Özgürlük Araştırmaları Derneği geçtiğimiz haftalarda Tax Foundation işbirliğinde Uluslararası Vergi Rekabetçiliği Endeksi’nin Türkçe yönetici özetini yayınladı.

Tax Foundation’ın hazırladığı bu endeks, 38 ülkenin başta gelir vergisi gibi doğrudan vergiler olmak üzere çeşitli vergilendirme alanlarında ne kadar şeffaf ve rekabetçi olduğunu ölçüyor.

Burada sözü edilen rekabetçilik ise, doğrudan piyasa dinamiklerine yönelik regülasyonların etkisi ve ağırlığı.

Endeks, vergi mevzuatının niteliği ile ülkedeki ekonomik kalkınma ve piyasa rekabeti arasında açık bir ilişki kuruyor. Endeksin önerisine göre vergi rekabeti endeksinde daha öncelikli pozisyonlarda olan ülkeler, rekabete daha açık bir vergi politikası izlediğinden şirketlerin piyasada varlık göstermesi ile ekonomik kalkınma daha mümkün oluyor.

Bu tespitlerden anlaşılacağı üzere Vergi Rekabetçiliği Endeksi’nin öncelikli alanı doğrudan vergiler olarak karşımıza çıkıyor. Keza endeksin metodolojisinde de, piyasa aktörlerini doğrudan ilgilendiren kurumlar vergisi ve gelir vergisi gibi vergi türlerindeki düzenleme ve uygulamaların niteliğinin ülkenin endeksteki pozisyonunu daha ileriye taşıdığı anlaşılıyor.

Türkiye’de vergi rejimine ilişkin tartıştığımızda ise ibremizi doğrudan vergilerden ziyade dolaylı vergilere çevirmemiz gerekir. Zira Türkiye’deki vergi rejiminin şeffaf ve rekabetçiliğine ilişkin tartışmalardan önce vergi rejiminin adaleti üzerine tartışmak daha isabetli olacaktır.

Öyle ki Türkiye vergi yükünün büyük bir yüzdesini dolaylı vergilerden tahsil ediyor. Dolaylı vergiler ise günlük hayatımızdaki herhangi bir harcamadan çıkan, mükellefin satıcı, yüklenicinin ise biz tüketiciler olduğu vergiler. Dolaylı vergiler dediğimizde aklımıza öncelikle Katma Değer Vergisi (KDV) ve Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) gelse de tüketiciye mükellef olarak verginin tahakkuk etmediği ancak herhangi bir alışverişinde bir şekilde bu vergiyi yüklenmek zorunda bırakıldığı pek çok vergi tipi günlük hayatımızda karşımıza çıkıyor.

Bu yazıda, vergi rejiminin ve politikasının bir bütün olduğu gerçeği üzerinde durmak istiyoruz. Tax Foundation’ın yayınladığı endeks, bu bütünün yalnızca bir parçasına işaret etmek suretiyle Türkiye’nin vergi rejimine yönelik bir değerlendirme sunuyor. Her ne kadar endeksin metodolojisi ve ortaya çıkan sonuç tartışmaya açık olmasa da Türkiye’deki vergi rejiminin niteliğini tespit edebilmemiz için yeterli kalmıyor.

Türkiye, Vergi Rekabetçiliği Endeksi’nde son derece iyi ve ümit verici biçimde yüksek bir sıralamaya yerleşti. Tax Foundation, Türkiye’yi 38 ülke arasından en şeffaf ve en rekabetçi 7. Ülke olarak tespit etti.

Türkiye’nin endeksteki bu pozisyonu, Türkiye’nin yeni ekonomi kadrosunun da radarından kaçmadı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, X hesabından yaptığı bir paylaşımda Tax Foundation’ın yayınladığı endeksi doğrudan ve İngilizce alıntılayıp, Türkiye’nin başarısına dikkat çekti.

Şimşek ve ekibi, göreve geldiği günden bu güne Türkiye’nin ekonomipolitiğine ilişkin atacağı adımlarla bir süredir kamuoyunun gözleri önünde. Yeni ekonomi yönetiminin şüphesiz en önemli sınavlarından biri para politikasıydı, ve özellikle Hafize Gaye Erkan başkanlığındaki Merkez Bankası yapmış olduğu hamlelerle uzmanların ve yorumcuların beklediği ve istediği yönde, rasyonel bir para politikası ekseninde hareket edileceğinin sinyallerini verdi.

Ancak bir diğer önemli sınav da vergi politikaları. Mehmet Şimşek’in göreve gelmesinin ardından kısa bir süre sonra, Türkiye dolaylı vergilerde çok ciddi vergi artışlarıyla karşı karşıya kaldı. Kamuoyunda ateşli bir biçimde tartışılan Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin senede iki kere tahsil edilmesine ilişkin karar, beklenmedik akaryakıt ÖTV zamları ve olağan sigara ve alkollü içki ÖTV zamları ile eklemlenince, Şimşek’in “kamuda tasarruf” şeklinde ifade ettiği politikanın yükünün dolaylı vergiler yoluyla tüketiciye yüklenip yüklenmeyeceği sorusu kafaları kurcaladı.

Dolaylı vergiler doğası gereği muhteviyatında çok çeşitli sorunlar barındırıyor. Tahsilinin kolay olması, dolaylı vergi yükünün arttırılması bakımından önemli bir gerekçe olarak karşımıza çıksa da önemli bir diğer nokta, vergiyi yüklenen tüketicinin satın aldığı ürün veya hizmetin ne kadarlık bir oranının vergi olarak ödendiğinin farkında olmaması. Öyle ki neredeyse tüm satış hizmetleri de zaten bu şekilde dizayn edilmiş durumda. Ürünün KDV’sini belki satın alma sonucunda elde edilen fiş ile tespit etmek mümkün olsa da, ÖTV gibi vergilerin bu surette bir tespite mazhar olmadığı bilinen bir gerçek.

Kaldı ki ÖTV oranı, aslında tespit edilmesinin en gerekli olduğu vergi türlerinden bir tanesi. Zira özel tüketim, tanım icabı bir negatif dışsallık anlamına gelmektedir. O ürün veya hizmeti satın alan tüketicinin bir negatif dışsallık üretip üretmediğinin bilincinde olması, vergi politikası için olmasa da sosyal pek çok mesele için gerekliliktir.

Diğer taraftan Türkiye, özellikle alkollü içkiler ve sigara üzerinden tahsil edilen ÖTV’nin KDV’si ile de karşılaşmaktadır. Bu ürünlerdeki KDV oranı da, temel gıda ürünlerine kıyasla devasa boyuttadır.

Tüm bu gerçekleri masaya yatırdığımızda, marketteki bir ürünün ne tür vergilerle yüklenmiş olup olmadığını bilmeden, yalnızca satış fiyatı üzerinden işlem yapıyor, ve “vergi bilinci” denen mefhumdan uzaklaşıyoruz.

Dolaylı vergilerin bir diğer sakıncası ise gelir adaletini adeta hiçe sayması. Bir milyonerin arabasına aldığı akaryakıt ile orta gelirli vatandaşın aldığı akaryakıt aynı ÖTV’ye tabii oluyor. Bu durum diğer özel tüketim kalemleri için de aynı şekilde seyrediyor. Bu durumda, dolaylı vergilerin dar ve orta gelirli tüketicilere yükü daha yüksek bir biçimde seyrediyor, ve ortaya çıkan tablo tüketim özgürlüğünü baltalıyor. Zira özel tüketim olsun veya olmasın, eğer bir tüketim ürününden dolaylı yolla vergi geliri tahsil edilmek isteniyorsa bunun da tıpkı doğrudan vergilerde olduğu gibi oranlı olması daha isabetli olurdu.

Ancak politikaların bu şekilde uygulanmasının yegâne sebebi zaten tahsil kolaylığı. Bir de bu şekilde bir oranlama söz konusu olursa, dolaylı vergilerin de kolay bir şekilde tahsil edilebileceğini söylememiz mümkün olmayacak.

Dolayısıyla Türkiye vergi politikasının büyük bir yüzdesini kapsayan dolaylı vergiler, vergi adaletine ilişkin son derece hayatî sakıncalar barındırıyor. Endeksin metodolojisinde dolaylı vergilerin olması gereken pozisyona konumlandırılmaması, endeksin ortaya koyduğu argümanı yalnızca dar bir kalıba sıkıştırıyor. Yani yalnızca Vergi Rekabetçiliği Endeksi’ne bakarak Türkiye’deki vergi politikalarının niteliğine dair kesin bir sonuca ulaşmamız zor.

Buna rağmen, Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin katkısıyla Türkiye kamuoyuna sunulan endeksin Bakan Şimşek tarafından alıntılanmasını son derece değerli buluyorum. Şimşek’in vergi politikasına ilişkin konularda dış ve uluslararası bakışlara açık olduğunu görmek heyecan verici. Gelgelelim Sayın Şimşek’in vermesi gereken önemli bir diğer sınav, Vergide Rekabet Endeksi’nin yeterince parmak basmadığı hususlarda da Türkiye’deki tüketiciler lehine adımlar atılıp atılmayacağı. Türkiye’nin endeksteki pozisyonuna bakarak varılan sonuçların tamamen kapsayıcı olmadığını kabul edip, iyi taraflarımızı daha iyi yapmaya çalışırken zayıf taraflarımızı da güçlendirmeliyiz. Nitekim Türkiye ekonomisi büyük bir ekonomi ve zaten bir veya birkaç parametreye dayanarak izah edilmesi çok güç olmalıdır.

Yazar: Çağın T. Eroğlu

Önceki İçerikKARBON NÖTR TURİZM VE SERBEST PİYASA
Sonraki İçerikKamu Hizmeti Yayıncılığı ve Bandrol Bedeli
Çağın T. Eroğlu
1999 senesinde İzmir’de doğmuştur. İzmir Özel Türk Koleji’nden mezun olduktan sonra 2018 senesinde yerleştiği Bilkent Üniversitesi’nde Hukuk ana dalıyla birlikte Türk Eedebiyatı yan dal eğitimi görmektedir. 2020 Ocak’tan itibaren Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin staj programına dahil olmakta olup çeşitli online yayınlarda kültür-sanat yazarlığı yapmaktadır.