Klasik iktisat ekolünün önde gelen temsilcilerinden olan David Ricardo (1772-1823), özellikle emeğin değeri, ticaretin doğası ve vergilendirme bağlamında önemli katkılar sunmuştur. Ricardo’nun iktisadi görüşleri iktisat teorisinin evriminde kritik öneme sahip olup günümüz iktisadi düşüncesinde hala geçerliliğini koruyan prensipler barındırmaktadır. Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi, Ricardo Denkliği ve Ricardo Etkisi, modern iktisat düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Farklı ülkelerin belirli mal ve hizmetlerin üretiminde sahip oldukları üstünlükleri kullanarak ticaret yapmalarının, her iki ülkenin de toplam refahını artırabileceğini savunan Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisinde mutlak çıktı sayısı değil, faktör ve maliyet verimliliği önemlidir. Uluslararası ticaretin ve uzmanlaşmanın önemine vurgu yapan bu teoriye göre iki ülke arasındaki ticaret, her iki ülkenin de kendi üretim avantajlarına odaklanmasına dayanmalıdır. Bu doğrultuda her iki ülke de kendi üretim avantajlarına göre uzmanlaşarak ürettikleri mal ve hizmetleri diğer ülkeye satmakta ve bu sayede ise söz konusu ülkelerde daha fazla çeşitlilikte ve daha düşük maliyetli mal ve hizmetlere erişim sağlanmış olmaktadır. “Portekiz’de şarap üretmek bir yıl boyunca yalnızca 80 kişinin emeğini gerektirebilir, aynı ülkede kumaşı üretmek ise aynı sürede 90 kişinin emeğini gerektirebilir. Bu nedenle kumaş karşılığında şarap ihraç etmesi onun için avantajlı olacaktır.”

Ricardo’nun emek değer teorisi ise daha sonra Karl Marx’ın iktisadi düşüncesine de kaynaklık etmiştir. Emeğin, mal ve hizmetlerin değerinin belirlenmesindeki temel unsur olduğunu kabul eden bu teoriye göre bir malın değeri, üretim sürecinde harcanan emek miktarına dayanmaktadır. Ricardo’nun teorisine göre, emeğin toplumsal bir ölçüt olarak kullanılması, mal ve hizmetlerin değerini belirlemede adil bir temel sağlamaktadır. Bu noktada ise üretim sürecinde harcanan emeğin toplum içindeki değeri de ayrıca vurgulanmaktadır. Ricardo Etkisi teorisine göre işçi ücretleri arttıkça makine ve teknoloji kullanımı gerektiren sermaye yoğun ürünler, işgücü yoğun ürünlere göre daha çok ucuzlamakta ve bu durum sermaye yoğun ürünlere talebi arttırırken aynı zamanda işgücü yoğun ürünlere talebi düşüreceğinden işsizliği yükseltmektedir. Günümüz iktisadi düşüncesi güncelliğini koruyan bir diğer teori olan Ricardo Denkliğine göre ise devletlerin ekonomik büyümeyi sağlamak için borç almaları başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Sonuçta bu borçlanma, halkın çok daha fazla yüksek vergiler ödemesine yol açacaktır.

Ricardo’nun 1817 yılında yayınlanan Politik İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri kitabı, onun vergilendirme üzerine düşünceleri bağlamında kritiktir. Ekonomiyi bütün olarak değerlendiren Ricardo’ya göre ekonomik unsurlarda meydana gelen değişimler denge durumunu da etkilemektedir: Vergilendirme, teknoloji, reel ücret, kar oranları büyüme ve çıktı seviyesi birbirleriyle bağlantılıdır. Bu bağlantı ise özellikle vergilendirme konusunda ön plana çıkmaktadır: “Biriktirme gücünü azaltma eğilimi olmayan hiçbir vergi yoktur.” İfadesiyle Ricardo, bu ilişkiyi kastetmektedir.

David Ricardo, vergilendirmeyi üretken sermaye birikimini engelleyen ve tüketimi azaltan “büyük bir kötülük” olarak değerlendirmiştir. “Vergilendirmenin her biçimi, kötülüklerin seçiminden başka bir şey değildir.”

Ricardo’nun ekonomik düşünceye en önemli katkılarından biri, vergilendirme konusundaki tartışmalarıyla birlikte kurguladığı rant teorisidir. Farklılık rantı (toprağın verimliliğindeki veya konumundaki farklılıklardan kaynaklanan) ile mutlak rant (tarımsal verimliliğin genel düzeyinden kaynaklanan) arasında ayrım yapmaktadır. Ricardo, fark rantının hükümet için doğal bir gelir kaynağı sağladığını öne sürmektedir. Toprak sahiplerini bu rant temelinde vergilendirmenin, üretim sürecini doğrudan etkilemediği için daha az çarpıtıcı bir vergilendirme biçimi olabileceğini savunmaktadır ki bu, vergilerin üretim faktörlerini engellemekten kaçınması gerektiği yönündeki temel görüşüyle uyumludur.

Ricardo, Fizyokratlar gibi rant gelirleri üzerinden alınacak tek bir vergi biçimini savunmaktadır ve mevcut vergi yapısının yerine tek bir rant vergisi konulmasını tavsiye etmekte tereddüt etmektedir. Bu tereddüt, salt ekonomik argümanlara değil, daha ziyade böyle bir verginin uygulanabilirliği ve arzu edilebilirliği ile ilgili hususlara dayanmaktadır.

Ricardo çalışmalarında dolaylı vergilerin etkisini kapsamlı bir şekilde tartışmakta ve tarım ürünlerine uygulanan vergilere özel bir önem vermektedir. Başlangıçta Smith’in tarım ürünleri üzerindeki spesifik veya ad valorem verginin (malları fiziksel ölçülerine göre değil, değeri üzerinden ve belirli bir yüzdeye göre hesaplanan vergi türü) fiyatları artıracağı önermesini kabul eder. Bununla birlikte, böyle bir verginin olası dağıtım etkileri hakkındaki görüşü Smith’ten farklılaşmaktadır ve akıl yürütmesi, kâr vergisi durumunda tartışılanla benzerdir.

Ricardo’nun ana fikri, tarımsal ürünler üzerindeki spesifik ya da ad valorem vergi çiftçilere yüklenen maliyetler olduğu ya da kendi ifadesiyle, “ekiciye yüklenebilecek herhangi bir verginin … üretim maliyetini artıracağı ve bu nedenle ham ürünün fiyatını”, değişmez ortalama kâr oranını içerecek düzeye yükselteceğidir. Ricardo ayrıca, “fiyattaki bir artışın, vergiyi ödeyebileceği ve sermayesinin bu istihdamından olağan ve genel karları elde etmeye devam edebileceği tek araç olduğunu” belirtmektedir. Ancak tarımsal ürünleri girdi olarak kullanan diğer üretim dallarında maliyetler artacaktır. Ortalamanın altında bir kâr oranını göze alamayacakları için, satış fiyatlarını arttırmak zorundadırlar. Dolayısıyla “mısıra konacak bir vergi, mısır tüketicilerine yansıyacak ve diğer tüm metalara kıyasla değerini vergiyle orantılı olarak yükseltecektir. Ham ürün diğer metaların bileşimine girdiği oranda, vergi başka nedenlerle dengelenmedikçe, onların değeri de yükselecektir. Aslında dolaylı olarak vergilendirilmiş olurlar ve değerleri vergiyle orantılı olarak artar.” Bu sürecin sonsuz bir dolaylı vergi-fiyat döngüsüne neden olup olmayacağı sorunsalı Ricardo düşüncesinde detaylandırılmamıştır. Bu döngü yalnızca ilk etkileşimin sonuçlarıyla sınırlıdır.

Ricardo, dolaylı vergilendirmenin etkilerini analiz ederken, vergilendirilmeleri temel ekonomik değişkenleri etkilemeyen özel bir mal sınıfına ilişkin olduğunu belirtmektedir. Özellikle, “lüks mallar üzerindeki bir verginin fiyatlarını yükseltmekten başka bir etkisi olmayacağını”, çünkü bu malların diğer malların üretiminde girdi olarak kullanılmadığını ileri sürmüştür. Bu nedenle, bu mallar üzerindeki vergi, bu malları tüketenlere, yani toprak sahiplerine ve kapitalistlere aittir.

Ricardo, ücretler ve temel mallar üzerindeki vergileri kâr oranının azalmasının bir nedeni olarak görmektedir. Her ikisi de doğrudan ya da dolaylı olarak para ücretini artırır ve dolayısıyla kâr oranını düşürür. Benzer şekilde, bir kâr vergisi -ücret ayarlama mekanizması yoluyla- ekonominin ortalama kâr oranını düşürürken, kira ve lüks tüketim malları üzerindeki vergilerin böyle bir etkisi yoktur. Bu noktada Ricardo’nun vergilendirme ilkelerinin doğrudan değer ve bölüşüm teorisinden türetildiğini söylemek mümkündür. Bu ilişkiyi daha detaylandıracak olursak: İşçi sınıfının normal yeniden üretimine izin veren bir seviyede sabitlenmiş reel ücret durumu; kaynakların serbest hareketliliğinin neden olduğu kâr oranının eğilimsel eşitlenmesi kavramı; özgün rant teorisi ve paranın miktar teorisi. Dolayısıyla Ricardo’nun vergi ilkeleri, değer ve bölüşüm teorisinin kabulüne ya da reddine dayanmakta ve vergilendirme yaklaşımı, devlet harcamaları, istihdam ve birikim gibi kavramlarla bağlantılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Ricardo’nun üretim faktörlerinin getirisindeki azalma üzerine düşünceleri, vergi oranına ilişkin düşüncelerini de etkilemiştir. Sabit faktörlere daha fazla kaynak uygulandıkça, ek çıktının azaldığını tespit etmiştir. Bu kavrayış onu, üretimi ve ekonomik büyümeyi engellemeyecek oranda bir vergilendirme sistemini savunmaya yöneltmiştir ve Ricardo sıklıkla vergi politikalarını tasarlarken üretim dinamiklerini anlamanın önemini vurgulamıştır. Sonuç olarak Ricardo’ya göre vergilendirme ve devlet harcamalarının uzun vadede sermaye birikimi üzerinde olumsuz bir etkiye yol açacağını söylemek mümkündür.

Yazar: Merve Nur Yaşar

Önceki İçerikTürkiye’de Artan Kuraklığa Liberal Çözüm Önerileri
Sonraki İçerikFosil Yakıtların Gölgesinde: Devletlerin Karbon Ayak İzi Çelişkisi