Giriş

Devlet aygıtı ortaya çıktığından beri “vergi” ödenmesi söz konusu olmuştur. Zaman içinde vatandaşlık kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte vergi ödemeye vatandaşın kesinlikle yerine getirmesi gereken bir ödev olarak bakılmıştır. Günümüzde ise artık vergi ödemek kanıksanmış bir durum haline gelmiş ve özellikle milliyetçiliğin ve devlete bağlılığın günden güne yükselmesiyle verginin ahlakiliğinin sorgulanmasından kaçınılmıştır.

Biz de sorgulamaları tekrar gün yüzüne çıkarmak amacıyla çalışmamızda ilk olarak vergi ödemenin gerekliliğini ve ahlaki olduğunu savunan felsefi görüşleri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendireceğiz. Sonrasında ise verginin ahlak dışı olduğu ve ödenmemesi gerektiğini savunan görüşleri inceleyeceğiz.

Savunucu Görüşler

Aydınlanma etkisinde gelişmiş ahlak felsefesi akımlarına göre bir davranışın ahlaki olup olmadığını sorgulayabilmenin önkoşulu söz konusu davranışın bireyin kendi tercihi ile yapılıyor olmasıdır. Bir başka deyişle eğer bir fiil bireyin tercihinden bağımsız olarak zorunlu bir şekilde gerçekleştiriliyorsa, bu fiilin ahlakiliği üzerine tartışılamaz. Birtakım yazarlara göre bu prensipten yola çıkılırsa verginin ahlakiliğini tartışmak da vatandaşın vergisini ödemesi dışında başka bir tercihi olmaması sebebiyle mümkün değildir. Fakat çoğu zaman bireyin vergi ödemekten kaçınmak için imkânları olması hatta birçok kişinin vergi kaçırmasına rağmen yakalanamaması sebebiyle bu konuda bir tercihin söz konusu olduğu, dolayısıyla vergi ödemenin ahlakiliğinin tartışılabilmesi mümkündür.

Verginin ahlakiliğini gerekçelendirmek yönünde öne sürülen ilk görüş “Toplum Sözleşmesi Argümanı”dır. Buna göre bireyler geçmiş bir dönemde toplum sözleşmesi yapmaları sonucunda vergi ödemelerine rıza göstermişlerdir. Fakat her şeyden önce söz konusu görüş; toplum sözleşmesinin yapıldığına dair hiçbir kanıt olmadığı, toplum sözleşmesinin yalnızca kurgusal bir şey olduğunu göz ardı ettiğinden temelleri sakat bir şekilde kurulmuştur. Ayrıca Lysander Spooner’ın da yerinde olarak belirtmiş olduğu gibi hukukun temel ilkelerinden biri hiç kimsenin rıza göstermediği bir sözleşmeye taraf yapılamayacağıdır. Dolayısıyla atalarımız tarafından yapılmış olan sözleşmeye bizim rızamız olmadan taraf olmamız mümkün değildir. Buna karşılık birtakım yazarlar bireylerin seçimlere katılıyor olmalarının toplumsal sözleşmeye taraf olmaya yönelik bir rıza olarak yorumlanabileceğini savunmaktadırlar. Fakat

bu görüşün de vatandaşların oy tercihlerinin altında yatan sebepler sorgulandığında savunulması güçleşecektir. Çünkü oy kullanırken çoğu zaman belli bir adayın iktidara gelmesini istediğimiz için değil, başka bir adayın iktidara gelmesini istemediğimiz için oy kullanmaktayız. Bu şekilde kullanılan bir oyun ise toplum sözleşmesi gibi kapsamlı bir belgeye taraf olma sonucunu yaratacağı düşünülemez. Ayrıca lehine oy kullandığımız adayın seçilmemesi durumunda da çıkarlarımıza uymadığından sözleşmeye taraf olma irademizin varlığı sorgulanabilecektir. (McGee 58)

İkinci bir görüş ise vergilendirme olmadığı takdirde devletin var olamayacağını bu nedenle her şart ve durumda vergilendirmenin gerekli olduğunu savunmaktadır. Bu görüş ise devletin varlığının istenilesi olduğu varsayımına dayanarak mantıki çerçevenin dışına çıkmış bulunmaktadır. Ayrıca devletin tüm gelirlerinin vergilerden oluşmadığı da hesaba katılmamıştır. Çünkü devletin vergiler dışında gönüllü katkılar, verdiği hizmetler sonucu aldığı ücretler gibi farklı gelir kaynakları da mevcuttur. (McGee 52)

Vergilendirmenin ahlaki olduğu yolunda öne sürülen bir diğer görüş ise verginin medeni bir hayat sürmek için ödenen bir bedel olduğunu belirtmektedir. Söz konusu görüşe göre devlet, özgürlüklerimizin koruyucusudur. Eğer mülk edinebiliyorsak, bu mülkü miras bırakabiliyorsak bunların hepsi devlet sayesinde mümkündür. Bu görüş, yalnızca özgürlükleri koruyan minimal devlet için makul bir argüman olsa da devletler sıklıkla bahsedilen özgürlükleri korumak dışındaki faaliyetlerde de bulunurlar. Frederic Bastiat’ya göre ise bireyin özgürlüğünü korumak için gerekenden daha fazla vergi alınması ve esasen benim olanın bu yolla başkasına verilmesi ise yasal yağma teşkil eder. (McGee 50)

Bir diğer görüşe göre ise kanuna kanun olduğu için saygı duyulmalı ve emirleri her şart ve durumda yerine getirilmelidir. Fakat bu görüş adaletsiz kanunların varlığını yok saymakta ve Nazi Almanya’sı dönemindeki kanunlara bile itaat edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu görüşün devam argümanı ise adaletsiz olduğunu düşündüğümüz bir yönetim ve kanun söz konusuysa o ülkeden ayrılabileceğimiz, dolayısıyla eğer o devletin otoritesi altında yaşamaya devam ediyorsak vergilendirmeye de rıza göstermiş olduğumuzu belirtmektedir. Fakat hiçbir hükümet sistemi mükemmel değildir, nereye gidersek gidelim benzer kusurlarla ve adaletsizliklerle karşılaşacağızdır. Dolayısıyla bir ülkede kalmayı tercih etmemizin o ülkedeki her kurala rıza gösterdiğimiz anlamına geldiğini savunmak doğru değildir. Ayrıca bir ülkeyi terk etmek birtakım ekonomik veya siyasi sebeplerle mümkün olmayabilir. Örneğin günümüzde Kuzey Kore’yi terk etmek mümkün değildir. (McGee 58)

Bir diğer argüman ise “ödeme gücü” argümanıdır. Buna göre eğer bir kişinin daha fazla malı söz konusuysa aynı zamanda devlete daha fazla vergi ödemeli ve paranın zenginden fakire aktarımı yoluyla sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunmalıdır. Bu görüş ise bireyi bir amaç olarak görmeyip devlete hizmet eden bir araç olarak gördüğü için sakıncalıdır. Sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunma konusunda ise Walter Williams’a göre sosyal adalet herkesin kendi kazandığını elinde tutmasıdır. Aksini savunan biri ise başkasının kendisinin sahip olması gerektiğinin ne kadarına ve hangi sebeple sahip olduğunu açıklamak yükümü altındadır.

Diğer bir görüş ise devletin verdiği hizmetlerden faydalanan birinin vergi ödemesi gerektiğini savunmaktadır. Fakat çoğu zaman devlet önceden talep edilmeyen bir hizmeti sunmakta ve ödeme yapılmasını talep etmektedir. Bir bisiklet satıcısının talep etmediğimiz halde evimize bir bisiklet yollaması ve bizden ödeme yapmamızı talep etmesi mantık dışı gelirken, aynı davranışta bulunan devlet olduğunda ödeme yapmamız düşünülemez. Ayrıca çoğu zaman hizmetler faydalanılan kısım, vergi olarak ödenen kısımdan daha az olmakla söz konusu hizmet piyasadan çok daha ucuza temin edilebilmektedir. (McGee 63)

Vergi ödemenin ahlaki olduğunu savunan son görüş ise bir kişi ödemesi gereken vergiyi ödemediği takdirde bu vergi yükü bir başka kişinin omuzlarında kalacağından herkesin payına düşeni ödemek zorunda olduğunu belirtmektedir. Fakat kimin devletin verdiği hizmetlerden ne kadar faydalandığının hesaplanmasında güçlükler söz konusudur. Ayrıca devletlerin uygulamalarına bakıldığında ne kadar fazla vergi toplanırsa o kadar fazla harcama yapılmaktadır. Dolayısıyla bizim payımıza düşeni ödemememiz başkasından daha fazla vergi alınacağı anlamına gelmemektedir.

Karşıt Görüşler

Vergi ödemenin ahlaki olmadığını iddia eden ilk görüş ise Robert Nozick tarafından geliştirilen vergilendirmenin hırsızlık/kölelik olduğu görüşüdür. Nozick; Anarşi, Devlet ve Ütopya eserinde kendi bedeninin sahibi olan bireylerin, bedenlerini kullanarak üretimde bulunduklarını belirtir. Devlet ise vergi adı altında bu üretimin bir kısmını zorla almaktadır. Dolayısıyla bir birey devletin aldığı kısım için ne kadar çalıştıysa devlet lehine köle olarak çalışmış duruma düşmüş olacaktır. (McGee 54) Bir kişi başka bir kişinin ürettiği malı zorla aldığında bunu herkes hırsızlık olarak kabul ederken, devlet aldığında adına vergi denmektedir. Hâlbuki aradaki tek fark malı kimin aldığı konusundadır.

Aynı yöndeki bir diğer görüş ise bir adım daha ileri gitmekte ve bazı durumlarda vergi ödemenin kendisinin ahlak dışı bir fiil olabileceğini savunmaktadır. Bu görüşe göre vergi ödediğimiz devlet haksız bir savaşa dâhil olduğunda vergi ödemek söz konusu savaşın devamı konusunda bir kaynak teşkil ettiğinden vergi ödemek ahlak dışı hale gelecektir. Aynı şey şeytani iktidarlar denilen Nazi Almanya’sı gibi hükümetler döneminde vergi ödemek için de geçerlidir.

Sonuç

Her ne kadar günümüzde bir vatandaşın vergi ödemesi kanıksanmış bir davranış, bir ödev olarak görülse de söz konusu fiilin ahlakiliği şüphelidir. Bu nedenle özellikle 20. yüzyılın başından itibaren vergilendirmenin ahlaki olduğuna veya olmadığına dair birçok felsefi fikir üretilmiştir. Çalışmamız neticesinde ise vergilendirmenin ahlaki olduğunu savunan görüşlerin pek çoğunun eleştirilmesi gereken yanları olduğu sonucuna vardık. Eleştirilmesi gereken bu yanların devlet aygıtının görevlerinin neler olduğundan ve hatta belki de gerekliliğinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla yıllar içinde devlete dair anlayışın değişmesiyle beraber vergilendirmenin ahlakiliğine olan bakış açısı da değişecektir. Fakat o güne kadar vergilendirmeye şüpheyle yaklaşılmasının ve toplumlarda vergi bilincinin artırılarak vatandaşlar tarafından sıkı denetime tabi tutulması gerektiği kanaatindeyiz.

Yazar: Ahmed Durak


Kaynakça

Bastiat, F.: 1968, The Law (Foundation for Economic Education, Irvington-on-Hudson, NY).

McGee, Robert W.: 2012, The Ethics of Tax Evasion (Springer Science+Business Media)

Nozick, Robert: 1974, Anarchy, State and Utopia (Basic Books, New York).

Spooner, Lysander: 1870, No Treason: The Constitution of No Authority (Self- Published, Boston).

Williams, Walter: 1987, All It Takes Is Guts: A Minority View (Regnery Books, Washington, DC).

Önceki İçerikPiyasalar İklim Değişikliğine Nasıl Uyum Sağlıyor?
Sonraki İçerikİklim Değişikliği ile Mücadelede Korumacılığa Karşı Dikkatli Olun