Yargıçların hukuk “yapıcıları” yerine hukuk “keşfedicileri” olarak tutumları, özgürlüğün korunmasına yardımcı olan hukuk yapımında belli bir alçakgönüllülüğe işaret etmektedir.

1967 yılında trajik bir şekilde erkenden ölmeseydi bu yıl Bruno Leoni’nin 101. Doğum günü olacaktı. Savaş sonrası dönemde Avrupa’nın önde gelen klasik liberal düşünürlerinden biri olan Leoni, İtalyan avukat ve akademisyendi. Hayek, Buchanan ve Alchian gibi dönemin önde gelen klasik liberallerinin de arkadaşı olan Leoni, hukuk ve ekonomi düşüncesinin öncülerinden olmakla kalmamış, aynı zamanda kamu tercihi teorisini erkenden benimseyenlerden biri olmuştur.

Leoni’yi ilk kez, hukuk fakültesine gitmeden önce İnsani Çalışmalar Enstitüsü’nde staj yaparken Walter Grinder bana Özgürlük ve Hukuk’un bir kopyasını ve yayınlanmamış makalelerin kopyalarıyla (daha çok kopyaların kopyalarının kopyalarıyla) dolu bir Redweld cildi verdiğinde okudum. Bu yayınlanmamış makaleler daha sonra Özgürlük ve Hukuk’un yıllar sonra yayınlanan Liberty Fund baskısında yer alacaktı. Leoni’nin hukuk ve özgürlük arasındaki ilişkiye dair ilham verici vizyonunu okuduktan sonra, hukuk fakültesinde modern hukukun realizm ve pozitivizmin ikiz sütunları tarafından tanımlandığını keşfettiğimde büyük bir şok yaşadım (bunun belki de en iyi örneği Erie Railroad’a düşünmeden tapınılmasıdır).

Gerçekten de kısa bir süre sonra Leoni’nin hukuka bakışının günümüzden biraz farklı olduğunu öğrendim. Leoni’nin hukuk vizyonunu anlamak, o zamanlarda bile hukukun gittiği yön konusunda neden bu kadar endişeli olduğu ve hukuk ile anayasal hükümetin mevcut durumu karşısında neden şaşırmadığı ama dehşete düştüğünü anlamak için gereklidir.

Leoni’nin hukukla süregelen ilişkisini incelemek için bugün metnime Leoni’nin Özgürlük ve Hukuk’un girişinde söylediği kışkırtıcı bir ifadeyi almak istiyorum:

“Benim içten tavsiyem, bireysel özgürlüğe değer verenlerin, bireyin hukuk sistemi içindeki yerini bir bütün olarak yeniden değerlendirmeleridir. Artık mesele şu ya da bu özgürlüğü savunmak olmadığı gibi (ticaret yapmak, konuşmak, diğer insanlarla ilişki kurmak vb.), ‘kötü’ bir yasanın yerine hangi özel ‘iyi’ yasayı benimsememiz gerektiğine karar vermek de değildir.”

Şöyle devam ediyor: “Burada söz konusu olan; bireysel özgürlüğün, merkezinde yasamanın yer aldığı ve neredeyse tamamen yasamayla özdeşleşmiş olan mevcut sistemle ilkesel olarak bağdaşıp bağdaşmayacağına karar vermektir. Bu radikal bir görüş gibi görünebilir; öyle olduğunu inkâr etmiyorum fakat bazen radikal görüşler, sorunları çözmekten ziyade gizlemeye yarayan senkretistik teorilerden daha verimli olabilir.”

Leoni’nin radikal meydan okumasını ele alarak şunu sormak istiyorum: Bireysel özgürlük, prensip olarak yasama merkezli bir sistemle bağdaşır mı ve tartışılacağı üzere, daha da ötesinde, yürütme merkezli bir sistemle (“kural koyma” mevcut yürütme organından çıkan emirleri ve benzerlerini tanımlamak için uygun bir terim değildir) bağdaşır mı?

Hukuk ve Yasama

Leoni’nin argümanının özü, yasama organları tarafından hukuk yapımı ile genel olarak “yargı kararları, anlaşmazlıkların özel hakemler tarafından çözülmesi, antlaşmalar, teamüller ve benzer türden düzenlemeler” olarak tanımladığı, Common Law benzeri bir süreç yoluyla hukuk yapımı arasındaki karşıtlıktır. Şimdi, Leoni’yi okumamış olanlar için – ki sanıyorum ki bu çoğu kişi için geçerli olacaktır – Leoni’nin yaklaşımı hakkında bir fikir vermesi açısından, Leoni’yi Hayek’in “Hukuk, Yasama ve Özgürlük (Law, Legislation and Liberty)” (“LLL”) kitabının ilk cildindeki kendiliğinden düzen süreci olarak Common Law argümanına çok benzer bir şekilde düşünmenizi tavsiye ederim (örneğin, Common Law sürecini hukuki pozitivizm merceğinden görerek yargıçları işlevsel olarak yasa koyuculara eşdeğer gören diğer felsefelerden farklı olarak). Aslında Leoni ve Hayek arasında bir analoji ya da benzerlikten daha fazlası vardır: Daha sonra LLL’nin kalbi haline gelen Common Law’u Hayek ile tanıştıranın Leoni olduğu görülmektedir. Tabi ki bunu yaparken Leoni, Hayek’i modern realist-pozitivist görüşünkinden ziyade kendisinin Common Law yorumu ile tanıştırmıştır. Gerçekten de LLL’de Common Law’a odaklanmanın yeniliği dikkat çekicidir: O zamana kadar ikisi de formalist Rechstaat kavramına odaklanan “Köleliğe Giden Yol (The Road to Serfdom)” veya “Özgürlüğün Anayasası (The Constitution of Liberty)”nda Common Law’dan çok az bahsedilmiştir. “LLL”de ise Common Law, daha önce neredeyse hiç bahsedilmeden ve Leoni’nin versiyonuna belirgin bir benzerlikle tam anlamıyla ortaya çıkar.

“Özgürlüğün Anayasası” ile “Hukuk, Yasama ve Özgürlük” arasındaki dönemde ne oldu? Tüm belirtilerden anlaşıldığı kadarıyla, entelektüel değişim tek ve belirlenebilir bir etkiden kaynaklanmıştır: Hayek’in, Leoni ile tanışması ve Leoni’nin onu Common Law’un önemine yönlendirmesi. “Özgürlük ve Hukuk” adlı eserinde Leoni, hukuk anlayışını Roma hukuk sisteminde yer alan hukuk danışmanlarının (Jurisconsult) yorumuna dayandırır ve bunların hukuk yapma süreci ile Hayek’in “LLL”de bahsettiği Common Law yargıçlarınınkini karşılaştırır. Aslında Leoni, Roma hukuku ile İngiliz Common Law’unu analitik bir mesele olarak birbirinin yerine kullanmaktadır; öyle ki Leoni’nin Roma hukukçuları tarafından geliştirilen Roma hukukunu tanımlarken kullandığı yapı, Hayek’in İngiliz Common Law’u kapsamında bahsettiği Common Law süreci ile esasen aynıdır.

Peki, Leoni’ye göre Roma hukukçuları ve Common Law yargıçlarının altında yatan hukukun doğası nedir? Leoni esasen hukuku, bireyler arasındaki münferit ihtilafların çözümünden ve hukukun ne olması gerektiğini belirlemek için farklı yargıçlar arasında devam eden bir görüşmeden hukukun ortaya çıkma şekline odaklanan, kendiliğinden bir düzen olarak tanımlamaktadır. Leoni’nin yazdığı gibi, “Bu, tüm sürecin, bir dizi belirli durumda halkın iradesinin ne olduğunu keşfetmek için yargıçlar ve yargılananlar arasında bir tür geniş, sürekli ve esas olarak kendiliğinden işbirliği olarak tanımlanabileceği anlamına gelir. Bu işbirliği birçok açıdan serbest bir piyasadaki tüm katılımcılar arasında var olan işbirliğiyle karşılaştırılabilir.”

Leoni’ye göre, Roma hukukunun (ve daha sonra İngiliz Common Law’unun) önemi ve bireysel özgürlükle eşsiz uyumu, yasama sürecinde eksik olan Common Law’un ayırt edici özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Modelinin merkezinde, “bireysel talep olarak hukuk” olarak adlandırdığı şeyin önemi yer almaktadır. Bununla ne demek istiyor ve bu neden önemli?

Common Law Özgürlüğü

Leoni’ye göre “bireysel talep olarak hukuk” fikri, iki kişi arasında ortaya çıkan bir anlaşmazlığı çözmek için bir hâkime başvurarak hukuktan yardım istemediğiniz sürece hukukun sizi yalnız bırakması anlamına gelmektedir. Daha da önemlisi, söz konusu karar teknik olarak sadece bu iki tarafa uygulanabilir (ancak içtihadın[1] gücü sayesinde diğer taraflar tarafından da kendi durumlarına uygulanabilir olduğu ileri sürülebilir).

Leoni’ye göre hâkimler veya avukatlar ya da benzer konumdaki diğer kişiler, sadece ilgili kişiler tarafından talep edildiği takdirde müdahale etmelidirler. Ayrıca hâkimlerin kararları esas olarak uyuşmazlığın tarafları açısından etkili olmalı, yalnızca bazı durumlarda üçüncü kişiler açısından etki doğurmalı ve ilgili taraflarla hiçbir bağlantısı olmayan kişiler açısından hemen hemen hiçbir zaman herhangi bir etkisi olmamalıdır.

Buna göre esas olarak işinizle ilgilenebilirsiniz ve eğer her şey yolunda giderse sorun yok, devleti aramanıza hiç gerek yok. Leoni’ye göre bunun anlamı, “kararların yazarlarının diğer vatandaşlar üzerinde, bu vatandaşların belirli bir davada karar verilmesini talep ederek kendilerine vermeye hazır oldukları gücün ötesinde bir güce sahip olmadıklarıdır.”

Peki ya içtihat, bir uyuşmazlığın çözümünün aslında üçüncü tarafları etkilediği ve bağladığı anlamına gelmiyor mu? Leoni’ye göre hayır, gelmiyor. Geleneksel Common Law’un doğasında – ki bu daha sonra ekonomist Robert Staff ve Louis De Alessi tarafından geliştirilen bir fikirdir – özel tarafların Common Law kuralları etrafında sözleşme yapabilme kabiliyeti bulunmaktadır. Dolayısıyla Common Law kurallarının tüm amacı, tarafların işlerini düzenlemelerine yardımcı olmak için orada bulunmaktır, ancak kuralların bu amaç açısından yararlı olmadığı durumlarda, taraflar onları görmezden gelme ve kendi kurallarını yaratma özgürlüğüne sahiplerdir. Bu da Leoni’nin Common Law’un piyasaya benzer şekilde “kendiliğinden düzen” olduğu fikrinin özüdür. Bireylerin bireysel taleplerde bulunması, yargıçların bu talepleri çözüme kavuşturması ve bireysel talepleri daha iyi karşılamak için hukuku iyileştirmesi ve bunun insanların karar verme sürecine bir girdi olarak geri dönmesi ve farklı yargıçlar arasında devam eden etkileşim aracılığıyla bir tür ileri geri gidiş söz konusudur. Bireysel taleplerini haklı çıkarmaya çalışan özel, koordine edilmemiş davacıların bu girişiminden bütün bir hukuk sistemi ortaya çıkar. Common Law’da yargıçlar kilit rol oynamaktadır; Leoni’ye göre Roma hukukunda ise bu işlevi hukuk danışmanları (Jurisconsult) yerine getirmekteydi.

Buna karşılık mevzuat, kişilerin hoşuna gitsin ya da gitmesin herkese uygulanır ve emirleri; mantıklı veya ikna edici olmasına ya da bağlı olanların ihtiyaçlarına uygun olup olmamasına bakılmaksızın bağlayıcıdır. Örneğin, siz ve ben sizin dükkânımda çalışmanız için bir sözleşme yapabilir, her birimizi mutlu edecek ve karşılıklı fayda sağlayacak şekilde şartları (ücretler, sosyal haklar, çalışma saatleri) ve diğer her şeyi belirleyebiliriz. Fakat yasa koyucunun belirli bir dolar tutarının altında bir ücretle çalışmanızı yasaklayan bir yasa çıkarması durumu değiştirecektir. Asgari ücretin tanımı, ikimiz de sözleşmenin karşılıklı olarak avantajlı olacağına inansak bile sizinle sözleşme yapmama izin verilmemesidir. Dolayısıyla bu örnekte mevzuat; özel düzenleme ve karşılıklı avantajlı mübadelenin önünde bir engel teşkil etmektedir. Yasalar mübadelemizi kolaylaştırmak ve arzu ettiğimiz amaçların peşinden gitmemize izin vermek yerine, koordinasyonsuzluğun aracı ve planlarımızı gerçekleştirmemizin önünde bir engel haline gelmektedir. Leoni (kamu tercihi teorisini erken benimseyenlerden biri olarak) bunun yasama sürecinde rant arayışı için belirli teşvikler yarattığını gözlemler:

“Bu şekilde yasama çok tuhaf bir gelişme göstermiştir. Yasama, mecliste kazanan çoğunlukların azınlıklara dayattığı bir tür diktaya giderek daha fazla benzemeye başlamış, çoğu zaman da uzun süredir yerleşmiş bireysel beklentileri altüst ederek benzeri görülmemiş beklentiler yaratmıştır. Yenilgiye uğrayan azınlıklarsa sadece er ya da geç kazanan çoğunluk olmayı ve bugün çoğunluğa mensup olanlara aynı şekilde davranmayı umdukları için yenilgilerine alışmaktadırlar.”

Leoni’nin (Hayek’i önceleyerek) hukukun yapılacak bir şey değil, keşfedilecek bir şey olduğunu gözlemlemesine yol açan şey, Roma hukuku ve İngiliz Common Law’unun, bireylerin haklarını savunmak için gösterdikleri çabanın bir yan ürünü olarak ortaya çıktığı düşüncesidir: “Hem Romalılar hem de İngilizler hukukun kanunlaştırılacak bir şey olmaktan çok keşfedilecek bir şey olduğu ve toplumda hiç kimsenin kendi iradesini ülkenin hukukuyla özdeşleştirecek kadar güçlü olmadığı fikrini paylaşıyorlardır.” (bir yasama organının ve görünüşe bakılırsa şu anda kaleminin bir darbesiyle kanun yapma ya da yapmama yetkisine sahip olduğunu iddia eden başkanın aksine)

Hukuku Keşfetmek

Peki Leoni Romalı hukukçuların hukuku “yapmak” yerine “keşfettikleri” fikriyle ne demek istemektedir? 83. Sayfada bunu şöyle demektedir:

“Romalı hukukçu bir tür bilim insanıydı: Araştırmasının nesneleri, tıpkı bugün sanayicilerin fabrikaları ya da üretimleriyle ilgili teknik bir sorunu bir fizikçiye ya da mühendise sunmaları gibi, yurttaşların incelenmek üzere kendisine sundukları vakaların çözümleriydi. Dolayısıyla Roma özel hukuku tanımlanacak veya keşfedilecek bir şeydi, kanunlaştırılacak bir şey değil – orada olan ve tüm Roma vatandaşlarının ortak mirasının bir parçasını oluşturan şeyler dünyası. Hiç kimse bu yasayı yürürlüğe koyamaz, kişisel iradeyi kullanarak onu değiştiremezdi. Bu, değişimin yokluğu anlamına gelmiyordu ama kesinlikle hiç kimsenin gece yatarken planlarını yaptığı mevcut kuralın ertesi sabah kalktığında yasal bir yenilikle altüst edildiğini görmediği anlamına geliyordu.”

Yargıçların hukuk “yapıcıları” olmaktan ziyade hukuk “keşfedicileri” olarak bu tutumları, onları hukuk yaratan yasa koyuculardan ayıran ve özgürlüğün korunmasına yardımcı olan hukuk yapımında belli bir alçakgönüllülüğe işaret etmektedir.

Leoni’nin yasamaya dayalı bir sistemin uzun vadede özgür bir toplumun sürdürülmesiyle temelde uyumsuz olduğuna inanmasının en önemli nedeni de budur. Bu kısmen yasamanın rant peşinde koşanlara ve siyasi süreçte rıza göstermeyen kaybedenleri ezmek veya yağmalamak isteyen diğer taraflara sağladığı doğal cazibedir. Ancak kısmen de yasama sürecinin doğasında var olan istikrarsızlık ve doğru anlaşıldığında Common Law sürecinin görece öngörülebilirliği ile ilgilidir ve bu belki de Leoni’nin içtihada yaptığı en büyük katkıdır.

Leoni, serbest piyasanın etkin bir şekilde işleyebilmesi için bireylerin plan yapabilecekleri ve planlarının hayata geçirileceğinden emin olabilecekleri istikrarlı bir yasal çerçeveye sahip olmaları gerektiği gibi dikkat çekici olmayan bir gözlemde bulunmaktadır. Dahası, bireylerin baskıdan kurtulabilmesi için hükümetin kurallarını önceden ilan etmesi gerekir ki bireyler kendilerine tanınan özgürlük alanının ne olduğunu bilebilsinler (bu genellikle “hukukun üstünlüğü” olarak adlandırılır). Pek çok modern düşünür için öngörülebilirlik ve kesinliğe verilen bu öncelik, onları daha büyük bir mevzuatı savunmaya -kuralları kesin ayrıntılarıyla ortaya koymaya- yöneltmiştir.

Ancak Leoni’nin modern uzlaşıdan ayrıldığı nokta, daha öngörülebilir, kesin ve özgürlük ile hukukun üstünlüğüne elverişli olanın yasama değil Common Law olduğunu savunmasıdır. Daha da şaşırtıcı olanı, Common Law’un üstünlüğünün yazılı olmayan doğasından ve yargıçların “keşif” sürecinden kaynaklandığını savunmasıdır. Bu nasıl mümkün olabilir?

Leoni’nin, daha sonra da Hayek’in, yazılı olmayan özelliklerine rağmen Common Law’un neden daha kesin ve öngörülebilir olduğunu düşündüklerini anlamak, sözlü bir emirler sistemi olan yasamanın aksine Common Law’un kavramsal bir sistem olduğunu kabul etmekten geçer. Bunun anlamı nedir? Hem Leoni hem de Hayek için keşfedilmesi gereken temel “hukuk”, özel davacılar, hâkimler ve vatandaşlar arasındaki bu kendiliğinden işbirliğinden ortaya çıkan ve belirli bir ortak hukuk ve adalet duygusuna yol açan ortak kavramlar hissidir. Hukuku oluşturan, doğru ve yanlışa ilişkin ortak beklentilerin temelinde yatan maddi kavramların yanı sıra sözleşmede bedel, haksız fiillerde görev ve nedensellik ve mülkiyette devir kuralları gibi hukuki kavramları yaratan Common Law’un “yapay mantığıdır”. Bu temel normlar kademeli olarak ve çoğu zaman fark edilmeden sürekli değişirken, zaman içinde nispeten sabittirler ve beklentiler zaman içinde değişse bile bireysel beklentilerle uyumlu kademeli ve öngörülebilir bir şekilde değişirler.

Dolayısıyla Common Law, yargı kararlarının ifade edilmesinin (ve bunun bir yan ürünü olarak kurallar koymanın) altta yatan kavramları ifade etmeye yönelik sözlü girişimler olduğu kavramsal bir sistemdir. Fakat hukuk, yargıçların belirli davalardaki dilsel formülasyonları değil, Common Law’un kavramsal sistemidir. Ayrıca Leoni’ye göre, her ne kadar kesin sözel formülasyonlardan yoksun olsa da, Common Law daha öngörülebilirdir. Dahası bu hukuk; yargıçların, yasama organlarının ya da başka herhangi birinin yaratıcılığının dışında var olduğu için, yasamanın doğasında bulunan çarpıtıcı rant arayışı ve diğer çarpıklıklardan büyük ölçüde yalıtılmıştır.

Hukuku bu şekilde tanımlayan Leoni’nin görüşleri, hukuki pozitivizmin etkisi altında kalarak yargıçlar tarafından yapılan kesin sözlü ifadelerin hukuk olduğunu düşünmeye başlayan modern düşünürlerden farklıdır. Bunu neden yapıyorlar? Çünkü yasamadan ödünç aldıkları şu kusurlu Benthamcı düşünceye sahipler: “Tüm yasa koyucular yasa yapar ve yargıçlar da davalara karar verirken yasa yaparlar.” Dolayısıyla, yargı görüşleri tüzükler gibi okunmalıdır; sözlü ifadeler, bu sözlü ifadelerin ifade etmeye çalıştığı ifade edilmemiş konseptlerden daha önemlidir.

Bununla birlikte Leoni, bu içtihat devriminin Common Law’a da zarar verdiğini, öyle ki günümüz Common Law’unun klasik Common Law ile pek benzerlik taşımadığını, hatta kendi Common Law görüşünün genellikle “eski moda” olarak görüldüğünü de kabul etmektedir (s. 85-86). 24. Sayfada şöyle demektedir: “Öte yandan hukukçular ya da yargıçlar bir dava hakkında nihai karar verme yetkisine sahip olduklarında, hukukçuların hukukunun ya da yargı hukukunun, istenmeyenler de dâhil olmak üzere, yasamanın özelliklerini kazanma eğiliminde olabileceği inkâr edilemez.” Esasen, en azından Common Law’un ilk bin yılı boyunca önceki kararın bağlayıcılığı veya “stare decisis” (yani, bir kararın yasayı oluşturduğu ve sonraki mahkemeler için bağlayıcı olduğu) kavramının bulunmadığı gerçeğine atıfta bulunmaktadır.

Diğer mahkemeler üzerinde bağlayıcı nihai kararlar verme yetkisine sahip olan ve “bu mahkemelerin üyelerinin ya da çoğunluğunun kişisel görüşlerinin, ilk mahkemelerin görüşleri ile ikincilerinkiler arasında büyük bir anlaşmazlık olduğunda, ilgili tüm diğer kişilere dayatılması” sonucunu doğuran “yüksek mahkemelerin” kurulmasını özel olarak eleştirmektedir. Bununla birlikte mahkeme süreçlerinin bu şekilde yarı-yasama sonuçlarına dönüşmesinin yargısal yasa yapımının kaçınılmaz bir evrimi olmadığını, ancak uygun özen ve kurumsal tasarımla önlenebileceğini savunmaktadır.

Hukuki Belirlilik

Common Law’un daha sonra yozlaşmasını bir kenara bırakıp Leoni’nin klasik vizyonuna geri döndüğümüzde, Leoni büyük içgörüsüyle karşı karşıya kalırız. Yasamada somutlaşan hukukun “kısa vadeli” belirliliği ile common law tarafından desteklenen hukukun “uzun vadeli” belirliliği arasında önemli bir ayrım yaparak şöyle der:

“Yasalar ‘yürürlükte’ olduğu sürece neredeyse her zaman belirli, kesin ve tanınabilir olsa da, insanlar bugün yürürlükte olan yasaların ileride, hatta yarın sabah uygulanacağından asla emin olamazlar. Yasama merkezli hukuk sistemi, diğer insanların (yasa koyucuların) her gün etkileşimlerimize müdahale edebileceği olasılığını içerirken, aynı zamanda her gün müdahale etme biçimlerini değiştirebilecekleri olasılığını da içerir. Dolayısıyla, insanların sadece ne yapacaklarına özgürce karar vermeleri değil, aynı zamanda günlük davranışlarının yasal etkilerini öngörmeleri de engellenmektedir.”

Buna ek olarak mevzuat, değişen siyasi iktidara yanıt olarak öngörülemez ve büyük ölçüde keyfi bir şekilde değiştiğinden; mevzuattaki değişiklikler genellikle ani, süreksiz ve mantıksızdır. Çünkü gerekçeleri akıl veya sağduyudan değil, sadece rekabet içinde olan çıkar gruplarının göreceli etkisinden ve istenmeyen sonuçlardan kaynaklanmaktadır.

Bu durum son zamanlarda -hatta son birkaç yıldır neredeyse her gün- gazetelerde okuduğunuz bir habere benziyorsa elinizi kaldırın. Fakat durum Leoni’nin korktuğundan daha da kötü. Leoni yasa koyucuların “her gün müdahale etme yöntemlerini değiştirebilecekleri” yönündeki endişesini dile getirirken ABD Başkanı’nın “kalemim var” diyerek herhangi bir yasayı yazma ya da yeniden yazma yetkisine sahip olduğunu iddia ettiği ve yasaları uygulamayı ya da itiraz edildiğinde mahkemede savunmayı reddederek etkili bir şekilde geriye dönük olarak veto ettiği günümüz dünyasını hayal edebilir miydi? Yasama organları yasaları günden güne değiştirme potansiyeline sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda bugünün yasaları öğle yemeğinden sonra öğle yemeğinden öncekinden farklı olabilir.

Elli yıl önce Bruno Leoni; özgürlüğün, yasamaya dayalı bir hukuk sistemini merkeze alan ve neredeyse tamamen bununla ilişkili bir sistemde hayatta kalıp kalamayacağını incelerken “Bazen radikal gözlemler, başka türlü karanlıkta kalan şeyleri aydınlatır” gözleminde bulunmuştu. Leoni, sadece eşi benzeri görülmemiş bir özel çıkar rantı arayışını serbest bırakan yasama yoluyla değil, blog yazısı ve basın açıklamasıyla yasa yapmaya indirgenmiş mevcut sistem hakkında ne düşünürdü? Hukukun üstünlüğü ve anayasal hükümet konusunda kaygı duyan herkes gibi Leoni’nin de dehşete düşeceği kesin olmakla birlikte, bu duruma şaşıracağından kuşkuluyum. Çünkü kendisi 50 yıl önce gittiğimiz yolun altında yatan ilkeleri görmüş ve gittiğimiz yönü işaret etmiştir. O dönemde durumun bu kadar kötü görünmeyebileceğini ama hukukun üstünlüğünden inişimize sebep olan mantığın tehlikesi konusunda bizi uyarmıştı.

Dolayısıyla Leoni’nin başlangıçtaki sorusu olan bireysel özgürlüğün mevcut yasama sistemimizle bağdaşıp bağdaşmayacağına dönecek olursak; bu soru, bugün elli yıl öncesine oranla daha da günceldir.

Yazar: Todd Zywicki

Çeviren: Ahmed Durak

Yazının orijinali: https://lawliberty.org/when-friedrich-hayek-met-bruno-leoni/


[1] Orijinal metinde emsal karar kavramı kullanılsa da geniş anlamı sebebiyle içtihadın kastedilmesi doğrultusunda bu kavramın kullanılmasının daha doğru olduğunu düşündüğümden çeviride bu kavramı kullanmayı tercih ettim.

Önceki İçerikMUHTEMEL BİR ‘’MİLLET İTTİFAKI’’ İKTİDARINI BEKLEYEN ZORLUKLAR
Sonraki İçerikMİLLET İTTİFAKI YASAMA KONUSUNDA NE DİYOR?