanı tarafsız olmayıp resmen partili bir kimliktir ve partili Cumhurbaşkanı bu konuşmada hâkim ve savcılara kendi siyasetinin propagandası niteliğinde olan kimi ‘’tavsiye ve telkinler’’de de bulunmuştur. Bu ise ülkemizde adaletin tesisi beklentilerini boşa çıkaran başka bir gelişmedir.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü ihlâlleri hakkındaki içtihadında ortaya çıkan yeni bir gelişme seyri de toplumumuzun özgürlük, adalet ve insan hakları beklentileri bakımından bir ölçüde ümit kırıcıdır. Nitekim Mahkeme kimi ifade özgürlüğü ihlâllerini adeta görünmez kılan yeni bir içtihat geliştirmiş bulunmaktadır. Bu konunun ayrıntılarını konunun uzmanı olan arkadaşımız A. Rıza Çoban’ın aşağıdaki değerlendirmesinde bulabilirsiniz.

Bu arada, Mayıs seçimlerindeki başarısızlık sonrasında, muhalefet ittifakının başını çeken CHP’nin yönetimine yönelik olarak parti içinde başlayan ve özellikle CHP’ye yakın medyada da yansımaları olan eleştiriler ve buna bağlı değişim arayışı iki önemli gelişmeyle yeni bir aşamaya ulaşmış görünmektedir. Bunlardan ilki, aşağıda ayrıntılarını okuyacağınız üzere, CHP yönetiminin bugüne kadar medyadaki en büyük destekçisi olan Halk TV ile ilişkisini sona erdirmesidir. Daha önemli olan başka bir gelişme, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na aday olduğunu dolaylı yoldan da olsa ilk defa ilân eden bir çıkış yapmış olmasıdır. Nitekim İmamoğlu bir medya platformunda CHP için yeni bir örgütlenme stratejisi ve sosyal demokrat kimlik tanımı öneren bir makale yayımlatmış bulunmaktadır.

Bu iki gelişme, CHP’nin 2024 baharındaki mahallî seçimlere liderlik yarışının sarsıntıları içinde gireceği anlamına gelmektedir. Görünen o ki, halihazırdaki Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun siyasî kariyeri en geç önümüzdeki bahar aylarında sona erecektir.

Bir sonraki Özgürlük Gündemi’nde buluşmak üzere esen kalın.

* Mustafa Erdoğan

AYM İfade Özgürlüğü Başvurularını Başından Savmanın Yolunu Buldu

Türkiye’nin ifade özgürlüğü sorunları her geçen gün ağırlaşarak devam ediyor. Anayasa Mahkemesi bu sorunları ortaya koyup çözüme zorlamak yerine sorunun göz ardı edilmesine yönelik kararlar veriyor. Bu çerçevede AYM, uzun zamandır ifade ve toplanma özgürlüğü ihlali iddiası ile yapılan başvuruları bekletiyordu. Çeşitli suçlardan yargılanarak ceza alan, ancak haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilen ve bu şekilde beş yıllık denetim süresine tabi tutulan kişilerce yapılan başvuruları uzun süre beklettikten sonra 2022 yılında 19 başvuruyu birleştirerek bir pilot karar verdi. Atilla Yazar ve Diğerleri[2] başvurusunda Mahkeme Genel Kurulu, şikayetleri esastan incelemek yerine, HAGB kararına karşı yapılan itirazın, itiraz mercii olan ağır ceza mahkemelerince yalnızca HAGB kararı yönünden incelendiği, ilk derece mahkemesi kararının esasının incelenmediği gerekçesiyle usul yönünden ihlal kararı verme yoluna gitti. Daha sonra da başka bir kararla ilgili CMK hükmünü iptal etti. Bunun üzerine Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. Maddesinin 12. Fıkrasında 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanunla değişiklik yapılarak itiraz mercinin hem HAGB kararını hem de hükmü incelemesini öngören bir değişiklik yapıldı. Ancak bu değişiklik daha önce AYM’ye yapılan başvurular açısından bir çözüm önermiyor.

Bu sefer AYM 2023 yılında, 2014 yılından 2021 yılına kadar yapılmış 610 başvuruyu birleştirerek, hiçbirinin esasını incelemeksizin usul yönünden ihlal kararı vererek bütün başvurularla ilgili olarak yeniden yargılama yapmak üzere mahkemelerine kararın bir nüshasını gönderme kararı verdi.[3] 

Mahkemenin bu kararlarının başvurucuların hak ihlâllerini gidermediği gibi, ifade özgürlüğüne yönelik sorunların çözümüne katkıda bulunmak yerine sorunların görünmez hale getirilmesine neden olduğunu belirtmek gerekir. Öncelikle, başvurucular açısından verilen kararın bireysel adaleti sağlayıp sağlayamayacağı şüphelidir. Zira pek çok başvurucu açısından zaten beş yıllık denetim süresi sona ermiş ve hüküm bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmıştır. Bu aşamadan sonra aynı suç için yeniden yargılama yapılmasında başvurucu açısından hiçbir hukuki yarar bulunmamaktadır. Aksine onları tekrar sanık statüsüne sokacaktır. Diğer taraftan yeniden yargılamanın hangi merci tarafından ve ne konuda yapılacağı konusunda da bir açıklık bulunmamaktadır. İhlal kararı itiraz merciinin tutumu nedeniyle verilmiştir. Bu durumda mantıklı olan ihlale neden olan mercinin ihlali gidermesidir. Ancak AYM, kararını ilk derece mahkemelerine göndermiştir. İlk derece mahkemelerinin ise AYM’nin tespit ettiği usulî sorunu giderme olanağı yoktur. Yapılan yeniden yargılama sonucu mahkemelerin verilen önceki kararın doğru olduğu sonucuna ulaşmaları halinde başvurucuların yeniden denetime tabi tutulması gibi absürt bir sonuç ortaya çıkacağı gibi, başvurucuların da yeniden AYM’ye bireysel başvuru yapmaları zorunluluğu doğacaktır. Bu da AYM kararının başvurucular açısından bireysel adaleti sağlamadığını göstermektedir.

Bu karardaki başka bir sorun da birleştirilen 610 başvuru içinde birden fazla başvurusu olan avukatlar için tek bir avukatlık ücretine hükmedilmesidir. Örneğin bir avukat cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılanan bir müvekkili için 2014 yılında, halkı kin ve nefrete sevk etme suçundan yargılanan başka bir müvekkili için 2018 yılında, terör örgütü propagandası suçundan yargılanan başka bir müvekkili için de 2021 yılında başvuru yapmışsa, AYM bu başvuruları birleştirdiği için tek bir vekalet ücreti alacaktır. Bu kararın hakkaniyetli olduğunu söylemeye olanak yoktur.

Daha da önemlisi başvurucuların şikâyetlerinin özü, yani ifade ve toplanma özgürlüğü bakımından bir inceleme yapılmamıştır ve bu da Mahkemenin etkili başvuru yolu olma niteliğini zayıflatmıştır.Bu kararların genel etkisi ise ülkedeki vahim ifade özgürlüğü sorunlarını görünmez kılmasıdır. Cumhurbaşkanına hakaret, kamu görevlisine hakaret, devlet kurumlarını aşağılama, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve nefrete sevk etme, terör propagandası, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet gibi pek çok suçtan her yıl yüzbinlerce soruşturma ve dava açılmakta ve on binlerce insan ifade ve toplanma özgürlüğü kapsamındaki eylemleri dolayısıyla cezalandırılmaktadır. AYM bu sorunları tespit ederek hangi söz ve davranışların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu tespit etmek yerine başvuru konusu olayları bile içermeyen ve hatta başvurucuların ismine bile karar metninde yer vermeyen ve başvurucuların yer aldığı ekleri de yayınlamayan kararlarla sorunları görünmez kılmaktadır.

* Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu

CHP-Halk TV İlişkisi Sona Erdi

Mayıs ayındaki iki seçimin de kaybedilmesi üzerine CHP’nin merkezinde olduğu tartışmalar yoğunluk kazandı. Parti içi muhalefet, kongre hazırlıkları ve diğer partilerle ilişkiler gibi tartışma eksenlerine CHP’nin muhalefet medyası olan ilişkisi de eklendi.  CHP Genel Başkan Yardımcısı Eren Erdem yaptığı yazılı açıklamada CHP ile Halk TV arasında yapılan anlaşmanın tek taraflı olarak feshedildiğini ve kanal ile ilişkilerinin sona erdiğini belirtti. Açıklamada “Halk TV isimli televizyon kanalı ile partimiz arasında yapılmış olan ve Anayasa Mahkemesi (Sayıştay) denetimine tabi; 01.01.2023 tarihli protokolün 6.3. maddesi kapsamında, partimiz tek taraflı fesih hakkını kullanmış, Halk TV ile tüm ilişkimiz sona ermiştir” ifadeleri kullanıldı. Halk TV’nin sahibi bu açıklamaya cevaben “CHP yönetiminin en doğal hakkı olan bu kararı saygıyla karşılıyoruz. Halk TV’nin objektif haberciliğinin muhatabı seyircisidir, izlenme oranları, seyircisiyle kurduğu derin ve sarsılmaz bağ da bunun kanıtıdır. Çağdaş Türkiye’den, kuruluş değerlerinden, halktan, emekten, gerçekten yana haberciliğimizden, RTÜK’ün rekor cezalarına rağmen taviz vermedik, şimdi de öyle olacak. Yayıncılıktaki ilkemiz bir partinin yanında ya da karşısında, bir partinin yönetiminin yanında ya da karşısında olmak değil halkın ve haklının yanında olmaktır.” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de medya kuruluşları ile siyasi partiler arasındaki ilişkinin oldukça problemli olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin basın özgürlüğü endekslerinde oldukça alt sıralarda yer almasının sebeplerinden biri de medya kuruluşlarının piyasa ekonomisinin dinamiklerinden muaf bir siyasi ilişkiler ağı ile varlıklarını sürdürme eğilimden kaynaklanmaktadır. Bu durum, Prof. Dr. Burak Bilgehan Özpek’in Özgürlük Araştırmaları Derneği için yazdığı “Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu 2022” isimli raporda veriler ile ortaya konulmuştur.[1] İktidar partisinin medya patronlarına sağladığı maddi olanaklar ve iktidara yakın kuruluşların nasıl propaganda makinesine dönüştüğünü görebiliyoruz. Öte yandan, iktidar muhalif medya kuruluşlarını cezalarla sindirmeye çalışmaktadır. 

Son günlerde şahit olduğumuz tartışma ise medya-siyaset ekseninde çok da konuşulmayan muhalefet partileri ile muhalefet medyası arasındaki ilişki ile ilgili. CHP’nin Halk TV ile olan, içeriğine dair çok fazla bilgi sahibi olmadığımız ilişkinin iktidarın yandaş medya olan ile ilişkisine benzer yanları olduğunu görmek gerekir. Görünen o ki, CHP reklamlar ile maddi destek sağladığı Halk TV’nin yayın politikasından memnun kalmamış. Seçimden sonra CHP yönetimini eleştiren birçok yorumcuya programlarda yer verilmesi bu kararı hızlandırmış olabilir.

Belirtmek gerekir ki, medya kuruluşlarının bağımsızlığı yalnızca iktidar partisinin değil muhalefet partilerinin de etkisinden uzak olmakla mümkündür. Medya bağımsızlığı tarafsız bir yayın politikasını zorunlu olarak beraberinde getirmez ki, buna piyasa ilişkilerinde gerek de yoktur. Fakat ne yazık ki, Türkiye’de medya kuruluşları gelir kaynağı olarak izleyici/okuyucularından çok siyasi aktörlerin sağladığı rantı gözetmekte, siyasi aktörler de medya kuruluşlarını bir propaganda aracı olarak kullanmak istemektedir. Özpek, Ocak 2023’te yayınlanan raporda muhalif medyanın içinde bulunduğu durumu ve CHP ile olan ilişkisini gözler önüne sermişti: “Özellikle 2023 senesinde yapılacak olan başkanlık seçimleri öncesi, muhalif medyanın tarafsızlığını yitirdiğini ve muhalefet içindeki bazı adaylar lehine yayın politikasını revize ettiği gözlemlenmiştir. Özellikle CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylık ihtimalinin güçlenmesiyle birlikte, onun karşısındaki en güçlü adaylardan birisi olan Ekrem İmamoğlu’nun aleyhine olabilecek bazı haberler yapılmıştır.”

* Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi

TCMB Başkanı ile Piyasanın Tanışması

27 Temmuz 2023 günü, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının yılda dört kere hazırladığı ve kamuoyuna açıkladığı Enflasyon Raporu’nun üçüncüsünün sunumu TCMB başkanı Hafize Gaye Erkan tarafından yapıldı. Böylece Türkiye kamuoyu Erkan ile tanışmış oldu. Toplantının ayrıntılarına ve TCMB’nin kurumsal kapasite durumuna geçmeden önce vurgulamamız gereken ilk nokta, Erkan’ın TCMB çalışanlarınca hazırlanan raporu okuyunca anlayabilecek kapasitede olduğu. Bu cümle sizlere galip gelebilir belki ama bir önceki TCMB başkanının gerek rapor sunumlarında gerek sunumlar sonrasındaki soru cevap bölümünde bazen raporda yazılanların aksine söylemlerde bulunduğunu görüyorduk. Hatta raporun bazı kısımlarına ilişkin sorulara raporda ve ekonomi biliminde yeri olmayan cevaplar verildiği de oluyordu. Bunu sabık başkanın siyasi angajmanına bağlamak da mümkün tabii. Fakat ekonomi muhabirlerince yahut yatırım profesyonellerince sorulan daha teknik sorulara verdiği cevaplar konu hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmadığını da gösteriyordu. Hal böyleyken ve konu da Türkiye’de liyakat ve bürokratik kapasite ise Hafize Gaye Erkan’ın -bir ekonomist olmamasına rağmen- piyasaya tam olarak değilse de daha fazla güven veren bir başkan olduğunu söylemek artık mümkün.

Fakat konu kurumsal kapasite ve Merkez Bankasının bağımsızlığı ilkesi olunca maalesef Erkan bulunduğu konumun hakkını vermekten çok uzak kaldı. Türkiye’deki yönetim biçimi ve Erdoğan’ın hükümet etme alışkanlıkları göz önüne alındığında, Erkan’ın elbette Erdoğan’a karşı bayrak açıcı konuşmalar yapması pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle önceki döneme ilişkin vurgularını üstü kapalı bir biçimde yapıyor. Örneğin, göreve geldiğinde önünde bir “makroihtiyati [macroprudential] tedbir hediyesi” bulduğunu bu nedenle bazı şeylerin yavaş yavaş gerçekleşeceğini söyledi. Erkan konuşmasında sık sık bir önceki dönem getirilen makroihtiyati tedbirlerin tutarsız olduğundan, bunlardan kiminin genişletici kiminin sıkılaştırıcı tedbirler olduğundan bahsetti. Öncelikle bu karmaşayı ortadan kaldırmak için sadeleştirme adımları atılması gerektiğini vurguladı.

Erkan önceki döneme ilişkin bu teknik eleştirileri yaparken bir muhabir tarafından kendisine Erdoğan’ın sürekli dillendirdiği ve Türkiye ekonomisinin son yıllarına damga vuran “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” tezine ilişkin düşüncesi soruldu. Fakat Erkan, siyasi konulara girmek istemediğini söyleyerek bu soruya cevap vermedi. Halbuki, bu konu her ne kadar Erdoğan tarafından siyasi bir söyleme dönüştürülse de son derece teknik bir konuydu. Açıkçası ben Erkan’dan bu görüşün hangi koşullarda geçerli olup olmadığını kısaca açıklamasını, gerekirse Neo-Fisherian etkiden bahsetmesini fakat bunun Türkiye ekonomisi için geçerli bir model olmadığını söylemesini beklerdim. Madem ki teknik konulardan bahsediliyordu, Erdoğan güçlü bir şekilde eleştirilmeden bu soru işaretlerine gayet uyumlu ve bilimsel bir şekilde nokta koyulabilirdi. Fakat ‘’Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’’ gibi kazananın her şeyi kazandığı ve kendi bakış açısını tüm bürokratik yapıya dayatabildiği bir sistemde, Merkez Bankasının bağımsızlığından da başkanın işgal ettiği konumu hakkıyla temsil etmesinden de uzunca bir süre bahsedemeyeceğiz gibi duruyor.

* Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi


1 https://oad.org.tr/yayinlar/rapor/turkiyede-basin-ozgurlugu-raporu-%e2%80%a82022/

Atilla Yazar ve diğerleri [GK], B. No: 2016/1635, 5/7/2022; şuradan erişilebilir: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1635

Abbas Yalçın ve diğerleri, B. No: 2014/8146, 29/3/2023; şuradan erişilebilir: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8146

Önceki İçerikPATERNALİST DEVLETTE VERGİ UYGULAMALARI- GÜNCEL ÖRNEKLER
Sonraki İçerikAKP VE SİVİLLİK VEYA ‘’MERKEZE OTURMANIN RİSKİ’’