2015 yılında imzalanan ve bir yıl sonra yürürlüğe giren Paris Anlaşması, Türkiye dahil 191 Birleşmiş Milletler üyesi devletin taraf olduğu bir iklim anlaşmasıdır.

Anlaşma esasen, iklim değişikliğinin azaltılması ve bu değişikliğin finansmanı hakkında küresel bir ortaklık yaratmayı hedeflemiştir. Öncülü sayılabilecek Kyoto Protokolü (1997), gelişmekte olan ülkelerin karbon salınımı konusunda tavizler vermiş olmasına karşın Paris İklim Anlaşması, gelişmekte olan ülkelere ayrıcalık sağlamamış, her ülkeden iklim değişikliğine karşı ajandalar oluşturmasını talep etmiştir.

Anlaşmanın somut hedefleri arasında küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi devrimi öncesi seviyelere getirmek için çaba gösterilmesi; gıda üretimini tehdit etmeyecek şekilde iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama yeteneğinin artırılması ve finans akışlarının düşük sera gazı emisyonlarına yönelik bir hale getirilmesi vardır. 

“Net Zero” veya “Net Sıfır” hedefleri ise ismini en çok Paris Anlaşması ile duyuran, -çoğu ülke için- 2050 yılına kadar bölgesel, ulusal ve uluslararası bağlamda karbon salınımını sıfıra indirmeyi planlayan süreçtir. Küresel karbon salınımının yaklaşık dörtte üçü enerji sektöründen, %18.4’ü tarımsal, %5.2’si sınai faaliyetlerden, %3.2’si ise atık yönetiminden kaynaklanmaktadır (Ritchie et al., 2020). Sıfır yerine “Net” Sıfır ifadesinin kullanılmasının sebebi de budur. Yalnızca enerji sektörüne uygulanacak kısıtlamalar karbon salınımını sıfıra indirgeyemeyeceğinden, diğer sektörlerin de zorlu bir dönüşümden geçmesi gerekecektir.

Net Zero hedeflerinin sonuca varması her ülke için aynı süreyi alamaz. Örneğin, enerji ihtiyacının %97.18’ini yenilenebilir veya nükleer enerjiden sağlayan İsveç, 2050 yılına kadar Net Zero hedeflerine ulaşacağını vaat ederken, 2022 yılı verilerine göre elektrik üretiminde yenilenebilir enerji payı %34 olan Çin, bu hedefe 2060 yılında ulaşmayı planladığını açıklamıştır. Rasyonel olmak gerekirse Dünya’daki toplam karbon salınımının %29.18’inden -yani karbon salınımı sıralamasında Çin’i takip eden ABD, Hindistan, Rusya ve Japonya’nın toplamının daha fazlasından- sorumlu olan Çin, bu hedeflere henüz çok uzak (Electricity Map, 2023) (China Energy Portal, 2021).

Paris Anlaşması, karbon salınımının azaltılması için yenilenebilir veya nükleer enerjiye geçiş, endüstriyel dönüşümler gibi çeşitli çözümleri tavsiye etmektedir. Fakat doğal olarak en çok konuşulan çözüm yöntemi karbon vergisi gibi bireysel veya sınai tüketiciye direkt olarak dokunan aşamalardır.

Yaygın algının aksine Paris Anlaşması, karbon vergisini zorunlu tutmaz veya direkt olarak desteklemez. Anlaşmanın asıl amacı yukarıda da bahsedildiği gibi sürdürülebilir bir biçimde iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaktır. Ancak, anlaşmadan taraf ülkeler için karbon vergisi veya ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) neredeyse bir zorunluluk haline gelmiştir.

Karbon vergisi, kısaca, enerji üretimi yapan veya karbon salınımı yapan endüstriyel şirketlerden, yarattıkları salınım kadar vergi almayı amaçlar.

Emisyon Ticaret Sistemi veya “Cap and Trade” ise sisteme dahil olan endüstriler için bir karbon üst sınırı belirleyerek, ülkenin veya bölgenin yıllık karbon salınımını kontrol etmeyi amaçlar. Karbon salınımı yapan şirketlere sunulan “kirletme hakkı”, takas edilebilirdir.

Örnek olarak, her ikisi de endüstriyel süreçlerinin bir parçası olarak sera gazı yayan iki şirket düşünelim: A Şirketi ve B Şirketi. Hükümet, her iki şirketin toplam salabileceği sera gazı miktarına bir üst sınır koyuyor. A Şirketi, sera gazı emisyonlarını azaltmanın yollarını buluyor ve kendisine tahsis edilen miktardan daha az emisyon salımı yaparak, elinde kullanılmamış emisyon izinleri bırakıyor. Ancak B Şirketi tahsis ettiği miktardan daha fazla sera gazı salıyor ve faaliyetlerine devam edebilmek için ek izinler alması gerekiyor. ETS kapsamında A Şirketi, kullanılmamış emisyon izinlerini, yasal limitler dahilinde faaliyetlerine devam edebilmek için bu izinlere ihtiyaç duyan B Şirketine satabilir veya sektörel ihtiyaçları için bir takas anlaşması yapabilir. Bu izinlerin fiyatının arz ve talebe göre belirlenmesi, serbest bir piyasa yaratır. Aynı zamanda şirketlerin kendilerine ek gelirler yaratmaları için karbon salınımını azaltmalarını teşvik eder.

ETS, işletmelerin emisyonlarını mümkün olduğu kadar uygun maliyetle azaltabilecekleri bir ekonomik ortam yaratır. Bu piyasa temelli yaklaşım, ekonomiye olan genel maliyeti en aza indirirken emisyonların azaltılmasında daha fazla esneklik ve verimlilik sağlar.

Bir diğer yandan karbon vergisi daha müdahaleci bir yaklaşım olarak görülebilir. Çünkü emisyonları azaltmak için piyasaya dayalı bir mekanizma sağlamadan emisyonlara vergi uygular. Karbon vergisi nedeniyle piyasada girişim ortamı zarar görebilir, küçük ve orta ölçekli şirketler zarar edebilir, ve bu sonuçlar doğrultusunda muhtemel bir işsizlikle karşı karşıya kalan bir hükümet bütün süreci yeniden başlatmak zorunda kalabilir. Dolayısıyla karbon vergisi özü ve olası sonuçları kapsamında değerlendirildiğinde illiberal bir uygulamadır.

Devletlerin çoğunlukla ETS yerine karbon vergisine başvurmalarının özünde karbon vergisinin daha kolay uygulanabilmesi ve denetlenmesi yatar. Ancak barizdir ki Net Sıfır hedeflerine varmak hiçbir ülke için kolay olmayacaktır. Salt kolaylık temelinde alınan kararlar özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin önünde ağır bir bariyer yaratacaktır. Henüz karbon vergisi ile ETS arasında tercih yapmamış olan Türkiye’nin optimal tercihi ETS’dir.

Liberal ekonomilerin sağladığı serbestiyetin en büyük koşulu denetlemedir. Özellikle klasik liberal yaklaşım, serbest piyasada rekabet eden hemen her kurumun sıkıca denetlenmesini önceler. Denetlenebilirlik ve şeffaflık, ETS üzerinde ülkelerin en büyük soru işaretini ortadan kaldıracaktır: ETS kötüye kullanılabilir mi?

Yasaklar ve önlemler ne derse desin, piyasa, her zaman kendi yolunu ve dengesini bulacaktır. Karbon vergisinin dahi uygulanabilirliği üzerine oluşan tartışmalar bize gösteriyor ki piyasayı kısıtlamak hiçbir zaman istenen sonucu vermeyecektir. Örneğin Euronews’ta yayınlanan Haziran 2022 tarihli habere göre bir suç örgütü, Avrupa Birliği gümrüklerinde uygulanan karbon vergisinden kaçınmak için, 110 tona yakın sera gazını Çin’den İspanya’ya getirmiş ve herhangi bir bilgilendirmede bulunmadan 11 milyon Euro’luk vergi kaçırmıştır. Bu örnek ne bir ilk ne de bir sondur. Vergiler ve devlet eliyle sağlanan fiyatlandırma ve ceza politikaları var oldukça piyasa bunların etkisini minimuma indirmenin yolunu bulacaktır.

Özet olarak, artık yalnızca gelişmiş olan ülkelerden ziyade tüm dünyanın dikkatini çeken iklim krizi ve küresel ısınma, devletlerin tekil olarak kaçınamayacakları varsayılan bir sorun haline gelmiştir. Paris Anlaşması, özünde, insanların karnı doyduktan sonra durum ne olursa olsun dekarbonizasyonu hedeflemekte ve küresel bir mücadeleyi temsil etmektedir. Bu mücadelede genel ekonomik politikalarında da müdahaleci yaklaşımda bulunan Avrupa devletleri, belki de yalnızca kendi ülkelerinin pozisyonlarını temel alarak kesin sınırlar çizebilmişlerdir. Ancak dünya nüfusunun önemli bir kısmı gelişmekte olan ülkelerde yaşamakta ve bu nüfusu istihdam eden şirketler, AB ülkelerinde veya diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi karbon vergisiyle kolaylıkla başa çıkamamaktadır.

ETS, karbon vergisinin etkisiz kalacağı ülkelerde bir nefes kaynağıdır. Sistem AB’nin çeşitli sanayilerinde, ABD ve Kanada’da çeşitli bölgelerde yürürlüktedir. Bu bölgelerde kendini kanıtlayan bu sistemi hangi sebeple olursa olsun karbon vergisine tercih etmeyen her ülke eninde sonunda pişman olacakları bir tabloyla karşılaşmaya hazır olmalıdır.

Yazar: Ekim Atay


Kaynakça

China Energy Portal. (2021, January 20). 2019 detailed electricity statistics (update of Jan 2021). https://chinaenergyportal.org/en/2019-detailed-electricity-statistics-update-of-jan-2021/

ElectricityMap. (2023). Electricity map: SE zone. ElectricityMap. https://app.electricitymaps.com/zone/SE

Ritchie H., Roser M. & Rosado P. (2020). CO₂ and greenhouse gas emissions. Our World in Data. https://ourworldindata.org/co2-and-greenhouse-gas-emissions

Önceki İçerikDevlet Kirlilik Kontrolünde Neden Başarısız Olur?
Sonraki İçerik2000’li Yıllarda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bağımsızlığının Evrimi