Türkiye toplumunun bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey geleceğe umutla ve güvenle bakabilmektir, oysa ülkemizin son on yıldır içinde bulunduğu şartlar umuttan çok umutsuzluk üretiyor. O kadar ki, normal olarak hayatımıza neş’e, sevinç ve şenlik getirmesi beklenen Bayram bile insanlarımızı bu kötümser ve ümitsiz ruh halinden çıkaramıyor.

Şu ironiye bakınız: Ana referansı din ve dinî semboller olan AKP iktidarında dinî bayramlar bile çoğu dindar için ‘’Bayram neşesi’’ kaynağı olmaktan çıkmış bulunuyor!

Yine de geleceğe dair bir ölçüde iyimser ve ümitvar olabilmek için halâ bir şansımız var. Tahmin edebileceğiniz gibi, bunu söylerken aklımda tuttuğum, üç hafta sonraki çifte seçimin getirmesi muhtemel ‘’hayırlı’’ sonuçlardır. Yani, ‘’Altılı Masa’’ olarak anılan muhalefet ittifakı eğer hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği seçimini kazanırsa, aydınlık bir geleceği garanti edemesek bile, içinde bulunduğumuz çöküntü halinden kurtulmak için bir şansımız olabilir.

Ama daha önceki yazılarımda dikkat çektiğim gibi, ufuktaki bu şansı da fazla abartmamamız gerekiyor. Çünkü ben ‘’şans’’ derken pozitif bir başarıdan ziyade ‘’negatif’’ bir başarıyı (Mecelle’deki deyimle, ‘’celb-i menafi’’ yerine ‘’def-i mefâsid’’i) kastediyorum. Yani, muhtemel bir ‘’Altılı Masa’’ iktidarının pozitif anlamda çok şey yapması şart değil, yeter ki halihazırdaki kötüyü veya ‘’mazarrat’ı defedebilelim ve tabiî bunu suhuletle yapabilelim. Besim Tibuk bir konuşmasında aynı şeyi ‘’restorasyon’’ kavramıyla ifade etmişti.

AKP öncesi Türkiye’nin parlak bir ‘’özgürlük, hukuk ve demokrasi’’ sicili olmasa da, iyi-kötü kurumlaşmış modern bir devlet mekanizması, oturmuş bir bürokrasisi ve eksik gedikleriyle bir hukuk sistemi vardı. Piyasa süreci de ağır aksak ta olsa işliyor ve refah üretebiliyordu. Onun için, kimi iyileştirmelerle birlikte eski düzenin restorasyonu sağlanabilirse, bu bile bugünkü duruma göre önemli bir kazanç olur.

Hemen belirteyim ki, bu konudaki beklentimi mütevazi ölçülerde tutmamın nedeni, elbette Türkiye’nin sosyo-politik sistemini iyi yönde köklü bir değişikliğe uğramasıı istiyor olmamam değil; fakat halihazırda ülkemizde böyle iddialı bir göreve talip olacak irade ve donanıma sahip bir siyasî ekibe sahip olmadığımızın bilincinde olmamdır.

Onun için, muhalefet ittifakının hem yürütmede hem de yasamada kontrolü ele geçirmesi halinde dahi Türkiye’nin düzenini köklü değişikliklere uğratacağını beklemek gerçekçi değildir. Çünkü, bu düzenin dayandığı temellerin arkasında yatan ideolojik referansın ‘’dokunulmaz’’ olduğunu bir an için göz ardı etsek bile, Altılı Masa zaten bu anlamda dönüştürücü bir program vaat etmiş değildir. Esasen, bir kere daha vurgulamakta yarar var, bu ittifakın sürükleyici güçleri durumunda olan CHP ve İyi Parti’nin ideolojik kimlikleri onların Türkiye’nin kurulu düzeninin köklü bir dönüşümünü isteme ihtimallerini kategorik olarak dışlamaktadır.

Bu arada, CHP lideri ve muhalefet ittifakının cumhurbaşkanı adayı sayın Kılıçdaroğlu’nun içtenlikli ve dürüst bir kampanya yürütüyor olması her ne kadar takdire değer olsa da, onun yapabileceklerinin de bir sınırı vardır. Kılıçdaroğlu’nun, bunu istiyor olsa bile, temsil ettiği siyasî geleneğe büsbütün ters düşmeyi göze alması beklenemez; özellikle de büyük ortağının kendisinden ‘’Atatürkçülük’’ rolü çalmaya kalkıştığı bir durumda…. Kısaca, muhtemel bir ‘’Altılı Masa’’ iktidarından çok şey beklememeliyiz, aksi halde hayal kırıklığına uğrayabiliriz.

Dediğim gibi, genel seçimler eşiğindeki Türkiye için ufukta görünen sadece bir ‘’şans’’tır, bu şans gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de… Gerçekleşmemesi halinde toplum olarak işimizin çok daha zor olacağını; kötümserliğin daha da yaygınlaşıp derinleşeceğini ve gitgide bir karabasana dönüşeceğini bilelim. Elbette öyle olması istenir bir şey değildir, onun için bu şansın gerçekleşmesine intizar edenlerin seçimleri daha fazla ciddiye almaları gerekiyor. Geçen yazımda belirttiğim gibi, bu seçim Tayyip Erdoğan ve ekibi için olduğu kadar, ‘’aydınlık’’ yani özgür, demokratik, adil ve müreffeh bir Türkiye ihtimaline umut bağlamış olan yığınlar için de bir kader seçimidir.

Evet, belki de her zamandan çok bugün Türkiye’nin umuda ihtiyacı var.

Önceki İçerikSONUCU BELİRSİZ BİR ‘’KADER SEÇİMİ’’
Sonraki İçerikHukukun Üstünlüğünü Sağlamak için Yargı Reformu Önerisi
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)