Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. CHP’nin sürpriz bir yükseliş yaptığı, AKP’nin birçok şehir ve ilçeyi kaybettiği ve tarihinde ilk kez ülke genelinde ikinci parti konumuna geldiği bu yerel seçimler teferruatlı bir analizi hak ediyor. Fakat şimdi, seçim sonuçlarının sebep ve olası etkilerinden ziyade, Türkiye’deki seçim sürecinin ve sonrasının kendine has birkaç özelliğine değinmek gerekir.

İlk olarak, geçtiğimiz pazar günü seçimlerin barışçıl bir atmosferde tamamlanmasını ve takip eden günlerde yerel yönetimlerin ekseriyetle partizan müdahaleden azade bir şekilde devir teslim edilmesini olumlu karşılıyoruz. Bu durum “özgür seçimler” müessesesinin Türkiye’de hala “iyi-kötü (!)” işlediğini göstermektedir. Seçimlerin özgür olması verilen oyların hilesiz ve sonuca doğrudan etki eder biçimde sayılması ve sonuçların kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Bunu seçim kampanyası ve rekabetin adil olması ile karıştırmamak gerekir. Daha önce sıklıkla belirttiğimiz gibi adil rekabet konusunda sistematik ihlaller neticesinde Türk demokrasisi sınıfta kalmıştır. Bu yerel seçimde de liberal demokrasinin temel gerekliliği olan adil rekabet koşulları muhalefet partileri aleyhine defalarca çiğnenmiştir. Bu konuda şüphe yok.

Son yıllarda, demokrasinin son kalesi olarak kabul edilebilecek “özgür seçimler” ile ilgili arızaların sıklığı artmaktadır. Çarpıcı bir örnek olarak, 2019 yerel seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun öne geçtiği esnada veri akışının durdurulmasını ve ardından AKP’nin YSK üzerindeki nüfuzu ile (yalnızca!) İBB Başkanlığı seçimlerini iptal ettirişini hatırlayabiliriz. Haziran 2019’da tekrarlanan İBB Başkanlığı seçimlerinde AKP daha ağır bir hezimete uğramış ve neticede bu sonucu sineye çekmek durumuna kalmıştı.

Bu anti-demokratik hadise, yakın siyasi tarihimizde bir daha yaşanması pek muhtemel olmayan bir istisna olarak kabul ediliyordu. Nitekim bu seçimlerde AKP’nin özellikle büyükşehirlerde aldığı açık ara mağlubiyet, en azından bu seçim bölgeleri ile ilgili daha önce denediği yoldan yürümenin önünü kapatmış görünüyordu. Ne var ki, Pazar gününden sonra yaşanan bazı gelişmeler seçim sonuçlarının sineye çekileceğine ve özgür seçim müessesesinin ihlal edilmeyeceğine yönelik beklentileri boşa çıkarır cinstendir. Bu sefer AKP, 2019’da yaptığından farklı olarak, daha “nüanslı” bir biçimde özgür seçim” ilkesini ihlal ediyor. Seçim sonrasında siyasi bir kampanya yürütüp halkın tepkisini çekmemek için parti teşkilatı düşük profilli bir tutum sergilerken nüfuzu altındaki partizan görünüme sahip olmayan yargı mercileri (YSK gibi) ve idari birimler (HSK gibi) vasıtasıyla istediği sonuçları almaya yelteniyor.

İl ve ilçe seçim kurulları 1 Nisan’dan itibaren alınan kararlarda aktif araçsal bir rol üstlendi ve şaşırtıcı olmayan bir biçimde Cumhur İttifakı partilerini kayıran kararlar aldı. Örneğin, İstanbul’da CHP’nin kazandığı Gaziosmanpaşa’da oyların yeniden sayılmasına karar verilirken, AKP’nin kazandığı Ümraniye’de CHP’nin yeniden sayım talebi reddedildi. Kocaeli’nin Körfez ilçesinde de CHP’nin itirazı reddedildi. Bir başka örnek, CHP yıllar sonra Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesini kazandı. MHP’li rakibini yüzde 2’ye tekabül eden 324 oy farkla geçen CHP’nin galibiyeti İlçe Seçim Kurulu’nun 3 Nisan’da verdiği kararla iptal etti.

Seçmen iradesine ve özgür seçimlere ket vuran en vahim gelişme ise Van’da yaşandı. Van İl Seçim Kurulu, Van Büyükşehir Belediyesini yüzde 55 oyla kazanan DEM Partili Abdullah Zeydan’ın “seçilme yeterliliğini taşımadığı” gerekçesiyle mazbatayı seçimde ikinci olan AKP’li aday Abdullah Arvas’a verdi. İl Seçim Kurulu’nun bu kararı, özgür seçimlerin bizzat bunu temin etmesi gereken kurum tarafından nasıl ihlal edildiğine dair örnek teşkil ediyor. Bu karar üzerine DEM Parti protesto çağrısında bulundu ve kolluk kuvvetleri protestoculara biber gazıyla müdahale etti. İstanbul’daki protestolarda da 100’den fazla kişi gözaltına alındı. Van valiliği şehirde eylem ve toplantılara 15 gün süreyle yasak getirdi.

Zeydan hakkında daha önce verilen hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulması ile memnu (yasaklı) hakları iade edilmiş, bu nedenle belediye başkanlığı adaylık başvurusu da YSK tarafından kabul edilmişti. Seçimden önceki son iş gününde (29 Mart) idari bir karar ve yazıyla Adalet Bakanlığı’nın Zeydan’ın 2022 yılında aldığı memnu haklarına itiraz etmesi nedeniyle bu anti demokratik kararın önünü açılmış oldu. Belirtmek gerekir ki adaylığı kabul edilen birinin seçildikten sonra seçilme yeterliliğini taşımadığına karar vermek hem demokrasiye hem de hukuka aykırılık teşkil etmiştir. Bu hukuk garabeti karşısında İYİ Parti dahil çoğu siyasi parti karara tepki gösterdi. Birkaç gün süren tartışmaların ardından en nihayetinde Van İl Seçim Kurulu Dem Partisi’nin itirazını kabul etti ve mazbatanın Abdullah Zeydan’a verilmesine karar verdi. Bu karar başta Van olmak üzere birçok şehirde DEM Parti seçmenleri tarafından sevinçle karşılandı. Bu durum, seçmen iradesinin yok sayılmasına yönelik girişimlerin önüne yine seçmenin mücadelesiyle geçilebileceği hissini doğurdu.

Bu yorumun yazıldığı, konunun sulh ile çözüldüğünün sanıldığı bir esnada, beklenmedik bir gelişme oldu: Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında Zeydan’ın memnu haklarının iadesi kararı verilmesi üzerine bir inceleme başlattı. Bu kararın, 1 Nisan’dan beri seçim sonuçlarına dair çelişkili tavırlar sergileyen iktidarın hangi fraksiyonunun hamlesi olduğunu tahmin etmekle beraber şimdilik kestiremiyoruz. Zira o tarihten beri, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’dan da çelişkili tepkiler gelmekte. Bu konuda belirleyici kararın Erdoğan’dan geleceği neredeyse kesin. Seçim sonrasında sessizliğini koruyan Erdoğan’ın 2028’e kadar nasıl bir yol izleyeceğinin işaretlerini muhtemelen önümüzdeki birkaç hafta içinde göreceğiz.

Seçimlerin teminatı görevini üstlenen Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve il ve ilçe seçim kurulları ne yazık ki AKP’nin talep ve çıkarları doğrultusunda kararlar almaya devam etmektedir. Van’da ve diğer bazı seçim bölgelerinde yaşananlar bunu doğrular niteliktedir. Böylece özgür seçimlerin teminatı olması gereken kurumların tarafsızlığına ve güvenilirliğine dair büyük bir şüphe doğmakta ve Türk demokrasisinin geçirdiği bu sancılı süreçte, özgür seçim müessesesinin geleceği belirsiz bir yola girmiş görünmektedir.

Seçmen iradesinin kabul görmesi gereken bu süreç, maalesef adaletsizliklerle ve çifte standartlarla gölgelendi. Seçim sonuçlarının bazı seçim bölgelerinde adil bir şekilde değerlendirilmediği, keyfi ve siyasi müdahalelerle seçmen iradesinin baltalandığı bir sürece şahitlik ediyoruz. Son olarak, yaşananlar göstermiştir ki, Türkiye’de öteden beri norm olan özgür seçimler müessesinde artık, adil rekabet ilkesinde olduğu gibi, önceleri istisnai sayılan ihlallerle ve tarafsızlığı anayasal zorunluluk olan kurumların kararlarıyla gedikler açılmaktadır.

Yazar: Ömer Faruk Şen

Önceki İçerikTÜRKİYE’NİN ÖZGÜRLEŞME ŞANSI
Sonraki İçerik31 MART SEÇİMLERİ NE SÖYLÜYOR?