Editör’den,

Yeni yıl arifesi dünyanın hemen hemen her yerinde insanların genellikle geleceğe dönük olarak en fazla iyimser oldukları günlerdir. Türkiye’de de öteden beri yılın son haftasında toplum genellikle bir sükûnet ve rahatlama havası içine girer; gelmekte olan yeni yıla dair umutlarının insanları daha mülayim, barışçıl ve anlayışlı yapması beklenir. Siyasette de geçici de olsa bir durulmanın yaşanması; buna bağlı olarak siyasî rekabetin ateşinin bir ölçüde soğuması, iktidar-muhalefet geriliminin yumuşaması ve partiler arasındaki çekişmelerin azalması umulur.

Yeni bir yılın eğişinde olduğumuz bugünlerde, kısmî bir durulma yaşamakta olan siyasetin yine de bu iyimser beklentileri tam olarak karşıladığını söyleyemeyiz. Nitekim İçişleri Bakanlığı’nın ana muhalefet partisi CHP’nin kontrolünde olan İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik özel bir teftiş başlatacağını açıklaması siyasette son haftanın en göze batan tuhaf gelişmesi oldu. Bakanlık bu özel teftişle İBB’de çalışmakta olan toplam 455 ‘’terörist’’i ortaya çıkarmayı umuyormuş. İBB Başkanı İmamoğlu, Bakanlığın bu hamlesine karşılık olarak, Belediyede işe alımların Adalet Bakanlığının verdiği adlî sicil kayıtlarına dayandığını, İçişleri Bakanının bu yöndeki daha önceki iddiaları üzerine bu kişilerin kimliklerinin kendilerine bildirilmesi çağrısına cevap vermediği gibi Bakanlığın da bu kişiler hakkında herhangi bir işlem başlatmadığı yolunda açıklama yaptı.

Son yıllardaki siyasî-idarî sicili ve bu arada muhalefet partilerinin kontrolündeki belediyeleri ‘’kayyum’’ atama ve benzeri yollarla cezalandırma uygulaması göz önüne alındığında, AKP iktidarının bu son hamlesi hiç de şaşırtıcı değil. Ayrıca, AKP yönetiminin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle –ve Ankara Büyükşehir Belediyesiyle de- özel bir “hesabı” olduğunu da unutmamak gerek. Hatırlanacağı gibi, daha önce uzun yıllar İBB yönetimini elinde bulunduran AKP, 2019 yılındaki seçimi az farkla da olsa CHP adayı İmamoğlu’nun kazanmasını hazmedemediği için seçimin yenilenmesini sağlamış, ancak bu sefer daha büyük bir hezimetle karşı karşıya kalmıştı.

Öyle görünüyor ki, hükümetin bu son hamlesi AKP liderliğinin söz konusu bu hazımsızlığının yeni ve uygunsuz bir tezahürüdür. Umulur ki, İçişleri Bakanlığı’nın bu işgüzarlığı AKP yönetiminin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kontrolünü kayyum atama gibi uygunsuz ve antidemokratik yollardan yeniden ele geçirmeyi amaçlayan planının bir ilk aşaması olmasın.     

Yılbaşı arifesine rastlayan başka bir önemli olay, terörizmi finanse ettikleri gerekçesiyle ideolojik yelpazenin her kanadından sekiz yüze yakın tüzel ve gerçek kişinin mal varlıklarının Hazine ve Maliye ile İçişleri Bakanlığının bir ortak kararıyla dondurulmasıdır. Tahmin edilebileceği gibi, bu idarî karardan, 800’e yakın kişinin Anayasal mülkiyet hakkına yapılan bu hoyrat müdahalenin sağlam maddî ve hukukî dayanaklarının bulunup bulunmadığı hakkında bir bilgi edinme imkânı bulunmamaktadır. İzlenen bu “karakuşî” yöntem bu gibi kararların hukukî denetimini de zora koşmaktadır. Bu karar, ayrıca, Türkiye’de devletin mülkiyet hakkına keyfî müdahale şeklinde kendini gösteren müsadereci geleneğinin bilmem kaçıncı yeni bir örneğini oluşturmaktadır.  Bu gibi toptancı ve gerekçesiz keyfî işlem sayesinde, Türkiye’de duruma göre devlete veya hükümete muhalefet eden hiç bir kimsenin mal-mülkünün garantisinin olmadığını bir kere daha öğrenmiş oluyoruz.

Türkiye’de epey bir zamandır ifade ve basın özgürlüğü diye bir şeyin kalmadığını biliyorduk ama Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) ekonomi yorumcularına suç duyurusuyla ilgili olan son haber bu konuda artık fazla söze hacet bırakmıyor. Aralarında iki eski Merkez Bankası Başkanının da bulunduğu toplam 26 kişi hakkında suç duyurusu yapılmasının nedeni, bu kişilerin “sosyal medya ve yayın organları üzerinden kur hareketlerini manipüle etmeye yönelik paylaşımlar’’ yapmış olmaları. Böylece, hükûmetin ekonomi politikaları hakkında iktidar sahiplerinin hoşuna gitmeyen değerlendirmeler yapmak ve öngörülerde bulunmak da AKP iktidarının icat ettiği yeni suç tipleri arasına girmiş oluyor. Yani, başka konularda olduğu gibi, hükümetin ekonomi ve finans politikaları hakkında fikir yürütmenin vatandaşların demokratik bir hakkı olmadığı, aksine bunun AKP yönetiminin kendine özgü suç listesinin ön sıralarında yer aldığı anlaşılmaktadır. AKP demokratiklik iddiasından halâ vazgeçmediğine göre, bu da AKP tarzı ‘’demokrasi’’nin kendini gösterme biçimlerinde biri olsa gerek!  

Tabiî, bütün bunlar olurken, arka plandaki ana gündem varlığını korumaya devam ediyor. Malum, hükûmetin izlediği faiz ve kur politikası doların fiyatını 20 TL’ye yaklaştırınca, hükûmet yeniden dolar satmak suretiyle kuru 12 TL düzeyine kadar düşürdü ve aldıkları faiz oranı doların fiyatının altında kalan vadeli mevduat sahiplerine kur garantisi vaadinde bulundu. Ne var ki, bu hamlenin sağladığı geçici rahatlamanın ne kadar süreceği belirsizdir. DEVA Partisi Ali Babacan’ın bu yolla ‘’yalancı bahar’’ havası yaratılmanın amaçlandığı şeklindeki teşhisi doğruysa, hükümet önümüzdeki yılda erken seçime gitmeyi tasarlıyor olmalı. Bu ise, AKP yönetiminin ekonominin kalıcı olarak düzelmesinden ziyade erken seçim yatırımı peşinde olduğunu düşündürmektedir.

Her şeye rağmen, hepinize mutlu bir yeni yıl diliyoruz.

İçişleri Bakanlığı İBB’ye Özel Teftiş Başlatıyor

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde birçok büyükşehir ve ilçe belediyesini kaybeden AKP iktidarı, muhalefet partilerinin kazandığı belediyeleri hedef almaya başlamıştı. HDP’nin kazandığı yüzlerce belediyeye kayyum atayan hükümet, CHP belediyeleri üzerinde ise çeşitli araçlarla baskı uygulamaya devam etmektedir. İdari zorluklar çıkarmaktan kaynakları kısıtlamaya, yardımlaşma projelerini engellemekten medya kampanyalarına kadar geniş yelpazede muhalif belediyelere yönelik baskılayıcı bir tutum sergilemektedir. Bu hafta, hükümetin uyguladığı baskıyı azaltmak bir tarafa artırdığı yeni bir gelişme yaşandı.

İçişleri Bakanlığı sosyal medya hesabında yayınladığı bir açıklamada İstanbul Büyükşehir Belediyesi personelinde terör örgütleriyle iltisaklı kişilerin olduğu iddialarını soruşturması amacıyla özel teftiş başlatıldığını açıkladı. Yapılan açıklamada, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bağlı kuruluşları ve şirketlerinde işbaşı yaptırılan personellerden 455’inin PKK/KCK, 80’inin DHKP/C, 20’sinin MLKP, 2’sinin MKP, ayrıca bazılarının FETÖ ve diğer terör örgütleriyle iltisaklı/irtibatlı olduğu yönünde ihbar, şikayet ve elde edilen tespitler üzerine, konunun tüm yönleriyle soruşturulması için Bakanlığımızca özel teftiş başlatılmıştır.” denildi.[1] Ayrıca İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yaptığı açıklamada Din Alimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER) ile ilgili çalışma yapılırken İBB ile ilgili bazı bilgilere ulaştıklarını ve ihbarlar aldıklarını söyledi.[2]

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ise yaptığı açıklamada belediyede işe alımlarda Adalet Bakanlığından alınan adli sicil kaydı istendiğini, dolayısıyla suçluluğu mahkemece tespit edilmiş kişilerin İBB’ye alınmadığını söyledi. Soylu’nun bu iddiayı iki hafta önce dile getirmesi üzerine bakanlığa yazı yazıp, bu kişilerin kim olduğunun paylaşılması gerektiğini söylediğini belirten Ekrem İmamoğlu, İçişleri Bakanlığından konuyla ilgili herhangi bir açıklama gelmediğini de ekledi. İmamoğlu ayrıca eğer terörle iltisaklı kişiler varsa bunların derhal işlem başlatılmış olması gerektiğine fakat Bakanlığın herhangi bir işlem başlatmadığına dikkat çekti.[3]

İBB’de terörle iltisaklı kişilerin işe alındığı iddiaları somut bir şüpheye işaret etmekten çok, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı Seçimleri öncesinde potansiyel aday olan İBB Başkanı İmamoğlu’nu hedef almaya yönelik olduğu ortadadır. Nitekim, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grup Başkanı olan Tevfik Göksu’nun yaptığı “Elimde data yok, Bakanlık koridorlarda konuşanları isimlendirdi” şeklindeki açıklama, iddiaların zorlama olduğunu gösterir niteliktedir.[4]

770 Kişinin Malvarlığı Donduruldu

24 Aralık 2021 tarihli Resmî Gazetede[5] yayımlanan kararla 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunun 7. maddesine dayanarak çeşitli terör örgütlerine üye oldukları gerekçesiyle 770 gerçek ve bir tüzel kişinin Türkiye’deki malvarlıklarının dondurulmasına karar verildi.

Karara göre 454 gerçek ve bir tüzel kişinin “FETÖ/PDY üyeliği” nedeniyle, 108 kişinin “PKK/KCK üyeliği” nedeniyle; 119 kişinin dini istismar eden örgütler olarak nitelenen Hizbullah, IŞİD, El Kaide, El Nusra, İslami Hareket Örgütü ve Kudüs Ordusu gibi örgütlere üye olduğu ve 89 kişinin de sol örgütler olarak nitelenen MLKP, TKM/ML, DHKP-C, MKP, DKP/BÖG, DEV-KAR, THKP-C örgütlerine üye oldukları gerekçesiyle mal varlıkları donduruldu. Malvarlığı dondurulanların tamamının yurt dışında olduğu, bunlar arasında eski kamu görevlileri, hâkim ve savcılar, akademisyenler ve gazetecilerin bulunduğu anlaşılmaktadır. 

6415 sayılı Kanunun 7. maddesine 7262 sayılı Kanunla eklenen üçüncü fıkrasına göre mahkemelerce terör örgütü olduğuna kesin olarak karar verildikten sonra bu örgütlere fon sağlanması ve terörizmin finansmanı suçlarını işlediği hususunda makul sebeplerin varlığına istinaden kişi, kuruluş veya organizasyonların Türkiye’de bulunan malvarlığının dondurulmasına Hazine ve Maliye Bakanı ile İçişleri Bakanı tarafından birlikte karar verilebileceği kuralı yer almaktadır.

Görüldüğü gibi yasanın hükmüne göre malvarlığını dondurma kararı verilebilmesi için mahkemelerce terör örgütü olduğuna kesin olarak karar verilen yapılara fon sağlandığı ve terörizmin finansmanı suçunun işlendiği yönünde makul sebepler bulunması gerekmektedir. Kanunda belirtilen terör suçları ağırlıklı olarak çeşitli uluslararası sözleşmelerde terör fiili olarak kabul edilen, uçak kaçırma, sivil havacılığın güvenliğini tehdit etme, deniz taşıtlarını kaçırma, bombalama, diplomatları tehdit etme, rehin alma, nükleer maddelerin güvenliğini tehdit etme gibi evrensel olarak terör eylemi olduğu kabul edilen eylemleri kapsamaktadır. Ancak 3713 sayılı Kanun kapsamında terör suçu kabul edilen eylemler de 6415 sayılı Kanun kapsamına girmektedir. Fakat yine de finansman suçundan söz edebilmek için terör eylemlerinin işlenmesi için maddi kaynak sağlanması zorunludur.

Resmî Gazetede yayımlanan kararda bu kişiler hakkında hangi delillerin bulunduğu yönünde bir bilgiye yer verilmemiştir. Söz konusu kararda sadece Kanunun 3. ve 4. maddelerine atıfla bu maddelerde belirtilen fiilleri işledikleri yönünde makul sebeplerin bulunduğundan söz edilmektedir.

Kanun’un bu şekilde uygulanmasının öngörülebilirlik açısından ciddi sorunlara neden olacağı açıktır. Bu şekilde öngörülemez nitelikteki uygulamalar mülkiyet güvenliğini de tehdit etmektedir.

Diğer taraftan Resmî Gazetede yayımlanan kararda, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde itiraz edilebileceği bilgisine yer verilmiştir. Oysa Kanuna göre kararın 48 saat içinde yargıç onayına sunulması gerekmektedir. İster yürütme tarafından yargının onayına sunulsun, isterse ilgililerin itirazı üzerine yargı tarafından incelensin, söz konusu incelemenin somut delillere dayanması gerekir. 700 farklı kişi ile ilgili liste halinde karar verildiğinde bu kararların bireyselleştirilmemesi ciddi bir sorun olduğu gibi denetimi de imkansızlaştırmaktadır.

Oysa temel haklara yönelik ciddi bir sınırlama öngören tedbirin hem usul bakımından şeffaf ve denetlenebilir olması hem de içerik bakımından insan haklarına ilişkin güvencelere uygun olması gerekir. Herhangi bir yargı kararı olmaksızın idari kararlarla kişilerin malvarlıklarının dondurulması ilgili kişilerin temel haklarını ihlal edeceği gibi, bu kararların neden olduğu öngörülemezlik ülkenin yatırım ortamını da zayıflatmaktadır.

Dolardaki düşüş

Türkiye’de çok enteresan şeyler oluyor. Evet, bunu bu şekilde açık ifade etmek lazım. Yapılanları anlamlandırmak güç. Bir önceki bültende doların 15 TL olduğunu ve bunun sebeplerini anlatmıştım. Sonra dolar 18 TL, Euro 23 TL civarına kadar yükseldi. Şu günlerde ise dolar 11,00– 12,00 TL civarında salınıyor. Buna sebep olan şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dövize Endeksli Mevduat (DEM) adında bir ürün çıkardıklarını açıklamasıydı. Bu konuyu ayrıntılı bir şekilde anlatmak çok uzun süreceği için özetlemekte fayda var.

Türkiye’deki insanlar, son yıllarda yaşanan -birçoğu da hükümetin yanlış politikalarından kaynaklanan- ekonomik çalkantının sebep olduğu Türk lirasındaki değer kaybından etkilenmemek için birikimlerini gelişmiş ülke paralarında tutmayı tercih ediyor. Bu da mevduatların büyük kısmının Amerikan doları, Euro gibi para cinslerinden olmasına sebep oluyor. Yakın zamanda TCMB’nin faiz düşürmeye başlamasından sonra ise Türk lirasının değersizleşmesi çok hızlandı. Haliyle dolarizasyon süreci de hızlandı. Erdoğan da bu durumu engellemek için DEM’i çıkardığını duyurdu. DEM ürününe dövizini bozdurup geçenlerin veya bu ürüne para yatıranların döviz artışı kaynaklı zararlarının Hazine ve TCMB tarafından karşılanacağı söylendi. Bu dolarda hızlı bir düşüşe sebep oldu. Fakat bu işin sadece bir yönü. Şu günlerde tüm mevduatların döviz tevdiat hesaplarının oranı tarihi zirvelerde. Bu ürün açıklandıktan sonra bireylerin döviz alımı oldukça arttı. Yani aslında yapılan açıklamalar insanların TL’yi yeniden bir değer saklama aracı olarak görmesini sağlamadı. Hatta bu fonksiyon daha da aşındı.

Faizi yükseltmemek ve bunu dini bir kaygıyla yapmak bir kesimin dini inancını tüm topluma dayatması halinin en çarpıcı örneği. İktidar erkinin dini görüşünü bu denli cüretkar ve çarpıcı bir şekilde dayatmaya çalışması bireysel özgürlüklerin özel olarak da ekonomik özgürlüklerin ortadan kalkması sonucunu doğuruyor. Bu söylediklerime bazı insanlar karşı çıkarabilir ve bunun dini bir dayatma olmadığını sadece pragmatist bir hareket olduğunu söyleyebilir. Kısmen haklılar. Fakat şu gerçeği gözden kaçırmamak lazım. Özgürlüklere yapılan baskıların her zaman bir bahanesi bulunur. İktidar erkini elinde bulunduran hiçbir grup veya kişi doğrudan sizin özgürlüğünüze, refahınıza, mülkiyet hakkınıza kastettiğini açık açık söylemez. İktidarlar bir bahane bulup “hepimiz”in, “millet”in iyiliği yolunda adımlar atıldığını savunabilir. Tüm bu hengamenin de bahanesinin dini sebepler olduğunu söylemek bence abartılı değil. Zaten hükümet bunu inkar etmiyor. Nitekim Erdoğan 17 Kasım’da AKP grup toplantısında “Biz faiz belasını bu milletin sırtından kaldıracağız. Biz faize kesinlikle milletimizi ezdiremeyiz. Bunu kabulleneceğiz. Bunun başka çıkışı olamaz. Hala kalkıp da bu yolda, bu mücadelede beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar kusura bakmasınlar. Bu yolda ben faizi savunanla olmam, olamam”[6] şeklinde bir açıklama yaptı. Erdoğan burada “Nas ortada” diyerek Allah’ın koyduğu kanunların, faizi yasakladığını kendisinin ve arkadaşlarının olaya bu açıdan baktığını bu nedenle faiz indirimi kararı aldıklarını anlatıyor. Yani yapılanları dini bir temele oturtmakta ve yaşanılanların dini bir baskı olduğunu açık bir biçimde göstermektedir.


[1] https://www.dunya.com/gundem/imamoglu-icisleri-bakanligi-yanlis-yere-sorusturma-aciyor-haberi-644120

[2] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59798529

[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59798529

[4] https://tele1.com.tr/akpli-goksudan-ibbye-teror-teftisi-degerlendirmesi-elimizde-data-yok-ama-belediye-koridorlarinda-konusulanlar-var-533978/

[5] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/12/20211224-16.pdf

[6] https://www.karar.com/guncel-haberler/son-dakika-erdogandan-grup-toplantisinda-kritik-aciklamalar-1639765

Önceki İçerikÖzgürlük Gündemi Sayı 27
Sonraki İçerikTürkiye’de Ekonomik Özgürlükler Raporu 2021