Son iki yüzyılın önde gelen politik değerleri arasında demokrasi popülaritesi açısından ilk sırada yer alıyor. Tam da bu gerçek, yani demokrasinin günümüzün en popüler siyasî değer veya ideal olması, onun bilerek veya bilmeyerek yanlış yorumlanmasını toplum için tehlikeli hale getirmektedir. Bu yanlış yorumların başında ise demokrasiyi özgürlük idealinden bağımsız olarak anlamak yer almaktadır.

Malum, demokrasi ‘’halk(ın) yönetimi’’, yani temel önemdeki kamusal kararların doğrudan veya dolaylı olarak ‘’halk’’ tarafından alınması demektir. Bu, demokratik rejimlerde siyasî iktidarın kaynağının -şu veya bu ayrıcalıklı kişi, grup, zümre veya sınıf değil- bütün halk, yani yetişkin yurttaşlar topluluğu olduğu anlamına gelir. Böylece, demokrasi iktidarın kaynağını ‘’halk’’ olarak belirten, ama onun nasıl kullanılacağı konusunda sessiz kalan bir siyasî öğretidir.

Şöyle de denebilir: Halktan kaynaklanıyor olması şartıyla, siyasî iktidarın sınır tanımaz ve baskıcı bir şekilde kullanılmasına sırf demokrasi adına itiraz edilemez. Onun içindir ki, sırf halk yönetimi anlamında ‘’demokrasi’’ eksik ve kötüye kullanılmaya açık bir öğreti ve yönetim biçimidir. Yalın demokrasi bize ‘’kim yönetecektir?’’ sorusunun cevabını verir: Halk veya onu temsil edenler yönetmelidir. Böyle bakıldığında, yönetimin halkın isteklerine ve ‘’iradesine’’ uyması sistemin yalın anlamıyla demokrasi olarak nitelenmesi için yeterlidir. Bir bakıma, demokraside yönetime halkın ‘’sesi’’ veya ‘’iradesi’’ hâkim olacaktır, yani halk nasıl istiyorsa öyle yönetilecektir.

Oysa böyle anlaşıldığında demokrasi özgürlük için ciddî bir tehdit oluşturabilir. Çünkü halk (pratikte halkın çoğunluğu) kendi amaçlarını geri kalanların pahasına gerçekleştirmek isteyebilir ki bu da yöneten çoğunluğun dışında kalan birey veya grupların özgürlüklerinin çiğnenmesinin yolunu açar. Sınırsız bir ‘’halk yönetimi’’nin bireylerin özgürlük alanlarına tecavüz etmeyeceğinin bir garantisi yoktur. Eğer yönetimi belirleyen tek şey ‘’halkın iradesi’’ ise, o zaman ‘’halk’’ (veya temsilcileri) isterse mal-mülkünüzü yağmalayabilir, ‘’yanlış’’ inanç ve düşüncelerinizden dolayı sizi hapse atılabilir, hatta sizi ‘halk düşmanı’ veya ‘hain’ olarak yaftalayıp ölümünüzü hazırlayabilir. Bütün bunlar çıplak demokrasiye uygundur. 

Bunu modern devlet bağlamında ve günümüzde ‘’halk’’ kavramının neredeyse kutsallaştırılmış olmasıyla (‘’Halkın sesi Hakkın sesidir’’) birlikte düşündüğümüzde şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır: Devlet kurumu zaten doğası gereği bireysel özgürlükler için bir tehdit teşkil ederken, ‘’halkın yönetimi’’ anlamında demokrasi bunu daha da artırabilir. Daha açık bir şekilde belirtmek gerekirse, demokrasilerde devlet yönetimine halkın hâkim olduğu, devlet ‘’halk iradesi’’nin faa­liyet aracı olarak görüldüğü veya devlet eliyle hareket edenin halkın kendisi olduğu varsayıldığı sürece, yalın demokrasi özgürlük için modern devletin doğasından kaynaklanan tehlikeyi daha da büyütecektir.

Yalın haliyle demokrasiyi (‘’halk iktidarı’’nı) özgürlük temel değeriyle çatışmaya götüren nedenlerden biri, ‘‘halk’’ın irade sahibi tekil bir özne olarak görülmesidir. Oysa irade sahibi, düşünen, karar veren ‘’halk’’ diye tekil bir özne yoktur. Gerçekte halk çoğul bir formasyondur; ‘’halk’’ adına var olan da inançları, düşünceleri, çıkarları, hassasiyetleri farklı farklı olan milyonlarca birey ve gruptur. Kısaca, toplum tek bir sesle konuşmaz. Halk iradesi veya millî irade kavramının olgusal bir karşılığı olmayan, zihinsel bir inşadan ibaret olmasının da nedeni budur.

Halk diye bütünleşik tekil bir özne var olmadığına göre, pratikte ‘’halk’’ dendiğinde kastedilen belli bir dönemde çoğunluğu oluşturan yurttaşlar topluluğu ve onların iktidara getirdiği siyasî ekiptir. Çoğunluğun sözde iradesine dayalı sınırsız yönetimin çoğunluk diktasına dönüşmesinin kavramsal zeminini de işte bu kolektivist halk tasavvuru oluşturmaktadır.

Bu durumda, yalın demokrasiyi eksik -ve tehlikeli- bir öğreti olmaktan ancak başka bir temel siyasî idealin yardımıyla çıkarabiliriz. Bu ideal veya değer özgürlüktür. Özgürlük ve onun türevi olan temel haklar doğru anlamda bir demokrasi için vazgeçilmezdir. Özgürlüğe dayanmayan sahici bir halk yönetimi kurulamaz. Çünkü bir ülkede halk(ın) yönetiminden söz edebilmek için orada en başta ‘’halk’’ı oluşturan yurttaşların özgür olmaları ve yönetimin de onların özgür seçimine dayanması gerekir.  Giovanni Sartori’nin deyişiyle, demokrasi herhangi bir ‘’halk(ın) yönetimi’’ olarak değil de ancak özgür, yani zorbalıktan özgürleşmiş bir halkın yönetimi’’ olarak var olabilir.

Öyleyse, zorbalıktan özgürlük doğru anlamda demokrasinin zorunlu bir şartıdır. Bu şart ise ancak bireylerin hak ve özgürlüklerini ve yargı bağımsızlığı başta olmak üzere hukukun üstünlüğünün gereklerini güvence altına alan anayasal ve kurumsal düzenlemelerle sağlanabilir.

O zaman söyleyelim: Türkiye’de herkesin ama en başta halihazırda siyasî yönetim mevkiini işgal edenlerin demokrasi konusunda acilen öğrenmeleri gereken ilk ders budur.

(Diyalog, 15 Ekim 2023)

Önceki İçerikTARIMDA İNOVASYON VE İKLİM
Sonraki İçerikTaslak İklim Kanununa Liberal Bakış Açısı
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)